Yazan: Koray Doğan Urbarlı

Bu yazı bir ön kabule dayanıyor. Dayanmasa doğru başlık şu olurdu herhalde: Siyasetin Yeşiller’e ihtiyacı var mı? Aslına bakılırsa bu sorunun yanıtı ile yazının başlığındaki sorunun yanıtı hemen hemen aynı. Soruya yanıt verirken kafamızdan geçenler zaten neden Yeşiller’e ihtiyaç olduğunu da bize gösteriyor.

Biraz birlikte düşünelim. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?

Demokrasi endeksleri açıklanıyor her sene. Biz Türkiye’de bu endekste yerimizi görmek için hep sondan bakmaya başlıyoruz. Buna alıştık. Fakat endekse genel olarak bakınca ne görüyoruz? Tüm dünyada bir demokrasi azalması var. Demokrasi ile insanların kurdukları bağ zayıflıyor. Liderlerin demokrasi ile kurduğu bağ zayıflıyor. Giderek otoriterleşen siyasal ve toplumsal hayatla karşı karşıya kalıyoruz. Gündelik yaşamımızdan da bunu çok net bir şekilde görebiliriz zaten. Çok değil on sene öncesinin pratikleriyle bugünü karşılaştırdığımızda adım adım nasıl geriye gittiğimiz ve kendimizi nasıl bir cenderede bulduğumuzu görebiliriz.

Demokrasi ile insanların kurdukları bağ zayıflıyor.

Diğer taraftan ekonomik kriz ve işsizlik halen hem ülkenin hem de dünyanın çok büyük bir sorunu. Özellikle artan genç işsizliği ile gençlerin gelecek umutları azalıyor. Geleceğe dair sağlam planlar, yerini gündelik hayat arayışlarına bırakıyor. Herkes daha iyi bir ülkeye göç etmeye çalışıyor. Türkiye’den Almanya’ya her ay onlarca doktor göçüyor örneğin. Almanya’nın sakin hatta sıkıcı bir kasabasında yaşamayı, Türkiye’nin en merkezi yerlerine tercih ediyorlar. Çünkü insanlar, huzurlu ve tahmin edilebilir bir gelecek de arıyor.

Otoriterleşen toplumların üstüne eklenen işsizlik bizi tek bir yere götürüyor: Farklı olana karşı duyulan düşmanlık. Zaten Avrupa’da ve ABD’de hızla değişen demografiye karşı hayata geçirilemeyen güçlü uyum politikaları ile birlikte mülteci düşmanlığı da günümüz dünyasının çok büyük bir sorunu. Kimse sorunu daha derinde aramıyor. Sistemin çok daha büyük mağdurlarından olan, ama kendi gibi görünmeyen insanlara çıkartıyor faturayı. Bu Türkiye’de böyle, Avrupa’da da, ABD’de de… Gözünüzü kapatın ve 1999 yılına gidin. Bu kadar çok sınıra duvar çekileceğini düşünebilir miydiniz? Sorunu derinlemesine incelemeyen halk, uyum politikalarının olmadığı ülkelerde mültecilere, farklılara, ötekilere saldırıyor. Bu öfkeden de güç aşan popülist partiler iktidara yürüyor. Merkez partiler buna ya ses çıkarmıyor ya da sessiz bir onaylama süreci ile hayatlarına devam ediyor. Merkez partiler çöküyor.

İklim değişikliği demek artık yanlış kabul ediliyor. Artık karışımızda iklim krizi var.

Ve elbette… Evimiz yanıyor. İklim değişikliği demek artık yanlış kabul ediliyor. Hemen düzeltiliyor. İklim değişikliği geçeli çok oldu. Artık karışımızda iklim krizi var. Sıcak dalgalarından yüzlerce kişi ölüyor bu satırlar yazılırken. Hem de Kanada’da… Dolu ve seller kentleri esir almış durumda. Rusya, Hindistan, Almanya, Fransa… Giderek daha fazla olağanüstü hava olayını daha sık yaşıyoruz. İklim değişikliği en büyük felaket ve her yerden etkisini gösteriyor.

Türkiye’de durum farklı mı? Demokrasi sorununun yanına işlemeyen bir hukuk sistemi ekleniyor. İstisnasız herkes bir adalet arayışı içerisinde. İnsanlar kendilerini ifade edemiyorlar. Anayasa görmezden geliniyor, yasalar görmezden geliniyor. Bir gece yarısı çıkan bir kararname ile en temel insan hakları bile kısıtlanabiliyor. Ekonomi başka bir çökme noktası. Ekonomik kriz, artık yaşadığımız durumu açıklamaya yetmiyor. Ekonomik bir buhranın içindeyiz. Hükümet aracılığıyla devlet kaynaklarından yararlandırılan, hadi daha cesurca söyleyelim, devleti ve tüm kamusal kaynaklarımızı yağmalayan bir azınlık dışında, kimsenin ekonomik olarak rahat edemediği bir dönemdeyiz. Pandemi sebebiyle ötelenen işten çıkarmalar, normalleşme süreciyle birlikte tekrar gündemimize girmiş durumda. Modern yaşamın gereklilikleri artık çok uzaklarda birer lüks olmuş durumda.

Ekonomik kriz, artık yaşadığımız durumu açıklamaya yetmiyor. Ekonomik bir buhranın içindeyiz.

Türkiye hem göç alan hem de göç veren bir konumda. Elbette ki ne gidenleri tutmak için bir çaba var ne de gelenleri doğru entegrasyon politikalarıyla yaşama dahil etme çabası var. Gidenin kurtulduğu, gelenin ayrımcılık gördüğü, gidemeyenin de gidene de gelene de öfkelendiği bir yaşam sürüyoruz. Gençler umutsuz ve bu umutsuzlukları çok farklı yerlerden kısa bir süre içerisinde karşımıza çıkmaya başlayacak. Entegrasyon politikalarına bir an önce geçilmezse mülteci, göçmen karşıtı hareketlerin, sözden çıkma tehlikesi de çok uzak değil. Kendi iç barışını yakalayamamış, yakalamaması için özenle uğraşılan bir ülke Türkiye. Hayat mücadelesinden kimsenin ses çıkartacak hali kalmadığı için belki de bu üzücü olayları yaşamıyoruz. Hükümet tedbir alarak bunları önlemiyor.

Piyasa dayattığı sürece “çevreci” olan hükümet, kendi haline bırakınca ekonomik buhrandan çıkma yolu olarak doğayı ve insanı yağmalamayı seçiyor.

Ve tabii ki doğa katliamları. Denizimiz salyalı, toprağımız kurak. Ormanlarımız taş için delik deşik ediliyor; karşı çıkan insanlara ülkenin hangi bölgesinde olduklarına da bakarak belirlenen dozajlarda ama her halükarda hukuksuz ve çok sert bir şekilde müdahale ediliyor. Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı onaylamıyor. Tüm dünyaya gelişmiş değil; gelişmekte olan bir devlet olduğunu kabul ettirmeye çalışıyor. İçeriye dönünce de herkesin bizi kıskandığı bir dünya liderliği portresi çizilmeye çalışılıyor. Piyasa dayattığı sürece “çevreci” olan hükümet, kendi haline bırakınca ekonomik buhrandan çıkma yolu olarak doğayı ve insanı yağmalamayı seçiyor. Türkiye’nin neresinde olursa olsun insanlar parça parça direniyorlar; ama direndikleri yapı, aslında birbirine bağlı bir ağ.

İşte bu birbirine bağlı ağa karşı direnmek için; parça parça değil bir arada direnmek için siyasetin Yeşiller’e ihtiyacı var. Bugün Türkiye’nin yaşadığı gerçek sorunlar ne yazık ki merkez siyasetin ana konularından bir tanesi olamıyor. Müsilaj gündeme gelmiyor mu? Geliyor. Eklenti olarak. Gençlerin umutsuzluğu gündeme gelmiyor mu? Geliyor. Z kuşağı kime oy verecek diye düşünüldüğünde…

Türkiye’nin de dünyanın da yaşadığı üçlü krize yani toplumsal, ekonomik ve ekolojik krize karşı yanıtlara sahip olan yeşil siyasete ihtiyaç var.

Sözün özü Türkiye’nin de dünyanın da yaşadığı üçlü krize yani toplumsal, ekonomik ve ekolojik krize karşı yanıtlara sahip olan yeşil siyasete ihtiyaç var. Tüm dünyada merkez siyaset çöküyor ve karanlık taraftan popülist siyasiler, aydınlık tarafından ise Yeşiller geliyor. Türkiye ne yazık ki biraz daha kendine özgü ama bu kadar çevre yıkımının, bu kadar umutsuzluğun, bu kadar adaletsizliğin olduğu bir ortama elbette Yeşiller gerek.

Peki, bu gereksinimi başka partiler karşılayamaz mı? Programlarına baktığımızda tüm partilerin çevreyle ilgili bölümleri var. Seçimlerde ironik bir şekilde kuşe kâğıda basılan ve illa ki çevresi yeşille çizilen kitapçıklarda da bu politikalarını anlatıyorlar. Yetmez mi satırlar, bu kitapçıklar? Yetmez! Çünkü yeşil politika sadece bir çevre politikası değildir. Hiç de olmamıştır. Çevreyi, doğalı meselesinin odak noktasına almış ama burada durmamıştır. Kalkınmayı, endüstriyalizmi konuşmadan artık yapamayız. Yapmaya çalıştık insanlık olarak ama bakın olmadı. Bir taraftan atık üretirken; diğer taraftan da çocuklara atıkları toplattık. Bir de üstüne çocuklara verdiğimiz şapkalarla reklamımızı yaptık ama yetmedi. Rotayı değiştiremedik. Sürücü direksiyonu biraz daha az sıktı sadece. Şimdi rotayı değiştirmemiz lazım. Merkez partiler arasında dünyanın gidişatı konusunda samimi şekilde endişeli olanlar elbette var. Hepsiyle görüşmeye çalışıyoruz ve hepsini de masaya davet ediyoruz. Madem siyaset Türkiye’de artık ittifaklar ile yürüyor ve toplumun tüm sorunlarına dünyanın geleceğini de gözeterek çözümler üreten bir Yeşiller Partisi var; o zaman masada birlikte olmalıyız. Bir deniz gözümüzün önünde ölürken; bir ülke kuraklıktan kırılırken; bir gençlik umutsuzluktan ne yapacağını bilemezken; tüketiciler aynı paraya giderek daha az temel besin maddesine erişebilirken ve o besin maddeleri de hem insan bedenine hem de diğer canlı yaşamlarına zararlıyken siyasetin ve ittifak masalarının Yeşiller Partisi’ne ihtiyacı var demektir. Kendi ön kabulümü doğrulayarak bitirmek isterim: Dünyanın ve Türkiye’nin gidişatı bu rotada sürdükçe, her geçen gün Yeşiller’e olan ihtiyaç da artmaktadır. #72d563 Şu an yazacağım ve kâhinlik olarak görülebilecek bir sorun 2022’de gerçeğimiz olacak: Başka hiçbir siyasi hareket yoktur ki, her gün ona olan ihtiyaç artsın.

Görsel kaynak: Olcay Özkaplan