Merhaba,

Dünya pandeminin şokundan yavaş yavaş çıkıyor. Hayatın eski düzenine dönmesi için daha yapılacak çok şey var ama bu, beklenti ve umudun gittikçe artmasına engel olmuyor. Bunun önemli sonuçlarından biri de, toplumsal ve siyasal sorunların yeniden gündemde üst sıralara yerleşmesi. Nitekim bütün ülkelerde ekonomik ya da siyasal olayların toplumsal hayata daha çok yön vermeye başladığı gözlemlenebiliyor.

Ülkemizdeki durum da bundan farklı değil. Ülke olarak, anti demokratik koşullar gittikçe ağırlaşırken, pandeminin gölgesinde kalan ekonomik ve siyasal sorunlar gündemi belirlemeye başladı. Öte yandan, yaklaşan seçimler, siyasetin hararetini şimdiden arttırdı. Ancak bu kez siyasette dikkat çeken önemli bir şey, Yeşillerin çıkışı ve etkileri oldu. Bugün yeniden siyaset sahnesine çıkan Yeşiller Partisi ile ilgili merak ve beklentinin daha önce olmadığı kadar yüksek olduğu görülüyor. Bu çerçevede Koray Doğan Urbarlı,  “Siyasetin neden Yeşiller’e ihtiyacı var?” sorusunu yanıtlarken, gelecek açısından bu sorunların çözümünde Yeşiller’in yerine işaret ediyor. Yeşil Siyaset Dergisi olarak bizler de çözüm olanaklarına odaklı tartışmaları beslemek için başladığımız bu yolculukta, ülkemizde siyasetin geleceğine ve yeşil siyasetin yerine hem yerel hem de küresel perspektiften bir bakış sunmaya çalışarak destek olmaya çalışıyoruz. Bunun için Yeşiller Partisi’nin resmen kurulmasının önüne İçişleri Bakanlığı tarafından keyfi engeller çıkarılarak engellenmesini de göz önünde tutarak, Türkiye’de Yeşiller ve yeşil siyasetin durumuna ilişkin yürüttüğümüz bir soruşturma ile toplumun çeşitli kesimlerinden, gazeteci, akademisyen ve yazara bu bağlamda sorular sorduk ve ilginç, önemli ipuçları barındıran yanıtlar aldık.

Bu soruşturma, dünyada yaşanan değişimin siyasi boyutunun da aynı hızla geliştiğini açıkça ortaya koyuyor. Yeşillerin ülkemizde bugünkü etki ve algısı bile bunun bir göstergesi. Görünen o ki, Türkiye siyasi tarihinde Yeşiller açısından tarihi bir dönemece gelindi. Bugün Yeşiller, siyaset sahnesinde toplumun pek çok kesiminin beklentisi ile önünde hiç olmadığı kadar geniş bir siyasi alanın olduğu tarihsel bir fırsatın eşiğinde denilebilir. Yanıt veren kimi yazarların da dediği gibi, Yeşiller Partisinin engellenmesini de bu çerçevede anlamlandırmak mümkün. Bu açıdan günümüzde Yeşillerin aynı zamanda büyük bir sorumluluk taşıdıkları çok açık. Yeni kurulan partisi ile Yeşillerin bu sorumluluğun gereklerini ne oranda yerine getirebildikleri, bu tarihsel dönemeçte gelecek için belirleyici olacak. Büyük beklenti, olgunlaşmış bir siyasi hareket olarak gücü ve etkisinin farkında, ülke siyasetinin kalıcı unsurlarından biri olduğunu ispat etmesi. İzleyip göreceğiz.

Daha önceleri de değindiğimiz gibi yeşiller bütün dünyada artan bir umudun odağında yer alıyor. Ne var ki bu durum, kendi içinde büyük riskleri de taşıyor. İktidara yaklaştıkça ya da sistemin içine girdikçe farklılıkları koruyarak çözüm üretmenin zorlukları ile yüz yüze gelmek kaçınılmazdı ve bu ister istemez siyasi tutumda değişikliklerin yaşanmasına yol açtı. Yeşillerin gelecekteki en önemli sorunlarından biri olan bu olguyu hareketin Almanya’daki gelişiminde daha net izlemek mümkün. Bu bakımdan “Yeşiller kimdir?” yazısı, Almanya’daki gelişimi ile ilgili güncel sorulara ışık tutuyor.

Yeşil Partilerin öne çıkan temel özelliği, sağ ya da sol, diğerlerinden pek çok açıdan farklı olmaları. Zamanla muhalif konumdan yönetime doğru ilerledikçe, bu farklılığı koruyarak nasıl bir yönetici pozisyon alacakları, başka bir deyişle, bunu başarabilecekler mi sorusu daha çok tartışılır oldu. Buna bağlı olarak ‘Yeşiller iktidarı hedeflemeli mi?’ sorusu sık sık tartışma konusu olmaya devam ediyor. Radikal, köklü bir değişim öngören siyasi hareketler için bu soru her zaman önemli olmuştur. Ancak bu konuda yeşiller cephesinde de henüz kesin bir karar verilmiş gibi görünmüyor. Bu ve benzer sorular, yakın gelecekte yeşillerin yapması gereken yeni bir ideolojik tartışmaya dönüşebilir. Ama geleceğe damgasını vuracak bir siyasi hareket olacaksa, bundan kaçınmak bir yana, geliştikçe her adımda zaten somut sorunlar etrafında bu soruya bağlı tartışmaların içine girmek zorunda kalacak. Bunun nasıl ve ne yönde evrileceğini ise hep birlikte göreceğiz. Sosyalistler de bütün mücadeleleri boyunca devrimle iktidar gücünü ele geçirip, yukarıdan bir değişimi gerçekleştirebileceklerini sandılar. Ama tarih, bu kavrayışı boşa çıkardı. Şimdi yeşiller benzer bir sınavla  karşı karşıya.

Yeşil yeni mutabakatın başarısını sorgulayan Green European Journal (GEJ)’den Aaron Vansintjan’ın Yeşil Yeni Mutabakat’ın nasıl başarılı olabileceğine dair yazısı da bu tartışmalar ekseninde ele alındığında, farklı bir perspektif sunuyor. Hakan Ozan Erzincanlı’nın kaleminden Belçika’daki yeşil partiler ve tarımsal çözüm örnekleri tam da bu bağlamdaki gelişmelere küçük bir pencere açıyor. Hayatın her alanında sorunlar ile dürüst ve yürekli bir şekilde yüzleşmekten çekinmeyen bir hareket olarak Yeşillerin siyasi faaliyetlerine bir bakış sunuyor. Bu çerçevede gelecek açısından daha umutlu olabileceğimizi müjdeliyor adeta.

Hayatın, vahşice uygulanan neoliberal politikalarının da etkisi ile gittikçe daha çok kentlere sıkıştığı günümüzde, kentler ciddi tehditler ile karşı karşıya. İklim krizi koşullarında aşırı yoğunlaşan nüfusun getirdiği sorunlar, kentlerde yaşamı her gün daha olumsuz etkiliyor; sosyal ve siyasal riskler artıyor. Yoğunlaşan nüfusun baskısı ile artan kaynak sıkıntısı, enerji gereksinimi, ulaşım ve atık problemleri, çevre kirliliği gibi sorunlar, aynı zamanda olası gelecek öngörüleri de dikkate alındığında yaklaşan bir fırtınadan önceki karabulutları andırıyor. Kentleri, içinde yaşayan sakinleri yerine, güç sahibi finans aktörlerinin rant hesapları ve merkezi otorite ya da sistemle bağları şekillendiriyor. Belçika’da bir tarım bilimci olan Pablo Sevigne’in GEJ’de yayımlanan  “Yaklaşan fırtınalar: Kentlerin geleceğini öngörmek”  yazısı ve yine GEJ’in Columbia Üniversitesi sosyoloji bölümünden profesör Saskia Sassen ile yaptığı “Kentin sahibi kim?” röportajı, hem bu tartışmalar açısından değerlendirilebilecek fikirler öne sürüyor; hem de çözümlere yaklaşıma dair bir çerçeve sunuyorlar. Ülkemizde yaşanan kentsel dönüşüm ve en son İstanbul Tozkoparan’da insanların evlerinden atılmaya çalışılması bu bağlamda göz önüne alındığında, sorunun ülkemizde yol açabileceği vahşi görüntülere dair ipuçlarını da bulmak mümkün ve düşündürücü.

AB projesinin Roma’da 6 ülkenin kısaca AET diye hatırlayacağınız Avrupa Ekonomik topluluğu anlaşmasını 1957 de imzalayarak başlayan yolculuğu, yüzyılın sonunda birleşik bir Avrupa projesi halini alarak hızlanmışken; şimdi kurucularından İngiltere’nin Brexit ile ayrıldığı, iç çekişmelerin arttığı bir proje haline geldi. Hoş, hemen II. Dünya Savaşı sonrasında bu fikri ortaya atan W. Churchill daha o zaman Britanya’yı bu oluşumun dışında tutarak Avrupa’ya “Avrupa Birleşik Devletleri’nin oluşturulması” çağrısını yapmıştı. Şimdi İngiltere’nin Brexit ile bu çağrıdaki konuma yeniden gerilemesi, tarihsel bir ironi oldu.  Belki de yakın zamanda Avrupa’da bu Proje daha çok sorgulanır olacak. Kuşkusuz AB’nin doğduğu 20nci yüzyılın çift kutuplu dünyasının koşullarının 1993 de SSCB’nin çöküşü ile tek kutuplu bir dünyaya dönüşü ve Atlantik ötesi, yani ABD ile olan ilişkiler bu projenin zeminini çok değiştirdi. İster istemez bunun sonuçları ve yeni dengeler, Projeyi ve geleceğini etkiledi.  GEJ’den Reinhart Butikofer’in  “Avrupanın dış politikası: Bir hatalar kataloğu” yazısı, bir süredir AB’nin dış politikaları hakkındaki eleştirileri kapsıyor ve tartışmalara malzemeler sunuyor. Önümüzdeki dönemde ilginç gelişmelere sahne olması yüksek olan bu Proje hakkında daha çok konuşulacağı anlaşılıyor.

Ülke sorunlarına dönersek, Marmara Denizinin yıllar boyunca katledilişini gizlenemez hale getiren müsilaj konusunda birkaç söz etmeden geçilemezdi. Akgün İlhan, bu konuda sorunu derli toplu ortaya koyarken, bu ve benzeri örnekleri ile ekoyıkımın da (ya da ekokırım)  küresel bir kriz olarak ele alınması gerektiğinin işaretlerini veriyor. Yeşil Siyaset olarak ülkemizde hükümetin bu konudaki icraatını ve ‘başarılarını’ da dikkate alarak, yakın zamanda buna ilişkin geniş bir dosyada tartışmayı sürdürmek istiyoruz.

Hükümetin icraatından söz edince, bunu artan anti demokratik baskı ve uygulamalardan bağımsız düşünmek olanaksız. Demokrasi talebinin günden güne daha acil hale geldiği koşullarda Bülent Atamer’in, ülkemizdeki demokrasi arayışlarının tarihini ve en son örneği olan Demokrasi İçin Birlik-DİB girişimi ile yapılan Büyük Demokrasi Kongresini değerlendirdiği yazısı, yakın zamanda en ağırlıklı gündemimiz olacağı şimdiden belli olan demokrasi tartışmamıza da bir giriş yapıyor.

Gerçekten de demokrasi konusu çok yakında küresel bir tartışmanın odağına yerleşecek gibi görünüyor. Ağırlaşan sorunlar karşısında demokrasi içinde çözümler bulmak nasıl mümkün olacak sorusu ile toplumsal taleplerin hızlı karşılanamaması yüzünden artan popülizmin etkileri ve otoriter çözümlere doğru toplumsal yönelimdeki kaymaların nasıl önlenebileceği demokrasi bağlamında sorunun iki farklı yüzü. Dünyada açık demokrasi, radikal demokrasi, doğrudan ya da temsili demokrasi gibi kavram ve tanımların tartışıldığı bir sırada her yerde artan uygulamaları ile referandumlar, bu anlamda demokrasi mücadelesinin geleceği açısından tartışmaların yeni bir çerçeveye oturabileceğini gösteriyor. Geleceğe bu yoğun gündemle demokrasi içinde ilerleyebilmek umuduyla, bu süreçte bütün okurlarımızı görüş ve fikirlerini anlatan yazıları ile bu çabalarımıza destek olmaya davet ediyoruz. Dergi künyesinde olsa da bir kere de buradan yazalım; [email protected] adresine yazılarınızı gönderebilirsiniz.   

Esen kalın…

Berkay Erkan