21 Eylül 2020’de yasaların gereklerine uygun biçimde İçişleri Bakanlığı’na başvurusunu yapan Yeşiller Partisi, İçişleri Bakanlığı tarafından prosedür gereği verilmesi gereken alındı belgesi herhangi bir gerekçe gösterilmeden kendisine verilmediği için resmen kurulamadı. Ancak, her şeye rağmen, yerelde, ulusal ve küresel düzeyde siyasetin çıkmazları ile iklim krizi, ekolojik sorunlar, otoriterleşme, kutuplaşma ve ekonomik krize karşı çözüm üreterek siyaset yapmaya çalışıyor.

Biz de Yeşil Siyaset Dergisi olarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ortam ve dünya konjonktürü çerçevesinde yeşillerin siyaset sahnesindeki yerine dair değerlendirmelerini almak için, farklı çevrelerden, değişik meslek ve birikimlere sahip, bir grup yazar, akademisyen ve gazeteciye aşağıdaki sorularımızı yönelttik:

1. Bugün Türkiye’de siyasetin oldukça zorlaştığı ve siyaset yapma olanaklarının daraldığı koşullarda Yeşiller Partisi kuruldu. Aslında belli başlı tüm siyasi partilerin programlarında, çevre, ekoloji, doğa koruma vb. konular çokça yer alıyor. Ancak güçlü, güncel siyasete etki edebilen bir Yeşiller Partisi henüz yok. Türkiye siyasetini yakından izleyen bir kişi olarak, Yeşiller Partisi’nin ülkemizin siyaset sahnesinde ne kadar yer bulabileceğini düşünürsünüz? Yeşil bir partinin siyasi yelpazede kendine kalıcı yer açabilmesi için koşullar uygun mu? Güçlü bir yeşil partinin oluşması için gereken potansiyeli harekete geçirmek üzere neler yapılmalı?

2- Avrupa’da yaşanan “yeşil dalga”, 2019’da Avrupa’da AP seçimleriyle başlayan ve yeşil partilerin birkaç önemli ülkede koalisyonlara katılmasıyla yükselişini sürdüren bir süreci tanımlıyor. Gelecek Eylül ayında Almanya’da yapılacak federal seçimlerde Yeşiller Partisi büyük olasılıkla koalisyon ortağı olacak. Hatta Yeşiller’in birinci parti olduğu kamuoyu araştırmaları var. Bu durumda ilk kez yeşil bir başbakanla tanışmamız da olası. Bunun da sadece Avrupa’da değil bütün dünyada çok önemli siyasi etkileri olması beklenebilir. Sizce, genel olarak Avrupa’daki yeşil dalganın ve Almanya’da Yeşiller’in büyük ortağı olduğu olası bir koalisyonun hem yeni kurulan Yeşiller Partisi hem de Türkiye’nin tıkanmış görünen uluslararası ilişkileri düşünüldüğünde, Türkiye siyaseti üzerindeki etkileri nasıl olur?

3- Biliyorsunuz Yeşiller Partisi’nin kurulması, 8 aydır İçişleri Bakanlığı tarafından hiçbir sebep gösterilmeden, yasalara aykırı ve antidemokratik bir şekilde engelleniyor. Türkiye’nin mevcut siyasi koşullarının ve Avrupa’daki gelişmelerin ışığında bu sıradışı durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Yazıları tekil okumak için aşağıdaki bağlantıları kullanabilirsiniz.

Oya Baydar

Sosyolog, yazar, gazeteci

Yeşiller Partisi; ülke siyasetinde -daha doğru bir deyimle- ülkenin düze çıkmasında yer bulabilmek, işlevli olabilmek için alışık olduğumuz  “partiler siyaseti”nin ve klasik parti anlayışının dışına çıkmalı, diye düşünüyorum. Gerek örgütlenme biçimi gerekse işleyişiyle bildiğimiz partiler gibi olmayan, iktidara gelmeye değil toplumun  zihniyetini dönüştürmeye aday bir oluşum, mevcut 105 partiye 106.’sının eklenmesinden ibaret kalmaz, toplumda bir yer edinir ve gelişebilir. Aslında küresel boyutta bir ölüm-kalım sorunu olan çevre felaketinin önlenmesinin, hiç değilse geciktirilmesinin, dünyanın ve ülkenin birincil konusu olması gerekirken; iktidarlara ve gündelik yaşam mücadelesi içindeki kitlelere bunun anlatılmasının, benimsetilmesinin güçlüğünü hepimiz biliyoruz. Öte yandan son zamanlarda ülkemizde suyunu, toprağını, bitkisini, ormanını korumak için direnen halkın, iktidarın sınır tanımayan çevre tahribatına karşı geliştirdiği bilinç, bir avantaj olarak ortaya çıkıyor. Bu anlamda koşullar, Yeşiller Partisi’nin gelişmesine uygun. Bu potansiyelin harekete geçirilmesi için çevreci çoban ateşlerinin, yani çeşitli bölgelerde ortaya çıkan direnişlerin ve taleplerin koordine edilmesi, çok sesli bir koroya dönüştürülmesi şart. Buna ek olarak iktidarların pervasız doğa talanındaki amaçlarının, talanın kimlere yaradığının, ne getirip ne götürdüğünün her somut olayda/saldırıda açık ve anlaşılır şekilde sergilenmesi gerek.

Avrupa’da, özellikle Almanya’da Yeşiller yeniden yükselişte. 80’lerdeki çıkışlarını ve siyasetteki yükselişlerini alışılmış partiler gibi olmamalarına, statükoyu sarsmalarına, siyaset yapma ve eylem biçimlerine kadar parti işleyişi ve anlayışlarındaki devrimci sayılabilecek farklılığa borçlulardı. Ne zaman ki statükoya uyum gösterdiler, diğer partilere benzediler, hızla gerilediler. Yükseliş döneminde, mücadelelerini sadece ekolojik sorunlarla sınırlı tutmayıp özellikle barış hareketinin en önemli aktörlerinden olmaları, silahsızlanmaya karşı bütün Avrupa’da etkin bir rol oynamaları da Yeşiller’in başarılarında önemli bir faktördü. Burjuva partilerinin müesses nizam anlayışının dışına çıktıkları için umut oldular. Yeşiller’in Almanya’da yeniden yükselişi, diğer partilerin seçmene umut vermemelerine, pandemi döneminin ve sonrasının yeni sorunlarına çözüm yeteneklerini yitirmelerine de bağlı. Ancak, iktidar ortağı olmaları, Türkiye demokrasi güçleri açısından kazanımdır. Sadece Almanya’nın değil Avrupa’nın “verelim üç kuruş, göçmenleri başımıza bela etmeyin, biz de insan hakları ihlallerini, demokrasi ayıplarınızı görmezden gelelim” siyasetine farklı bir yaklaşım getirebilir.

Yeşiller Partisi’nin kuruluşunun 8 aydır engellenmesi, iktidarın hukuk ve yasa dışı keyfî uygulamalarından biri. Korkularının, yükselen çevre bilincinin ve halkın kendi doğasını koruma azminin güçlenmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Bir de çevreciliğin, yeşil hareketin, artık dar bir entelektüel çevreyle sınırlı kalmayabileceğini, yeşilciliğin sadece çiçek böcek, dağ orman meselesi olmadığını, esasında sisteme başkaldırı olduğunu fark ediyorlar. Bu da engellenmesi için yeterli neden sayılır.

Soli Özel

Siyaset bilimci, yazar, akademisyen

Yerleşik partilerin programlarındaki çevre ile bağlantılı maddeleri kanımca ciddiye almanın bir gereği yok. Kalkınmacılık ideolojisi ve rant dağıtımı üzerine kurulu siyasi sistem, özellikle bugünkü yönetim altında, insanların yaşådıkları yaşam alanlarını yok eden gelişmelerin, tüm propaganda çalışmalarından daha etkili şekilde bilinçlenme yarattığını görerek, yeşil partinin kurulmasını dahi engellemeye çalışıyor. Bu partiye, Türkiye siyaset sistemi, yaşam hakkı tanımak istemeyecektir. Son ve korkunç örneğini Marmara Denizinin teammüden katli sonucu ortaya çıkan müsilajda gördüğümüz çevre tahribatının, özellikle eğitimli genç kuşakların, tüm dünya gençliğiyle paylaştığı gelecek kaygısının, yeşiller partisinin kurulması ve hatta ilgi görmesi için gerekli nesnel koşulları oluşturduğunu düşünüyorum. Ancak fakirlik, kitlenin rant bağımlılığı, işsizlik ve çevre konularındaki genel cehalet, böyle bir partinin gelişmesinin önünde engeldir. Partinin büyümek için hedeflemesi gereken kitle, gençliktir. En başta üniversitelerde tanıtım yapılmalı, son dönemlerde yaşadıklarına isyan eden köylülere, işçilere bir şekilde ulaşılmalı ve hepsinden önemlisi bugünkü medya ortamında birbirinden habersiz direnmeye kalkanlari başka yörelerde, kentlerde, köylerde neler yaşandığı hakkında bilgilendirmeye, yalnız olmadıklarını göstermeye çalışılmalıdır. En büyük kirleticilerin teşhir edilmesi de herhalde kullanılacak araçlar arasında olmalıdır.

Yeşil dalga, AB ve ABD’deki yeşil ekonomi paketleri, Türkiye üzerinde çok güçlü bir etki yapacaktır. Zira bu programların öngördüğü şekilde üretim yapmıyor, çevre standartlarına uymuyorsanız, Avrupa piyasalarına mal satamayacaksınız. Dolayısıyla ihracata dayalı üretim yapanlar yakın zamanda çevre hareketinin en güçlü destekçileri haline gelirlerse şaşmamak gerekir.

[Yeşiller Partisinin kurulmasına dair] kısmen yukarıda cevap verdim; gelecek korkusundan bu iznin verilmediğini düşünebiliriz sanki. Zira çevre bilinci tohumu bu kez toprağa atılırsa çok çabuk ürün verecek, hatta bereketli bir hasada yol açacak gibi gözüküyor. Eninde sonunda bu iznin alınacağına da inanıyorum; siyasetteki yukarıda değindiğim gerçeklere rağmen.

Emine Uçak

Gazeteci, yazar

Öncelikle, Türkiye’nin bütünlükçü ve çoğul politikalara ihtiyacı var. Çünkü temel meselelerin hepsi birbiriyle bağlantılı. Ekolojik sorunları kalkınma politikalarından bağımsız düşünemeyeceğimiz gibi, sosyal politikaları, demokratikleşme adımlarından bağımsız bir alanda değerlendirmek mümkün değil. Konulara, kimliklere kapanmayan, gündelik hayatın birbiri içine geçmiş ilişkilerini gözetebilecek bir politika ihtiyacı belirginleşiyor bana göre… Pandemi süreci bize tüm alanların birbirleriyle nasıl bağlantılı olduğunu, katılımcı ve şeffaf bir sistem kurulmadığı sürece toplumun kırılganlığının artacağını, eşitsizliklerin derinleşeceğini acı bir tecrübeyle gösterdi. Ekolojinin, doğanın, sürdürülebilirliğin, kaynakları tüketmemenin önemi daha çok görünür oldu. Zaten yerelde bu konuda uzun zamandır önemli bir sahiplenme var. Yaşam alanlarının doğal yapısının bozulmaması için dört bir yanda mücadeleler yürütülüyor. Bunları göz önüne alırsak Yeşiller Partisi için kalıcı bir yer olması mümkün görünüyor. Ancak bunun toplumsallaşması, gündelik hayatın içine girmesi, sorunlara çözüm noktasında ne önerdiğini daha geniş kesimlere etkin bir şekilde anlatması gerekiyor. Mevcut partilerden farkının politika belgeleriyle, farklı yöntemlerle, hayatın farklı alanlarında insanlarla birebir temas ederek gösterebilmek, sosyal medya iletişiminden öteye geçmek vs gibi. Tabii burada kuruluş aşamasında yapılan keyfi uygulamaların, parti organlarının, teşkilatların kurulması noktasında sorunlar oluşturduğunu gözardı ediyor değilim.

[Avrupa’da ve Almanya’daki yeşiller] açıkçası çok iyi takip ettiğim ve bildiğim bir alan değil; ancak son zamanlarda Yeşiller’in başbakan adayının anketlere göre puan kaybettiği vs yazılıyor. Yorum yapmam güç…

İçişleri Bakanlığı’nın bu tutumunu en büyük sorunlardan biri olan keyfiyet krizi olarak değerlendiriyorum. Kurallar, mevzuat, uzun süredir çok keyfi olarak uygulanıyor. Bunlar en temel haklar, anayasayla korunmuş haklar olsa bile kişiye göre, duruma göre keyfi olarak alınabiliyor. Yeşiller Partisi’ne yapılan muamelenin farklı bir versiyonu uzun süredir İnsan ve Özgürlük Partisi’ne de uygulanıyor. Tüm bunları, siyaset alanının daraltılmasından bağımsız olarak düşünmek güç. Yerel yönetimlere kayyumların atanması,  Gergerlioğlu’nun keyfiyetle tutuklanması, sivil toplum alanının daraltılması, medyanın tek tipleştirilmesi hepsi aynı sürecin parçaları ve trajik olan da bunların İnsan Hakları Eylem Planları, yargı paketi düzenlemeleriyle birlikte yaşanıyor olması.

Ali Bilge

Ekonomist, Yazar

Türkiye’de 100’ün üzerinde parti bulunuyor. Partileşmiş yeşil siyaset bugüne kadar birçok deneyim yaşadı. Ancak beklenildiği ölçüde başarı elde edemedi. Hem az demokraside hem de hiç demokraside bunu yaşadık. Bugün ülke tükenmişlik içinde, mesele bu tükenmişlik içinden çıkış modelinin oluşturulmasıdır. Bu modelin içinde tüm yeşil hareketler ve partilerin yer alması normal ve gerekli bir durum. Yeşiller partisinin bugünkü otoriter süreçte, siyasette başlı başına güçlü bir odak olmasını beklemek doğru olmaz. Yeni kurulan partiye ve tüm yeşil harekete, ülkede yeşil hareketi geliştirmesi için 2 önerim var:

1.         Demokrasi cephesi ve ittifaklar politikasında aktif rol üstlenmek, moderatör olmak.

2.         Yeşil partinin/ hareketinin güçlenmesi için öncelikle farklı siyasi görüşlere sahip ve iklim yıkımı konusunda farkındalığı olan, yeşil harekete ve iklim mücadelesine gönül veren kesimlerin, asgari demokrasiye gönül vermiş mevcut partiler içinde yer almasını teşvik etmek.

Örneğin muhafazakar, dindar , milliyetçi , ulusalcı, sosyalist , sosyal demokrat kimliğe sahip ancak gezegenin yıkımına, iklim krizine karşı farkındalığı olan kesimlerin siyasi görüşlerine yakın partiler içinde bu kulvarı oluşturmalarına destek olmak gerekir. Bu öneriler birlikte ele alınarak bir siyasa oluşturulmalıdır. Otoriterlikten ve iklim yıkımından kurtuluş mücadelesinde aktif rol, kurulan fakat henüz onaylanmayan partinin öncü ve başat rolü olmalıdır. Güçlü bir yeşil partinin oluşması için gereken potansiyel bu şekilde harekete geçebilir, yeşil hareket mevcut siyasi partilerde oluşturacağı dere/çaylardan kendi nehrini oluşturabilir. Ülke mevcut durumdan ancak demokrasi ve iklim cephesi ile çıkabilir. Yeni bir ülkeyi böyle inşa edebiliriz.

Batıda özellikle Almanya’da yeşil siyasetin etkisi elbette olacaktır. Ancak bunu büyütmemek gerekir. Bir ülkede yeşil siyasetin gelişmesi için o ülkede demokrasinin asgari ölçüde bulunması gerekir. Demokrasi ve iklim mücadelesi iç içe geçmiş süreçlerdir.

Kurduğunuz parti siyasasının bu şekilde kurgulamasını öneririm. İttifak bileşenlerini oluşturmak, geliştirmek kolaylaştırıcı ve öncü olmak, bu şekilde modellemeler ve projeler geliştirmek genişletici olacaktır. Benim siyasi partilere ve genel başkanlara sürekli önerdiğim, partilerin içinde iki masa bulunuyor. İttifak masası, iklim-yeşil masası. İki masanın nasıl çalışması üzerine de fikirlerim var. Önerdiğim model bu aşamada kendi dükkanına sahip olmayı değil -küçük ama benim değil- tüm partilerde var olmayı hedefler ve hareketin genişlemesine katkıda bulunur. Çünkü uzun ve zahmetli bir çıkış, imar ve tedavi memleketi beklemektedir. Uzun erimli ittifaklar siyasalarına ihtiyaç var. YEŞİLLER BUNA ÖNCÜLÜK EDEBİLİRLER. Böyle bir yaklaşımın olduğu parti ve hareketin içinde yer alacak insanların çokça olacağını düşünüyorum. İktidar tarafından engellenmek, yukarıda önerdiğim siyasasının önünü açar; fırsattır bir anlamda.

Sezin Öney

Siyaset bilimci, gazeteci

“Normal şartlar” altında Yeşiller’in kendisine Türkiye siyasetinde çok geniş tabana yayılan ve kalıcı yer bulabilmesi gerekirdi. Ancak, resmî kuruluşun gerçekleşmesi dahi mümkün olamadı. Yeşiller’in yaşadıkları aslında, Türkiye siyasetindeki yaratılan ve normalleştirilen bir “sürekli anormal” durumun bir yansıması. Aynı aktörler, aynı siyasi partiler, kutuplaşma denkleminin yapısı değişmeden farklı biçimlerde zıt taraflarda yer alıyorlar. Yeni partiler kurulsa da, yapısal çerçeve değişmediği için sadece aktörlerin yer aldığı taraflar değişiyor: “siyaset oyunu” aynı kalıyor. Kutuplaşmanın bu denklemi, gerçek sorunları çözmeyi hedefleyen ve kalıcı, köklü çözümleri getirecek sistemsel değişikliğe gitmek isteyen partilere, hareketlere, aktörlere yer açılmasına izin vermiyor. Yeşil bir partinin siyasi yelpazede kendisine herhangi bir şekilde yer açabilmesi için siyasi koşullar uygun değil. Ancak, tabandaki koşullar uygun. Yeşiller’in partileşmesinin önüne engeller koyulması da aslında, tabandaki taleplerin siyasetteki statükoyu bozmasının önüne set çekmek için. Var olan partiler birbirlerinin varlığını desteklemiş oluyor. Yeşiller’in bir yandan kısıtlı imkanlarla var olma mücadelesi verirken, diğer yandan da tabanın asıl tercihlerinin statükoyu değiştirecek biçimde siyasete taşınmasını sağlaması elbette çok zor. Hele de, hak ve özgürlüklerin bu kadar kuşatıldığı bir Türkiye ortamında; ama imkansız değil. Güçlü bir yeşil partinin oluşması için, kamuoyunun ayrımsız olarak ve kutuplaşmanın üzerine çıkarak birleştiği bir konu olan küresel iklim krizi, çevre ilintili meseleler ve tüm toplumsal meselelerde gerçekten yeni söylemlerin dile ve gündeme getirilmesi gerekiyor. Siyasette hakikaten “yeniye” ihtiyaç olduğu için, söylenmesi gerekeni dile getirmek ve yapmak bile büyük bir fark yaratabilir. Yeşillerin, zaten “yeni” olma konusunda hakiki ve samimi avantajları var. Örneğin, tüm partiler büyük bütçeler ayırarak “Z Kuşağı”na dair araştırmalar yaptırıyor ve onların ilgisini nasıl çekebileceklerinin yolunu bulmaya çalışıyorlar. Bulunan yollar da, genelde sadece içi boş imajlardan ibaret bir şirin gözükme çabasından ibaret. Sosyal medya üzerinden “kravatsız siyaset”, daha genç gözükmeye çalışmak gibi…Oysa, Yeşiller’in hiç de yalan dolan, mizansenden ibaret olmayan ve gençlerin gündemiyle doğrudan örtüşen politikaları, yaklaşımları, söylemleri var. Mesele, sadece var olan aradaki sıkı bağı ortaya koymak ve hissedilir kılmak.

Yeşiller’in ve Yeşil gündemin yükselişi sadece Almanya’da, sadece Avrupa’da değil, tüm dünyada yaşadığımız ve daha da yaşayacağımız bir dönüşüm sürecinin başlangıcı. Bu dönüşümün ekonomik ve siyasi boyutları da olacak; Türkiye’de herhangi bir siyasi akımın etkisinde kalmanın ötesinde, farklılaşan şartlardan etkilenecek. Söz konusu etkileniş de, öyle bir sezonluk modadan etkilenir gibi olmayacak. Dünya, artık iklim krizinin getirdiği etkilerle yüzleşerek yaşamak durumunda. Sadece iklim krizi değil; COVID-19 Pandemisi gibi, küresel başka krizlerle de beraber yaşamayı öğrenmek zorundayız. 19. yüzyıldan beri tüm dünya dengelerini şekillendiren milliyetçiliğe karşılık; 21. Yüzyılın bu aşamasında, artık sınırları ne kadar kaparsanız kapayın kaçamadığınız gerçekleri, kapınızın önünde, evinizin içinde bulduğunuz bir dönemdeyiz. Avrupa Birliği’nin İklim Yasası, Haziran sonunda Avrupa Parlamentosu’ndan onay alarak artık kanunlaştı malum: söz konusu kapsamlı hukuki çerçeve, Türkiye’yi de etkileyecek ister istemez. Türkiye’nin AB üye adaylık statüsü ne olursa olsun, ekonomik ilişkiler bu etkileşime neden olacak ister istemez. Yeşiller, küresel iklim krizi konusuna ve siyasi statükonun çözmediği, çözemediği her soruna “doğal olarak” çözüm getirebilecek donanıma sahipler. Bir anlamda, “doğru rotayı” tayin ettirecek “kutup yıldızı”  gibi tüm siyasete öncülük edebilecek öz, Yeşiller’de var. Ancak, dünya genelindeki Yeşiller’in bugünkü temsilcilerinin de sürekli kendini yenilemesi ve kendi politikalarının pusulasını kaybetmemeleri gerekiyor elbette. Yoksa, onların da yerlerini gerçekten ‘yeşil’ değerleri temsil edecek başkaları alacaktır.

Türkiye’de dönüşüme neden olacak herkes ve herşey engellenmeye çalışılıyor. Kadın hareketi de, örneğin, sürekli engellemelerle ve hatta şiddetle karşılaşıyor. Çünkü, kadınların toplumsal ve siyasi değişim ve dönüşümün öncüsü olduğu, olacağı biliniyor. Yeşiller için de aynı set çekme, baskılama ve engelleme durumu söz konusu. Ancak, geleceği engelleyemezsiniz; Yeşiller için de su akacak, yolunu bulacak. O parti nasılsa kurulacak ve belki de, engellerin getirdiği sadece daha güçlü bir çıkış ve sonucu da engellenemez bir kalıcılık olacak.

Prof. Dr. E. Fuat Keyman

Siyaset bilimci, akademisyen, yazar

Türkiye siyaseti her zaman siyasi parti odaklı olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşu ve “ulus devlet-temelli modernleşme” sürecinde;  II. Dünya Savaşı sonrası “demokrasiye geçiş”te; 1980 sonrası başlayan ve pekişen “küreselleşme” sürecinde; 2000’li yıllardan bugüne devam eden “Avrupa Birliği ilişkileri” içinde; ve 2002’yılından bugüne devam eden “AK Parti yönetimi ve deneyimi” boyunca, Türkiye siyaseti siyasi parti odaklı hareket etmiş ve konuşulmuştur. Siyaset konuşulurken, demokrasinin bir ülkede pekişmesinin önemli unsurları olan ekonomik aktörler ve sivil toplum ikincil, hatta üçüncül önemde görülmüş, siyasi parti odaklı analizler ve yorumlar kamusal, hatta akademik tartışmanın merkezine oturmuştur. Son otuz yıldır kutuplaşmanın, bölünmenin, cemaatleşmenin temel nedenlerinin başında gelen “kimlik siyaseti”nden konuşurken bile ana referans kimliklere tekabül eden siyasi partiler olmuştur. Bu temelde de, siyaset yapmak siyasi parti kurmakla özdeşleşmiş ve siyasal alan sayılarını ve isimlerini hatırlamakta zorlandığımız siyasi partilerle dolmuş, taşmıştır. Türkiye siyaseti, bir taraftan siyasi parti odaklı hareket eden siyasi alan olma, diğer taraftan da siyasi parti sayılarındaki aşırı artışla birlikte parti enflasyonu sorunuyla karşılaşmıştır; güçlü partilerin bile (ANAP, DYP, Demokrat Parti gibi) zamanlarını hızla tamamlayıp, siyasi tarihten silindikleri bir tablo sergilemiştir. Dahası, bu tarih içinde, parti liderleri partilerden çok daha önemli ve etkili olmuş, Türkiye siyaseti giderek artan biçimde sadece siyasi parti odaklı değil, lider temelli bir nitelik kazanmıştır. Tüm bu noktaların ışığında şu soru meşru ve önemlidir: böyle bir tarihsel ve siyasi gerçeklik içinde, Türkiye’nin yeni bir partiye, Yeşil Parti’ye gereksinimi var mıdır? Yeşil Parti, zayıf ve lider temelli siyasi partiler tarihine bir ek mi olacaktır? Bu soruya net yanıtım şudur: “Türkiye’nin sadece bugün değil, dün de, daha somutta son on yıldır Yeşil Parti’ye gereksinimi vardır; ve Yeşil Parti, bir ek değil, varlığıyla, toplumsal sorunlar ve talepler alanında giderek önem kazanan ve büyüyen bir boşluğu dolduracaktır.  Yeşil Parti’nin başarılı olup olmayacağı ya da siyasi olarak ne kadar başarılı olacağı sorularından önce şu saptamayı yapmalıyız:  daha yaşanabilir, demokratik, adil, birlikte yaşama kültürü güçlü, ve sürdürülebilir kalkınma alanında başarılı bir Türkiye olasılığını siyasi alanda Yeşil Parti olmadan düşünemeyiz, düşünmemeliyiz. 2012 yılında, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi kurulurken de bu düşüncedeydim. Yeşiller Partisi’nin tek başına kurulmasının ve hareket etmesinin hem sosyolojik ve tarihsel hem de politik ve stratejik olarak daha doğru ve turalı olacağını yazılı ve sözlü olarak belirtmiştim. On yıl sonra ve bu dönemde küreselleşen dünyanın ve Türkiye’nin içinden geçtiği değişim ve dönüşüm içinde, bugün bu gereksinim çok daha netleşmiştir.  2020’ler dünyasının “ısınan dünya” olması; iklim değişikliği ve küresel ısınma sorunların temel sorun haline gelmesi; ama aynı zamanda, bu alanda yapılacak çalışmaların ekonomik eşitsizlik ve işsizlikten temel gereksinimlere ve güvenliğe uzanan alanda yaşanan sorunların çözümü için kritik önem taşıması; ve, yeşil partilerin ülke siyasetlerinde ve küresel yönetişimde etkili ve kilit aktör konumuna gelmeleri, Türkiye’nin niye Yeşil Parti’ye gereksimi olduğunun bir göstergesidir. Bugünün ve yarının küreselleşen dünyasında ve Türkiye’sinde, iklim değişikliği ve küresel ısınma alanı ve bu alandan çıkılarak yapılacaklar artık diğer siyasi partilere ve onların tercih sıralamasına bırakılmayacak kadar hayati ve önemlidir.  Tüm siyasi partilerin bu alanla ilgilendiğini biliyoruz, ama kendilerinin ana ve temel çalışma alanı olarak değil. Bu partiler, ne kadar önem verseler de, ya güvenlik, ya ekonomi, ya kimlik, ya ideoloji ana odak olarak hareket etmekte, iklim değişikliği ve küresel ısınma alanını bu odaklara eklemleyerek düşünmektedirler.  Bu yaklaşımın bir yönüyle kendi içinde bir sorunu yoktur; bir tercih olarak ele alınabilir. Ama, bu yaklaşımla ne iklim ve ısınma sorunlarına çözümde ne de genel düzeyde bir başarı elde etme olasılığı yüksektir. Yeşil Parti için bu alan ikinci değil, aksine ana ve temel odaklanma alanıdır ve yeşil partiler, karşılaştırmalı örneklerde görüleceği gibi, bu şekilde hareket etmeleriyle ülke siyasetlerinde kilit aktörler ya da iktidar adayı konumuna gelmişlerdir.  Yeşil Partilerin ülke yönetiminde güçlü olmaları zamanının geldiği bir dönemdeyiz.

26 Eylül’de yapılacak Almanya Seçimleri buna bir örnektir.  Yeşil Parti’nin ya birinci parti ya da iktidar ortağı olarak bu seçimleri tamamlama olasılığı çok yüksektir.  Partinin liderlerinden Annalena Baerbock, yeni siyaset, başka bir deyişle “gelecek siyaseti” anlayışının önemli aktörlerinden biri olmaya adaydır.  Almanya örneği gibi, diğer ülke örneklerinde de, sadece yeşil partilerin güçlendiğini değil, dahası, Kanada örneğinde olduğu gibi, merkez sol partilerin yerini aldığını görüyoruz.  Türkiye örneğinin bu gelişmelerin bir örneği olması için zaman gelmiştir, hatta geçmektedir.

Son olarak önemli bir noktanın altını çizmek isterim: son yıllarda, küresel ve Türkiye ölçeğinde gerek gençlik, gerek toplumsal eğilimler, gerekse de ülke sorunları üzerine yapılan araştırmaların gösterdiği gibi, toplumsal talep iklim-eşitsizlik-haysiyet-temel ihtiyaçlar sorunlarını öncül görmektedir. Aşırı kalkınmacı ve piyasacı neoliberal yaklaşımların aksine ve bu sorunları kendi odaklarına eklemleyerek düşünen siyasi partilerin yerine, Yeşil Parti bu talebin karşılanmasında önemli bir konumdadır ve gereklidir.  Yeşil Partisiz bir Türkiye, bu anlamda, toplumsal talepleri çözemeyen ya da birincil önemde görmeyen bir ülke olacaktır. İster küresel düzeyde gelişen “Yeşil Mutabakat” tartışmaları, gerek Türkiye’nin “Paris Anlaşması”nı imzalaması, gerek UNDP’nin “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”ne ülkemizin uyumu, gerekse de, ülke örnekleri içinde iklim-işsizlik-haysiyet-temel ihtiyaçları ilişkili gören gelecek siyaseti ve böyle bir yaklaşıma doğru giderek artan toplumsal talepler olsun, Türkiye’nin Yeşil Parti’ye gereksinimi vardır. Belki bu yüzden, böyle bir partinin nasıl bir performans göstereceği sorusundan bağımsız olarak, yaklaşık 9 aydır Yeşil Parti fikri ve Yeşil Parti’nin çalışmalarına başlaması İçişleri Bakanlığı tarafından engellenmektedir.  Ama, nereye kadar?

Dr. Ayşe Çavdar

Gazeteci, yazar, akademisyen

Türkiye’nin verili siyasi manzarası içinde çevreyi, doğayı, ekolojiyi aslında tüm canlıların ortak yaşamını merkeze alan bir Yeşiller Partisi’nin elzem olduğunu düşünüyorum. Ancak bu fikrin yerleşmesi yine aynı manzara sebebiyle zaman alacak gibi de görünüyor. Çünkü aslında ekolojik krizden daha acil olmayan bir dolu krizi çözecek siyasi enerjiyi bile bulup çıkaramadık henüz. Güçlü bir yeşil hareketin olduğu Türkiye’de, mevcut siyasi partilerin ancak kapıları iyice aşındırıldıktan sonra çevreyi/ekolojiyi gündemlerine almaları, ekolojik krizi ancak kendi bedenlerimizde hissettiğimiz zaman siyasi bir mesele olarak ele almamıza neden oldu ve bunda hem sağ hem sol partilerin büyük bir mesuliyeti var. Çünkü ekolojik kriz, Türkiye için de geri dönülmez noktaya nicedir ulaştı bir çok açıdan. Bundan böyle bir onarım değil, yaşamı yeniden örgütlemek söz konusu olacak. Yeşiller Partisi’nin bu aşamada çok önemli bir işlev göreceğini, başlangıçta hiç değilse diğer ve özellikle ana akım siyasi partilerin ekoloji anlamında bilgilerini, görgülerini artırmak için teşvik edici bir rol üstleneceğini düşünüyorum. Ayrıca şekillenmekte olan sol ittifakın da ekoloji politikalarıyla zenginleşmesini sağlayacaktır. Uzun vadede ise Yeşiller Partisi’nin yükselteceği ekolojik gündem, Türkiye’nin ana konularından biri olacak gibi görünüyor. Ne yapılması gerektiğini aslında Türkiye’deki ekolojik hareket az çok gösteriyor. Çevre ile ilişkimizin en az birbirimizle ilişkilerimiz kadar siyasi olduğunu vurgulamak, bir başka deyişle, ekolojik siyasetin gündelik hayat içindeki ortak tecrübemizde nasıl bir karşılığı olduğunu iyice anlatmak gerekir herhalde. Bunu yerel çevre örgütleri bir ölçüde yapıyorlar; ama biliyorsunuz çevre, bırakın yerel, bölgesel ya da ulusal olmanın çok ötesinde bir mesele. Ekolojik krizin sonuçlarıyla yaşamayı ancak küresel ölçekte örgütlenerek öğrenebiliriz. Dolayısıyla ikinci aşamada Yeşiller Partisi’nin en büyük katkısı yerel ağları bölgesel, ulusal ve küresel ekoloji mücadelesiyle ilişkilendirmek olacaktır.

Almanya biraz ayrıksı bir vaka bana kalırsa. Yeşillerin yükselişinde ekolojik kaygıların yükselmesinin ya da partinin yeşil siyasetinin beğenilmesinin ne kadar etkisi var emin değilim. Almanya Merkel’e güvendiyse de, Hristiyan Demokratlara ve Sosyal Demokratlara o kadar da güvenmiyor; bunu da her seçimde ifade ediyordu bir bakıma. Ayrıca, Merkel sonrasında Yeşillerin, Almanya’daki göçmenlerin dikkatini tekrar çekmeleri de anlaşılır bir durum. Gene, 20 yıldır şu ya da bu şekilde iktidarda kalmış iki partiye sınırlarını bildirme durumuyla ilgili bir vaziyet var ortada. Öte yandan Yeşiller’in yukarıda ifade ettiğim etkisi, Merkel döneminde iyice hissedilmişti. Merkel, yeşil politik gündemi iyi takip etti çünkü Yeşillerle rekabet halindeydi. Yeşiller, özellikle eyaletler düzeyinde Türkiyeli göçmenlerin geniş temsil alanı bulabildikleri bir parti. Dolayısıyla, yeşil politik gündemden çok bu tarafı ile, Türkiye siyaseti Yeşiller için önem taşıyor. Tabii Yeşiller Partisi’nde siyaset yapan Türkiyeli göçmenlerin çoğunluğu sol değerlere daha yakın görünüyor. Fakat bu durumun olsa olsa Merkel’in son birkaç yıldır sürdürdüğü siyasetin sürdürülmesi anlamında bir işlevi olacağını düşünüyorum. Merkel, “başka bir Türkiye mümkün ve hatta var” fikrine yatırım yapıyordu son birkaç yıldır. Bu, Türkiye ile ilişkilerin Erdoğan’a rağmen canlı tutulması demekti. Tabii asıl önemli konu hep, Suriyeli sığınmacıların Türkiye’de alıkonulması üzerinden yapılan pazarlık oldu. Yeşiller tek başlarına iktidar olsalar, Suriyeli sığınmacılar üzerinden yapılacak pazarlıkta bir tür “cesaret” gelebilirdi Almanya’ya. Ama durum öyle olacak gibi görünmüyor. Şöyle özetleyeyim: Almanya’da Yeşiller Partisi’nin koalisyonun birinci ortağı olduğu bir durumda bile, Erdoğan’ın yönettiği Türkiye ile ilişkilerin öyle hemen makas değiştireceğini sanmıyorum. Belki söylemsel düzeyde bir takım gerilimler ortaya çıkabilir ve bu heyecan yaratabilir; ama Almanya sığınmacı mevzuunda tüm AB’yi ikna etmeden doğrudan hayatlarımıza sirayet eden radikal bir değişiklik olmayacaktır. Ama Türkiye’de bir iktidar değişikliği olursa, örneğin Millet İttifakı’nın öncülük ettiği bir siyasi çerçeve kurulursa, yalnız Almanya değil Avrupa da mevcut tıkanıklıkları gidermek için daha hevesli olacaktır. Uzattım ama kısaca söylediğim şu: Yeşiller’in Türkiye siyasetini Merkel’in Türkiye siyasetinden farklılaştıracak asıl mesele, Suriyeli sığınmacılar meselesi; ama bu konuda Yeşiller isteseler bile radikal adımlar atabilecek durumda değiller, olmayacaklar.

Bu meselede yorumlayacak bir şey olduğundan bile emin değilim. AKP, hiçbir alanda herkes için geçerli bir hukuk kalmaması için elinden geleni özenle yapıyor. Ve bu engelleme girişimi de gene, sırf hukuk olmasın diye yapılmış işlerden biri. Fakat bir taraftan da iyi haber: Demek Yeşiller Partisi kurma girişiminde kendilerine yönelik bir tür “tehdit” görüyorlar ki engelliyorlar. Son iki yılda pek çok parti kuruldu, onlara da kimi engeller çıkardıklarını öğrendik, ama Yeşiller Partisi kurma girişimine yaptıkları kadar doğrudan değildi bu. Gezi İsyanı’ndan beri sık sık AKP’nin hayatiyet belirtisi taşıyan her şeyden korktuğunu düşünürüm. Demek ki Yeşiller Partisi kurma girişimi de bir hayatiyet belirtisi taşıyor ki, AKP’yi iyice korkutmuş. Bu ironik ifadeleri mazur görün lütfen. Ama hayli zamandır AKP-MHP koalisyonunun işlerini konuşurken aklımızı korumanın tek yolu ironiye başvurmak galiba.

Tanıl Bora

Siyaset bilimci, yazar, yayıncı

Büyük, iddialı yorumlar yapmaktan kaçınırım, anlayabildiğim kadarıyla birkaç şey söylemeye çalışayım. Önce, “mekanik” ve sevimsiz bir şey söyleyeyim. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen “bul % 51’i” düzeneği içerisinde, her bir partinin, her siyasi teşebbüsün bir küçük pazarlık payı olabiliyor. Öyle bir “fırsat”, olabilir elbette. Ama sahici ve muhtevalı bir siyasî etkiden söz edebiliyorsak, tabii başka şeyler konuşmalıyız. Bana yeşil bir siyasetin güçlenmesi bakımından, yeşil düşünce ile, ekolojik sistem eleştirisi ile yerel halk direnişleri arasında bağ kurmakta daha fazla mesafe almak gerek, gibi geliyor. Böyle bir bağ elbette hiç yok değil, en azından alttan alta var, bazı durumlarda kişisel veya ilişkisel bağlar da var. Öncelikle HDP bünyesi ve mücavir alanında, var. Bu bağın sıkılaşmasından, daha alışverişli, daha etkileşimsel hale gelmesinden söz ediyorum. Yanı sıra, üzerinde konuştuğumuz güçlenme için bir başka icabın, şehirlerde bir ekolojik hareketin, mücadelenin, faaliyetin gelişmesi gerekli sanırım. Kanal İstanbul kampanyası, önemli mesela. Ama kastettiğim, Kanal İstanbul’un da olduğu gibi “doğa” ile ilgili seferberlikten öte, kentsel çevreyle ilgili, tüketimle ilgili, diyelim otomobilleşmeye karşı yayalaşmayla ilgili bir hareketin oluşması. Kuşkusuz, daha zor işler. Ama yeşil siyasetin güçlenmesi için, yerel-kırsal gündeme ve “doğa” kategorisine sıkışmaktan çıkmanın elzem olduğunu sanıyorum.

Başta Almanya, sonra Fransa olmak üzere, Avrupa’nın yeşil partilerinin kuvvetli yanı da zayıf yanı da, işte bu: yerleşik kurumsal partiler coğrafyasının bir parçası haline gelmiş olmaları. Bu onlara bir görünürlük, meşruiyet, kabul edilebilirlik sağlıyor, kuvvetli yan bu. Zayıflatan yan ise, statükonun bir parçasına dönüşmeleri, devrimci, değişimci, silkeleyici etkilerinin azalması; hatta yok olması. Almanya’yı daha yakından biliyorum; 1998-2005 arasında Yeşil Parti’yle Sosyal Demokratların iktidar ortaklığı, bu bakımda bariz bir dönüm noktası oldu. Biliyorsunuz, Yeşillerin simge şahsiyetlerinden, barış hareketinin de bağrında yer almış Joschka Fischer’in Dışişleri Bakanı olarak Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ilk sınır ötesi askerî harekâtını haklılaştırması ve uygulaması, mesela, çok tartışma yarattı. Yeşiller Partisi’nin, salt muhalefet ve karşı çıkma pozisyonundan yönetime katılma, bizzat yönetme pozisyonuna geçerken, kaçınılmaz olarak, pragmatizmi, oportünizme doğru büktüğüne dair eleştiriler, çok dillendirildi. Boş bir eleştiri değildir. Pragmatizm kötü bir şey değildir, yapabilirliğe odaklanan iradeciliğiyle aksine çok iyidir, Yeşiller’in bu yönde kat ettiği tecrübe de çok değerli, fakat işte eleştirel, alternatif program, ufuk, niyet yittiği zaman, işin rengi değişiyor. Almanya’da –genel olarak Avrupa’da- Yeşiller’in şehirli tahsilli orta sınıfa hitap eden bir zümre partisi haline geldiği, hatta eskiden Liberaller’in tuttuğu yeri aldığı, ülkemizde hakaret olarak kullanılan siyasî tasnifin objektif karşılığıyla sol-liberal bir çizgiye oturduğu çok söyleniyor; esas itibarıyla yanlış da değil. Bu, Yeşiller’in “kötü” olduğu anlamına gelmiyor tabii! Hiç yoksa, insan hakları ve demokrasi meselelerinde, eskiden (80’ler öncesinde) sosyal demokratların oynadığı rolü oynuyorlar. Yeşil bakış açısının, bir tuhaflık ve marjinallik olarak görülmekten çıkmasını sağlıyorlar. Ancak işte, bu “kurumlaşmış” vaziyet,  onları biraz daha idare-i maslahatçı hale getirdi. Toplumsal hareket damarları epeyce kurudu, oradan gelen radikalizm ve canlılık pek kalmadı. O bakımdan, bir “dalga”dan söz edilebileceğini düşünmüyorum. Yeşiller, Avrupa’da yerleşik siyasette sosyal demokratların ve –kısmen- liberallerin tükenen reformist enerjisini ikame ediyorlar, bence. (Söylemeye gerek yok, burada “reformist”i eski Marksist-Leninist dildeki gibi mutlak fenalık anlamında kullanmıyorum.) Almanya’da bir dahaki seçimde Yeşiller’in koalisyonun büyük ortağı olma ihtimali var; ama başaramayabilirler de; yeni liderleri biraz hayal kırıklığı yarattı; bir tıkanma hali var. Ama hâlâ birinci parti çıkabilirler; dilerim de çıkarlar. İktidardaki Yeşiller’in Türkiye siyasetine bakışına karşı halihazır iktidar reaksiyon gösterecektir tahmin ediyorum, oklarını çıkaracaktır. Yine tahminle söylüyorum, Yeşiller de sözlerini geçirebilmek, etkide bulunmak için kendilerini ılımlandırmaya çalışacaklardır. Bir gölge boksu olur gibi geliyor, yani! Tabii şunu da unutmamalı, “devlet politikası” diye bir şey oluyor, sadece dışişleri ve güvenlik bürokrasisinin değil, büyük sermayenin “tercihlerinin” de belirlediği; Yeşiller o çerçeveyi zorlayabilirler ama kırıp parçalayacak halleri yok, onu da unutmamak lazım.

[Yeşiller Partisi’nin resmen kuruluşunun engellenmesi] yasadışıdan ve antidemokratik’ten daha kötüsü: Kurumlaşan keyfîlik rejiminin açık bir tezahürü. Skandal niteliğinde bir tezahürü.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan