Yazan: Akgün İlhan

Marmara Denizi, 2020 yılının Kasım ayından bu yana büyüyen bir müsilaj (deniz salyası) sorunuyla karşı karşıya. Öyle ki müsilaj artık sadece balıkçıların veya birkaç bilim insanının değil; Marmara Denizi çevresinde yaşayan 25 milyonun da sorunu haline geldi. Buzdağının görünen kısmından ötede ise deniz içindeki yaşamın belirli yerlerde sona erdiğini gösteren onlarca su altı fotoğrafı ve videosu var. Deniz sıcaklığının artmasıyla birlikte daha da görünür hale gelen deniz salyası, Haziran ayında yetkilileri nihayet harekete geçirebildi. Marmara Belediyeler Birliği ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı işbirliğinde 4 Haziran 2021’de gerçekleştirilen “Marmara Denizi’nde Müsilaj Problemi ve Çözüm Önerileri” isimli çevrimiçi çalıştayın ardından Marmara Denizi Eylem Planı hazırlanarak 6 Haziranda kamuoyuyla paylaşıldı. 8 Haziran 2021 tarihinde de deniz temizliği seferberliği başlatıldı. Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) da bu eylem planına dair bir bildiri yayımladı. Son olarak 20 Haziran’da Yeşiller Partisi’nin düzenlediği “Marmara’ya Bir Soluk” başlıklı çevrimiçi forumda müsilaj meselesi, balıkçılardan turizmcilere etkilenen farklı kesimleri ve uzmanları bir araya getirerek ele alındı. Forum “İğneyle kuyu kazmayın, sorunları kökünden çözün!” başlıklı bir bildirgeyle sonuçlandı. Önümüzdeki dönemde Marmara Denizi’ne neler olacağı, oluşturulan eylem planının ayaklara yere basar hale gelmesine ve uygulanmasında gösterilecek iradeye bağlı gibi görünüyor.  

Müsilaj nedir?

Müsilaj, fitoplanktonlar da dâhil olmak üzere hemen tüm bitkiler tarafından salgılanan zamksı bir maddedir. Bu maddenin denizdeki oranının artması, fitoplankton popülasyonun büyümesi anlamına gelir. Bu büyümeyi üç temel unsur belirler: Bunlardan ilki, fitoplanktonların erişebileceği azot ve fosfor gibi besinlerin miktarındaki artış; ikincisi, deniz ortamının sıcaklığında meydana gelen yükseliş ve üçüncüsü, fitoplankton yiyen canlı popülasyonundaki düşüş olarak özetlenebilir. Bu üç şart bir araya geldiğinde müsilaj artışı kaçınılmazdır. Deniz yüzeyini ve içini kaplayabilen bu salgı, denizdeki oksijen miktarını düşürebilir, toplu ölümlere neden olabilir ve güneş ışınlarını kesebilir. Yani müsilaj artışı, çeşitli olumsuz değişimlerin bir sonucu olduğu kadar, nedenidir de. Bu da müsilaj artışını, nedenlerin sonuçları, sonuçların da nedenleri beslediği bir kısırdöngünün tetikleyicisi haline getirir.   

Marmara Denizi’nde müsilaj neden arttı? 

Müsilajın artışında en önemli üç faktörün üçü de Marmara Denizi ve etrafındaki topraklar için mevcuttur. Yani başta karasal olmak üzere çeşitli kirlilik kaynakları, yükselen deniz sıcaklığı ve artan biyoçeşitlilik kaybı gibi etmenler müsilaj sorununun en önemli nedenleridir. Bu etmenler hem fiziksel hem  de yönetimsel kaynaklıdır.  

Su kullanımının artmasıyla birlikte kirlilik kaynakları da artıyor   

Marmara Denizi Asya’yı Avrupa’ya bağlayan jeopolitik konumuyla binyıllardır büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir coğrafya. Bu nedenle de tarihin hemen her döneminde hem kara hem de deniz trafiği kaynaklı kirliliğe maruz kalmış. Günümüzde ise Türkiye’nin toplamda yedi farklı kentine dokunan Marmara, bu şehirlerin hızla büyüyen kentsel, endüstriyel ve tarımsal atıksularının adeta çökertme havuzuna dönüşmüş durumda. Tek sorumlu, ülke nüfusunun yüzde 18’ini barındıran İstanbul’un kentsel atıksu yükü değil elbette. Tekirdağ, Kocaeli, Yalova ve Bursa’dan gelen endüstriyel atıksular ile Trakya, Balıkesir, Bursa ve Yalova’daki tarımsal faaliyetler sonucu ortaya çıkan kirleticiler Marmara Denizi’ne akıyor. Türkiye’nin yüzölçümü açısından en küçük ikinci bölgesi olan ve toplam akışının sadece yüzde 4’lük kısmını toplayan Marmara, ülke nüfusunun yüzde 28’ini barındırıyor. Marmara aynı zamanda Türkiye’nin milli gelirinde yarıya yakın bir paya da sahip. Yani su ve toprak gibi doğal kaynakları oldukça kısıtlı olmasına rağmen nüfus ve ekonomik faaliyetler açısından Türkiye’nin açık ara en yoğun bölgesinin ortasında yer alan bir iç denizden bahsediyoruz. Hem yoğun nüfusun doğrudan oluşturduğu, hem de bunca endüstriyel ve tarımsal faaliyetin sonucu ortaya çıkan milyonlarca metreküplük atıksu, gerek yasal gerekse yasadışı biçimlerde düzgün bir arıtmaya tabi tutulmadan denize inince Marmara artık bu kadar yükü kaldıramaz hale geliyor.

Bunların dışındaki karasal kirlilik kaynaklarına örnek olarak, düzenli çöp depolama alanlarından sızan atıksular ve termal deşarjlar gibi noktasal kirleticiler ile hayvancılık, orman-mera faaliyetleri ve meskûn mahallerden yağışların ilk 5 ila 10 dakikası içinde gelen kirli sular gibi yaygın kirleticileri verebiliriz. Ancak bu örnekler düzenli olarak denize verilen kentsel ve endüstriyel atıksuyun ve tarım alanlarından yağışlarla gelen kirlilik yükünün yanında daha ufak bir paya sahip. Aynı durum deniz trafiğinden kaynaklanan kirleticiler için de geçerli. Marmara’nın Çanakkale ve İstanbul boğazları nedeniyle uluslararası deniz yolu dışında kentler arası ve kent içi deniz trafiği deniz kirliliğine neden olsa da, bu kirlilik karasal kaynaklara oranla oldukça düşük miktarda.   

Deniz sıcaklığı iklim değişikliğine bağlı artıyor   

Kirlilikten sonra gelen ikinci önemli faktör ise iklim değişikliğine bağlı olarak deniz sıcaklığının normalin üzerinde (2-3 0C) artmış olması. Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenen Doğu Akdeniz havzasında yer alan bir ülke olduğu için küresel ortalamanın üzerinde bir sıcaklık artışına maruz kalıyor. Atıksularla birlikte gelen azot, fosfor ve potasyum gibi besinlere eriştiği için zaten avantajlı konumda olan fitoplankton popülasyonları, denizin sıcaklığı arttığında daha da büyüyor.

Denizdeki biyoçeşitlilik azalıyor

Deniz sıcaklığı artışı ve akıntı sistemlerindeki değişimlerle, Marmara’daki çözünmüş oksijen giderek azalıyor. Böylece, başta balıklar olmak üzere toplu ölümler yaşanıyor. Buna gırgır ve trol gibi tekniklerle hem deniz ekosistemine zarar veren hem de aşırı miktarlarda avlanmaya neden olan balıkçılık faaliyetleri de eklenince besin zincirinin en altında yer alan fitoplanktonları yiyerek kontrol altında tutan pek çok canlı türü büyük zararlar görerek ortadan kalkabiliyor veya başka denizlere göç edebiliyor. Marmara kıyıları boyunca yapılmış dolgu alanları da biyoçeşitliliğe zarar veriyor. Azalan biyoçeşitlilik nedeniyle de müsilaja neden olan fitoplanktonlar, zararlı algler ve deniz anası popülasyonları büyüyor.

Müsilaj artışının tetiklediği sorunlar

Müsilaj, denizdeki oksijen seviyesini azaltarak başta balıklar olmak üzere pek çok canlının ölümüne ve biyoçeşitlilik kaybına neden olabilir. Denizin içinde askıda katı madde oranını artırdığı için denizin daha da ısınmasına neden olabilir. Müsilaj, büyük miktarlarda biriktiğinde, zararlı patojenler için son derece elverişli uygun bir habitata dönüşüp denizle doğrudan temas eden insanlara ve diğer canlılara zarar verebilir. Müsilaj artışı, başta balıkçılık olmak üzere turizm, gastronomi ve taşıma gibi sektörlere de zarar verir. Denizi kaplayan müsilaj, teknelere zarar vererek de balıkçılık faaliyetlerini engelleyebilir. Kentsel rekreasyonel faaliyetlerin azalması etkisini de doğurabilen müsilaj, halk sağlığını dolaylı olarak da olumsuz etkileyebilir. 

Mevcut çözüm önerileri neler?

Marmara Denizi Eylem Planı’na ve ardından başlatılan deniz temizliği uygulamalarına baktığımızda üç temel sorun göze çarpıyor: Birinci olarak, eylem planında sıralanan 22 maddenin hangi bütçeyle, ne zamana kadar, hangi hedeflerle ve nasıl gerçekleşeceği belirtilmediği için bunların temenniden öteye geçmeleri oldukça zor görünüyor. Örneğin Marmara Denizi’nin tamamının koruma alanı olarak ilan edilmesine dair 3. madde teoride şahane olsa da uygulaması nasıl olur büyük merak konusu. Denizin etrafında 25 milyonluk nüfus ve bunca yapılaşma varken Marmara Denizi nasıl koruma alanı olabilir? Koruma alanı ilan edilmiş bir denize ileri biyolojik arıtmaya tabi tutulmuş bile olsa 5. maddede belirtilen atıksu deşarjı nasıl yapılabilir? Ya da böyle bir eylem planında hassas kıyı ekosistemlerinin dolgu alanlarıyla yok edilmesine dair neden bir tane bile madde bulunmaz?  

İkinci olarak, 9. maddede bahsedilen atıksu arıtma tesislerinin yapımı ve işletilmesini çok daha kolay hale getirmek için kamu-özel sektör işbirliği modellerinin hayata geçirilmesi yaşam kaynağımız ve varlık nedenimiz Marmara Denizi’nin kaderini kâr odaklı özel şirketlerin eline bırakmak demek. Kamu-özel işbirliğinin içinde kamunun adı geçse de daha çok özel sektörün çıkarlarını korumaya yönelik anlaşmalarla sabitlendiğini söylemek gerek. Bu tesislerin hem kurulma hem de işletme maliyetleri oldukça yüksek olsa da çare özelleştirme olmamalı. Kamu kaynakları ve kamu eliyle yapılması gereken bu tesislerin inşası ve/veya işletilmesi aşamalarına kar odaklı şirketlerin dâhil edilmesi işleri iddia edildiği gibi kolaylaştırmaktan çok kamuya ekonomik yükler yaratıyor. Buna örnek olarak kamu-özel işbirliğiyle yapılan yol ve köprü projeleri verilebilir. Bu tip anlaşmalarda hizmet alımı garantisi gereği, vatandaş yolu veya köprüyü ister kullansın ister kullanmasın, şirkete devletin kasasından yani vatandaşın cebinden para gidiyor.

Üçüncü olarak da, deniz temizliği seferberliği adı altında atık kabul gemileri, deniz süpürgeleri ve vidanjörlerle yapılan temizlik çalışmaları, iğneyle kuyu kazmaktan çok öteye gidemiyor. Bu çalışmalar hiçbir şey yapmamaktan iyi kabul edilse de, sorunun kaynaklarını ortadan kaldıracak gerçek adımlar atılmadığı sürece yapılanlar yeşil badana veya göz boyama eleştirilerini haklı çıkarıyor. Bu yüzeysel temizlik çalışmaları sorunun çözüldüğüne dair yanlış bir toplumsal algıya da neden olabiliyor. Müsilaj yiyen bakteri veya balık gibi canlı türlerinin deniz ortamına bırakılması gibi yöntemler ise, müsilaj artışı görünür olduğundan beri gündemden düşmüyor. Marmara Denizi gibi devasa boyutlarda karmaşık bir ekosistemle böylesine düz mantık bir deneyin tahmin edilmesi güç ve son derece olumsuz sonuçları olabilir. Müsilaj sorununun önemli nedenlerinden biri olan biyoçeşitlilik kaybını daha da büyütme riski olan bu tip yöntemlerden kaçınmak gerekiyor. Denizdeki oksijen oranını artırmak için Kocaeli Körfezi’nde 4 ayrı noktada ve İstanbul Pendik Marina’da 30 metre derinlikte oksijenlendirme çalışmaları 22 Haziranda başladı. Birkaç hafta sürdürülecek bu uygulama başarılı olursa Marmara genelinde yaygınlaştırılacak. Ancak bu uygulamadan da fazla medet ummamak gerekiyor. 8 Haziran tarihinden itibaren iki hafta içinde denizi kirleten 97 tesise sadece13 milyon TL ceza kesilmiş olması da başka bir sorun. Tek bir tesis için bile büyük bir miktar sayılamayacak bu para cezaları, kapatılma cezalarına dönüşmedikçe sonuç alınamayacak gibi görünüyor. İğneyle kuyu kazılmaya devam ederken, sorunlar daha da büyüyor ve içinden çıkılmaz hale geliyor.

Peki, müsilaj meselesi nasıl çözülür?

Müsilaj sorununun en önemli nedeni, kentlerden ve kırsal bölgelerden gelen kirleticiler. Kentsel atıksuyun kontrolü daha kolay olduğu için bu kirliliği ortadan kaldırıcı düzenlemeler acilen yapılmalı. Mesela, İstanbul 1989 yılından bu yana süren arıtılmamış kentsel atık suların derin deşarj yöntemiyle denize verilmesi uygulamasına derhal son vermeli. O dönemde atıksuların alt akıntıyla birlikte Karadeniz’e taşınacağı ve taşınamayanların da çözüneceği beklentisiyle başlatılan bu uygulama, kısa süre sonra kitlesel balık ölümleri ve deniz anası popülasyonlarında artışlar gibi sorunları başlatmıştı. Ancak tüm bunlara rağmen aynı uygulama 30 seneyi aşkın bir süredir devam ediyor. Atıksuların ileri derece biyolojik arıtmaya tabii tutulması lazım. Ancak bu, yüksek bir maliyet, enerji kullanımı ve karbon emisyonu demek. Ayrıca Marmara gibi bir iç denize, arıtmaya tabi tutulmuş suyun bile doğrudan verilmesi sakıncalı. Dolayısıyla kentsel ve endüstriyel atıksuyun döngüsel kullanımla yeniden ve yerinde kullanıma sokulması yoluyla denize deşarjın en aza indirilmesi lazım. Daire ve bina ölçeğinde grisuyun yeniden kullanımı, yağmur sarnıçları gibi ek su yaratacak uygulamalar yaygın hale geldikçe, su hem daha az kirleniyor hem de akarsu, göl, baraj ve yeraltı suları gibi birincil su kaynaklarımız üzerindeki talep baskısı azalıyor. Bu da atıksu arıtma tesislerinin daha az çalışması ve daha az enerji tüketerek, karbon salımlarını azaltması anlamına geliyor. Kaçak deşarjlar ise, sıkı bir denetim yapılarak para değil, kapatma cezaları ile caydırıcı hale getirilmeli.

Tarım ve orman-mera gibi geniş alanlardan yağışlarla gelen yaygın kirlilik ise iyi tarım uygulamaları ile azaltılmalı. Azot ve fosfor gübreleri, otkıran ve böcekkıran gibi kimyasal zehirler ne kadar az kullanılırsa, toprak ve su o kadar az kirleniyor. Meskûn mahallerden yağışlarla denize inen kirli suyun azaltılması ise, kentlerdeki yeşil alanların hem miktar hem de kalite olarak artırılması sonucunda yağışları sünger gibi tutmasıyla mümkün olabilir. Yani kirliliğin azaltılması için hem kentler hem de kırsal alanlar döngüsel su kullanımını hayata geçirecek ve doğal su döngüsünü koruyacak biçimde tasarlanmalı ve yeniden düzenlenmeli.

Müsilaj artışının ikinci önemli nedeni olan iklim değişikliğine bağlı deniz sıcaklığı artışının önüne geçmek daha uzun erimli, daha kapsamlı ve daha geniş ölçekte yönetimsel adımlar gerektiriyor. İklim değişikliğini azaltım için atılması gereken ilk adım, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylaması olmalı. Türkiye’nin bunun ardından anlaşma çerçevesine uygun emisyon azaltım hedeflerini, hukuki düzenlemeleri ve eylem planlarını yapmaya başlaması gerekiyor. Türkiye’nin iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkelerden birisi olduğunu bir kez daha ispatlayan bu müsilaj artışı, iklim değişikliğinin herkesin hayatına dokunan güncel bir sorun olduğunu karar vericilere anlatmada bir kaldıraç görevi görmeli.

Müsilaj artışındaki üçüncü neden ise, biyoçeşitlilik kaybına bağlı olarak fitoplankton popülasyonlarını baskılayıcı türlerin ortadan kalkması. Müsilajı salgılayan fitoplantktonları yiyerek beslenen canlıların deniz kirliliği, deniz ekosistemini altüst eden gırgır ve trol gibi tekniklerle yapılan balıkçılık faaliyetleri ve kıyıları yok eden dolgu alanları gibi uygulamalar başta olmak üzere pek çok etmenden etkilenmesi sonucu denizdeki biyoçeşitlilik azalıyor. Bunun önüne geçmek için Marmara ekosistemi kendini toparlayıncaya kadar her türlü balıkçılık faaliyetine ara verilmesi, kentlerdeki dolgu alanlarının rehabilite edilerek deniz ekosistemine tekrar kazandırılması, karasal kirliliğin yanı sıra deniz trafiği kaynaklı kirliliğin de denetim altına alınması ve bu konuda caydırıcı cezaların uygulanması gerekiyor.

Özet olarak, bu üç nedenin birbirini beslediği, on yıllardır görmezlikten gelinen kirliliğin katlanarak arttığı, iklim değişikliğinin hızla şiddetlendiği, Marmara Denizi etrafında yaşayan nüfusun ve su tüketiminin gün be gün büyüdüğü, kentlerin daha büyük alanları su geçirmez zeminlerle mühürlediği ve su döngüsünü bozduğu bütünlükçü bir biçimde hesaba katıldığında müsilaj sorununun giderek karmaşık hale geleceği aşikar. Kaynağı doğa ve iklimle uyumsuz politikalar ve yönetimsel uygulamalar olan bu sorun başka krizlerle birleşmeden hedefleri, tarihleri, bütçeleri ve yöntemleri belli adımları içeren bir eylem planının oluşturulması ve ivedilikle hayata geçirilmesi ile çözülebilir. Yoksa bu müsilaj artışı sadece Marmara Denizi’nin değil geleceğimizin de sonu olur. 

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan