Yazan: Bülent Atamer [2]

Eldeki demokrasimizi de yitiriyor muyuz?

İkizdere’de taş ocağı işletmesine direnen köylüler, Kazdağları’nda altın işletmeciğine ve ormanların talanına, 4 yıla yakın süredir hakkında hüküm hatta iddianame olmadan tutukluluğu devam eden Osman Kavala, İstanbul’a kanal saçmalığının neden olacağı mal eldeğiştirmeleri ve bu vesileyle kent varlıklarının değer değişimi, el değişimi, ama en önemlisi doğanın geri döndürülemez tahribatı, KHK mağduriyetleri, Covid-19 salgını dolayısıyla iyice görünür hale gelen ülke kaynaklarının gayr-ı adil bölüşümü; bunların tümünün konuşulamaz, sorulamaz, sorgulanamaz hale gelmesi ve çokça bilinen başka  örneklerin çizdiği karanlık tablo ortada duruyor. Bunlara ilişkin soru soran gazetecilerin terslendiği, işinden olduğu, hatta kovuşturulduğu durumun demokrasi ile ilgisi olduğunu söylemek mümkün olmamalı.  

Geçen yüzyılın ilk yarısında hakim model olarak çalışan sosyal devlet anlayışı, yurttaşlarının sağlık, sosyal güvenlik, eğitim, ülke içi ve dış güvenlik tehditleri karşısında savunulmasını devlet eliyle yürütmeyi esas almıştı.

Son yıllarda, birçok ülkede de görülen, yaygınlaşan popülizm çağının belirgin göstergeleri otoriterleşen yönetim sistemleri. Fransa’dan, Macaristan’a, ABD’den Brezilya’ya, Arjantin’e, Filipinler’e, yılların eskitemediği liderlerin yönettiği Afrika ülkelerine, Doğu ve Güneydoğu Asya’ya, tüm dünyayı saran otoriter rejimlerin üstüne Covid-19 salgını da gelince insanlık ölçülemez kısıtlar altında bunalır hale geldi.

Resim 1: Dünya üzerindeki otokrat liderlerin bazıları
(Foto kaynak: The Globe Post)

Bu tablonun, yalnızca darbeyle, yolsuzlukla yönetimin ele geçirildiği ülkelerde değil, seçimli sistemlerle yönetilen ülkelerde de yaygın olarak görülmesi, durumun seçim sahtecilikleri, sandık oyunları ile açıklanabilmesine elvermiyor. Toplumlar kendilerini güvende hissetmedikleri zaman, insanlık veya yurttaşlık gibi makro kimliklerin yerine milli, etnik, dinsel alt kimliklere daha güçlü şekilde sarılıyor ve o küçük kabuk içinde kendilerini daha güvende hissediyorlar. Buna yanıt veren veya bu çekilmeyi öneren politikaları da destekliyorlar. Özgürlüklerinden ödün vererek de olsa yurttaş haklarının önemli bölümünü yönetici otoriteye teslim ediyorlar. İçinde bulunduğumuz yüzyılda insanları bu küçük kabuklarının içine iten olgusal gerekçeler bolca var; doğal afetlerin zorlamasıyla veya işsizlik sonucu veya bölgesel savaşların vb. yolaçtığı uluslararası göç dalgaları, göçülen hedef ülkelerde milli kabuğu  güçlendiren önemli etkenlerin başında yer alıyor. Geçen yüzyılın ilk yarısında hakim model olarak çalışan sosyal devlet anlayışı, yurttaşlarının sağlık, sosyal güvenlik, eğitim, ülke içi ve dış güvenlik tehditleri karşısında savunulmasını devlet eliyle yürütmeyi esas almıştı. Ancak, 70’lerden sonra gelişen yeni liberal politikalar devletin üstlendiği rollerin devletlere yük olduğu anlayışını geliştirdi. Yurttaşları güvencesiz, parası kadar sağlık, eğitim, güvenlik alabilen bireyler haline getirdi. Kırsal nüfus, iş imkanları daha fazla olan kentlere göçtü, kentlerde yeni yerleşim alanları oluştu, toplum katmanlarının içiçeliği bozuldu, imkan eşitsizlikleri de bunların üstüne gelince, toplum kesimleri arasındaki ayrışmalar derinleşti. Neoliberal rejimler, bu ayrışmanın doğallığını anlattılar yurttaşlarına; değersizler değerlerine razı olarak yaşamaya mecbur hale geldi.

Devlet yapıları da artık, piyasa olarak tanımlanan mekanizmanın içinde bir “iş” olarak çalışmaya, ancak kar ederse varlığını sürdürebilecek kurumsal karaktere büründüler. Artık yurttaşların yönlendirme, denetleme, hesap sorma imkanlarının olmadığı; hatta yurttaşı kendisine tehdit olarak gören, onun özgürlük sınırlarını daraltarak yeniden tanımlayan, giderek rejimin yurttaşı izlediği ve denetlediği, sesini ayarladığı bir kurum haline geldi neoliberal sistemin devleti. Bu devlet kimi fonksiyonları için taşeronlar kiraladı, o taşeronlar güvenlik dahil yurttaşın özel yaşamının tehdidi olmaya kadar vardırdı işini.

Demokrasinin yaşayabilmesi için gerekli asgari şartlar; insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü ve periyodik ve gerçek anlamıyla serbest seçim hakkının bulunması olarak tanımlanıyor. FreedomHouse  dünyada demokrasi performansını izliyor; 2005 ile 2019 arasında geçen 14 yılda demokrasisi gelişen ülkeler (yukarı doğru mavi rankle belirtilen sayılar) ile gerileyen ülkelerin sayısını (aşağı doğru kırmızı renkle belirtilen sayılar) belirliyor ve aşağıdaki infografikte gösteriyor.

Grafik 1: FreedomHouse’a göre 21. yüzyıla giren dünyamızda demokrasi zayıflamakta, yaygınlığı azalmakta.
(Kaynak: https://freedomhouse.org/report/freedom-world/2020/leaderless-struggle-democracy)

Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinden birkaç gösterge

Yaşadığımız tarihin demokrasi dozunu ölçebilecek çok fazla gösterge bulabiliriz; burada resmi gazetelerden toparlanan olağanüstü dönemlerin bir dökümüne bakmanın yeteri ölçüde durumu göstereceğini varsayarak kestirmeden gitmek düşünüldü.

… cumhuriyet tarihiniz boyunca demokrasi denen sistemin gerektirdiği temel hak ve özgürlükleri kullanamadan yaşamış, devletinizin izin verdiği kadar özgür olmuşsunuz

Türkiye’de cumhuriyet tarihi boyunca yerel ve ülke genelinde uygulanan sıkıyönetim dönemleri, 82 Anayasasında kurumlaştırılan olağanüstü hal dönemleri ve 2017’den sonra başkanlık rejiminin bile içine zor sığan, meclisi devreden çıkaran, KHK rejimi altında yaşanan dönemler aşağıda listeleniyor. Unutulmamalı, bu dönemler kişi hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı dönemlerdir.

Görüldüğü gibi, 1925 ile 1987 arasındaki 62 yılın 27 yılı sıkıyönetim altında geçmiş. 1987 ile 2018 arasındaki 95 yılın 44 yılı Sıkıyönetim ve sonrasında OHAL uygulamaları altında geçmiş. Bu dönem cumhuriyet tarihimizin %46’sı demek.

15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından 40’a yakın KHK yayınlandı, bu KHK’larla 200 binden fazla kamu çalışanının işine son verildi, dernekler ve vakıflar kapatıldı, kimi varlıklara el konuldu. Haber alma, ifade, gösteri, seyahat ve örgütlenme özgürlükleri kısıtlandı, tüm dünyada erişilebilen internet sitelerine erişim yasağı getirildi.

Bu listeleme bizlere özetle, “siz cumhuriyet tarihiniz boyunca demokrasi denen sistemin gerektirdiği temel hak ve özgürlükleri kullanamadan yaşamış, devletinizin izin verdiği kadar özgür olmuşsunuz” diyor.

Demokrasi kampanyaları

Burada “Demokrasi kampanyası” ifadesini, sorunlarının çözümünü demokrasinin gerçekleşmesinde görenlerin yürüttükleri etkinlikler anlamında kullandım.

İnsanı insan yapan özellikler arasında cesaretle, azimle haklarını talep etmek, dayanışmasını sürdürmek gelir. Cumhuriyet tarihimizin tümündeki hak, adalet, demokrasi mücadelelerini incelemek burada dökümünü yapmak değil bu yazının amacı. Ancak son 25-30 senenin verilerine bakmak, bitmeyen demokrasi talebini anlamak ve kullanılan yöntemleri, geliştirilen mücadele araçlarını görmek açısından ışık tutucu olabilir. Aşağıdaki liste demokrasi teması etrafında yapılan ve internet üzerinden bilgi toplanabilen toplantı, konferans çalışmalarının yıllarını, düzenleyici kuruluşları ve toplantıların adlarını gösteriyor.

1995Umut VakfıArabuluculuk ve Demokrasi
1997Diyarbakır BBUluslararası Demokrasi, Hukuk ve İnsan
2007Belçika-Türk Gençİslam ve Demokrasi
2012EDPDemokrasi
2012TMMOBDemokrasi
2012Akdenizli Kadınlar ve Demokrasi
2013KAOS GLDemokrasi ve Barış
2013KADERDemokrasi ve Siyasal Katılım
2016ADDCumhuriyet ve Demokrasi
2017Üniversiteler, Belediyeler, KaymakamlıklarDemokrasi ve Milli Birlik Konferansları
2018Muratpaşa BelAdalet ve Demokrasi
2018DİTAMKültürde, Sanatta, Yaşamda, Çoğulculuk ve Demokrasi
2020CHPDemokrasi ve Hukuk

Bu listeye bakıldığında görülecektir ki, demokrasi kampanyası yürüten özneler arasında sivil yapılar olduğu gibi, resmi kurum ve kuruluşlar da var. Sivil yapılar arasında meslek örgütleri, partiler, STK’ların varlığı, demokrasi ihtiyacının yaygınlığını göstermesinin yanısıra, demokrasiye ihtiyaç duyan ve bunun kampanyasını yapanların tekil ve örgütlenmiş yurttaşlardan, siyaset aktörlerine kadar zengin bir özne yapısına sahip olduğuna işaret ediyor. Yani demokrasi eksiğinin neden olduğu mağduriyetleri yaşayanların da, demokrasiyi sağlayacak düzenlemeleri yapacak olanların da demokrasi istemesi, demokrasi eksikliği engelinin köklü, yapısal ve merkezi  güçlerde toplanmış olduğuna işaret ediyor.

Görülebilecek diğer bir nokta da, resmi kurumlarca yürütülen kampanyaların başlığından, zamanlamasına kadar herşeyin ortak olması ve bunların 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin birinci yıl dönümüne denk gelmesi. Buradan şu anlaşılıyor: rejim ve yönetim, darbenin önlenmesini bir demokrasi zaferi olarak propaganda etmek istiyor. Hemen tüm üniversitelerde, belediyelerde, kaymakamlıklarda yapılan konferans, kongre benzeri faaliyetlerin başlığı “demokrasi ve milli birlik”. Buradan anlaşılabilecek olan şey, demokrasi eksiği olduğunun toplum tarafından da gözlendiği, devlet kurumlarının da bunun farkında olduğu, ancak nedenlerin devlet içindeki dış bağlantılı, bölücü niyetler ve faaliyetler olduğunun kabul ettirilmesinin amaçlandığı. Toplum devletine güvenmeli ve ona yaslanmalı, onu korumalı, ona itaat etmeli.

Sivil yapıların yürüttüğü kampanyaların bir bölümü uzun soluklu ve süreklilik gösteriyor. Bunların bir bölümü hak ihlallerinin teşhiri ve önlenmesini amaçlıyor ve demokrasi kavramı altında buluşuyor. Önemli bir örnek, sonuç almak açısından başarılı olan, İstanbul belediyesi seçiminde denenen seçim ittifakının sürdürülmesi ve ittifakın kurumsallaştırılması ve güçlendirilmesine yönelik. Bu tür kampanyalar günlük bir etkinlik şeklinde değil, süregiden bir dizi etkinlik şeklinde yürüyor. İlaveten yaklaşan parlamento ve başkanlık seçimlerinden sonra, şayet başarılı olunursa, seçimi kazanan tarafın vizyonunu ve programını da içeren bir demokrasi programının oluşmasına da girişiliyor.

Elbette Cumartesi Anneleri gibi, Sivas katliamı anması gibi, faili meçhuller ve kayıpların izlenmesi gibi, Gezi direnişi sırasında yitirilen kişilerin katillerinin yargılanmasının izlenmesi gibi, KK mağdurları ve Barış İmzacılarının iş ve yaşam haklarının savunulması gibi, işyeri güvenliğinin sağlanmaması nedeniyle yaşanan kazalarda sorumluluk sahiplerinin yargılanmasının takibi, hukuksuz tutuklulukların sonlandırılması çabaları gibi pekçok süregiden mücadele de demokrasi mücadelesinin önemli parçaları olmakla birlikte ayrı bir çalışmayla ele alınabilecek kapsama, yöntem zenginliğine ve çalışma şekline sahip. Hemen her mağduriyet alanında hak arayışı sürdüren sivil oluşumların yürüttüğü çalışmaların envanterinin oluşturulması da faydalı olur.

Bir örnek kampanya olarak Demokrasi Konferansı

Demokrasi Konferansı yolculuğu 2021 başında Rıza Türmen’in çağrısı ve Demokrasi İçin Birlik’in kolaylaştırıcılığı üstlenmesi ile başladı. Konferans çağrısını düzenleyiciler dışında, aralarında siyasetçi, sanatçı, Kürt ve Türk aydınlar, inanç grubu önderleri, demokrasi ve hak mücadelesinin lider isimleri,  etkin sivil örgütlerden sözcüler ve kamuoyunun tanıdığı saygın isimler yer aldı.

Ülkenin her yanında tek tek yanan çoban ateşleri birleşmeli

Çağrıyı olumlu karşılayan bileşenler ile birlikte konferansa yönelik hazırlıklar sürdürüldü. Bunlar arasında siyasi partiler, sivil yapılar, platformlar, kent konseyleri, demokrasi kampanyası yürüten girişimler, dernekler, dergiler, sendikalar, inanç, yaşam tarzı temelinde örgütlenen aktivist gruplar, kültür ve sanatla ilgili sivil yapılar, meslek örgütleri, esnaf platformları, kadın ve LGBTİ+ örgütleri, yerel ekolojist aktivist gruplar, yer alıyordu.

Resim 2: Demokrasi Konferansından bir görüntü
Foto kaynak: Gazete Duvar

Konferansın sosyal medya hesapları ve web sitesi, geniş iletişimin sağlanmasına yönelik kurgulandı ve yürütüldü. Temel kararların verildiği sekretarya, konferansın gerekçesini ve oluşum sürecini şöyle anlatıyor:

 “2017 referandumu ile yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle Türkiye’de rejim değişmiştir. Kuvvetler ayrılığını ve hukuk devletini ortadan kaldıran, bütün yetkileri tek elde toplayan, hiçbir denge-fren mekanizmasının bulunmadığı, tek adamın keyfi iradesine dayanan bu yönetim neo-faşist özellikler göstermektedir.

Desteği azaldıkça iktidar baskıyı arttırmakta, kutuplaşmayı keskinleştirmekte, kimlik siyasetini ön plana çıkarmaktadır. Bu koşullarda iktidarın karşısında etkili bir muhalefet ve umut veren bir seçenek yaratmak elzemdir.

Demokrasi, özgürlük talepleriyle, iş, ekmek taleplerini birleştirip, birbirini tamamlayan bir bütün oluşturur. Biri olmazsa öbürü de olmaz. Hak talebinde bulunan kişi ya da gruplar, başka hak taleplerine karşı kayıtsız kalamazlar, kendi talepleriyle başka talepler arasındaki ilişkiyi görmezlikten gelemezler. Oysa [bu konjonktürde] hak mücadelesini verenler aynı tehditlerle karşı karşıya olmalarına ve aynı amaçla aynı mücadeleyi vermelerine karşın güçlerini birleştiremiyorlar. Hak talebinde bulunan ve mücadele içinde olan bütün toplumsal kesimlerin talepleri arasında bağlantı kurarak, bu taleplerin ekmek, özgürlük ve adalet başlıklarında ortaklaşması ve birlikte hareket etmesine zemin sağlayacak bir Demokrasi Konferansı’nın toplanmasına ihtiyaç var.

Ülkenin her yanında tek tek yanan çoban ateşleri birleşmeli.

Böyle bir konferans demokrasi mücadelesi veren örgütler, platformlar, partiler arasında iletişim kuracak, bu iletişimin, kurumsallaşmasına olanak sağlayacaktır. Baskıların iyice arttığı bir dönemde böyle bir konferansın toplanması demokrasi mücadelesinde yeni bir aşama oluşturacak, ezilenlerin sesinin duyulmasına yol açacaktır. Demokrasi Konferansı, güçsüzlerin gücünün ortaya çıktığı bir forum olacak. İş, ekmek, özgürlük ve adalet taleplerinin ortaklaşmasını sağlayacaktır. Konferans, tüm demokrasi güçlerinin güç birlikteliklerini, talep ve hedef ortaklıklarını belirgin kılmalıdır. En geniş söz ve eylem zeminini kurma becerisi gösterebilen kuvvetler, tekçi rejim karşısında toplumun umut kutbu olacaktır. Bu ortaklaşma halkın susturulamayan itirazlarının akacağı meşru bir mecra [olacak], halkçı seçenek yaratmanın yolunu açacaktır.”

Çağrıcılar, 13 Nisan 2021’de “Ülkenin geleceğinde bizim de sözümüz var” diyerek, konferansı kamuoyu ve basınla paylaştı.

Mümkün olduğunca mağduriyet ve mücadele pratiklerini içine alan tematik alanlar oluşturulmaya çalışıldı. Bunlar konferansta sunulmak üzere rapor/sunumlar hazırlamak üzere çalışmalarını sürdürdüler.

Konferans, birçok yöreden katılan kurum ve kişilerden oluşan 220 bileşen ile toplandı. 20’nin üzerinde alana ilişkin rapor/sunumların önemli gördüğüm bazı noktalarını aşağıda veriyorum ancak herbirinin içeriğine dair bir paragraf bile yazılacak olsa dahi sayfalar tutacağından, ilgilenenlerin demokrasi konferansının web sitesini (1) ziyaret ederek bu sunumlara bakmalarını öneririm:

  • Basın çalışanları içindeki işsizlik, işten çıkarma, medyanın hükümet kontrolundaki sermaye gruplarında yoğunlaşması, ifade kısıtlılığı ve hapisteki basın emekçileri, devlet kontrolundaki basın kartı uygulamalarının öne çıktığı değerlendirmeler ve tespitler yaparak taleplerini sıralıyor
  • Bilim Akademi raporunda kapsamlı değerlendirmeler yapılıyor ve iyileştirme yollarını ortaya konuyor. Tek adam rejimi ile YÖK yapısının uyumunu, öğrencileri dizginleyen, ifade hakkı tanımayan, liyakatten yoksun kayyım rektör atamalarıyla örnekliyor
  • Çocuk Hakları alanında çocuğun kimliğinin ve haklarının tanınmasına ilişkin eksiklikleri ortaya konuyor
  • Ekonomi raporunda çok uzun ve kapsamlı durum analizinin ardından yeni bir ekonomik model önerisi sunuluyor
  • Emek alanına ilişkin mevcut sorunların sıralanmasının ardından talepler listesi veriliyor
  • Engelliler raporu tespitler ve önerilerden oluşuyor
  • Halklar ve İnançlar raporu kısa ve öz bir durum değerlendirmesine ek olarak önerilerden oluşuyor
  • Hukuk Adalet sunumu durum tespiti yaparak, önerlerini sıralıyor
  • İnsan Hakları sunumu ihlal alanlarını ve hak ihlallerini anlattıktan sonra önerilerde bulunuyor, radikal öneri olarak yeni bir anayasa öne sürüyor
  • KHK’lılar Raporunda KHK’ların neden olduğu mağduriyetler ve yasallıktan uzaklaşma örneklerinin anlatılıyor, öneriler sıralanıyor
  • LGBTİ+ raporunda hak ihlalleri ve LGBTİ+ hareketinin önemli olaylarının dizini tarihselliği içinde anlatılıyor ve hakim zihin yapısı eleştiriliyor, mücadele azmi tekrarlanıyor
  • Göçmenler sunumunda durum tesbiti yapıldıktan sonra dayanışma gereği vurgulanıyor ve göçmen ve mültecilere yerel yönetimlerden yurttaş muamelesi beklendiği vurgulanıyor
  • Öğrenci Gençlik sunumunda birçok üniversitedeki polis baskısı ve şiddeti örneklerle anlatılıyor ve Boğaziçi direnişi ayrıntılandırılıyor
  • Sağlık sunumunda neoliberal sağlık politikalarının üstüne gelen Covid-19 pandemisi ile ortaya çıkan halk ve sağlık çalışanlarının hak kayıpları, eleştirel olarak sergileniyor ve öneriler ortaya konuyor
  • Kültür ve Sanat Raporunda mevcut durum eleştirilirken, her zaman baskı altında olan sanat ve sanatçının kendi özerk sanat kurumunun oluşturulması talebi dile getiriliyor; fikri mülkiyet haklarının boyutları ortaya konuyor
  • Tarım ve Üretici Köylülük raporunda 24 Ocak 198t’de başlayan neoliberal yönelişin sonucu olarak azalan devlet destekleri, üretimi destekleyen kamu işletmeciliğinin yokolması, kurum ve kuruluşların işlevsizleşmesinden söz ediliyor ve talepler ortaya konuyor
  • Yerel Demokrasi sunumunda temel kamusal hizmetlerin ticarileşmesi, hemşehrilerin müşterileşmesi, kayyımlık ve siyasal temsil hakkının ortadan kaldırılmasına dair kapsamlı tesbitler yapılıyor

Ülkenin geleceğinde bizim de sözümüz var

Konferansın kendi koyduğu hedeflere ne ölçüde ulaştığı açısından bakıldığında, büyük ölçüde başarılı olduğu görülebilir. Hem coğrafi hem de tema zenginliği açısından azımsanmayacak bir tablo kondu ortaya. Pandemi şartlarında 400 katılımcı ile gerçekleşen Konferans, gün boyunca 21 tema ile ilgili sunumlara sahne oldu.

Katılımcıların pasif izleyiciler konumunda olması, konu zenginliğine karşılık zaman kısıtından kaynaklandı. Birkaç gün sürecek bir toplantı, tüm düzenleyicilerin hayal ettiği şeydi. Ancak şehir dışından geleceklerin konaklamasının sağlanması vb faktörler açısından olanaklar elverişli değildi.

Sunumların içeriklerinde, ‘ekonomide demokrasi’ gibi örnekler dışında, özgünlükten ziyade, varolan bilgi ve değerlendirmelerin derlendiği dokumanlardan oluştuğu görüldü.

Takvime ve programa bağlı düzenlemelerde aşılması çok zor olan, düzenleyici inisiyatifi ile katılımcı inisiyatifinin ağırlığının kollanması konusu, konferans sürecinin önemli tartışmalarından birini oluşturdu. Birkaç alan dışında, katılımcıların benzer eğilimlere sahip kişi ve yapılardan geliyor olması, konferansta yapılan sunumların tartışma metinleri değil de deklarasyonlar formatında gelişmesi sonucunu yarattı. Saha deneyimleri ile beslenen sunum/rapor yok denecek kadar azdı. Konferansın sağladığı yeni ilişikiler ve buradan çıkarak daha güçlenmiş bir demokrasi zemini beklentisi büyük ölçüde hayal düzeyinde kaldı.

Konferans katılımcılarının toplantıdan çıkarken neler çıkarsamış olduklarını tam kestirmek mümkün değil; ancak düzenleyiciler, yola nasıl devam edilebileceğini bir süre konuşacaklar gibi görünüyor.

Konferansın daha en başından, kurgusunda, demokrasi mücadelesinin güncel ihtiyaçlarına yönelik bir hedef öngörülmemişti; Konferans boyunca da böyle bir yönelim oluşmadı. Diğer bir deyişle, güncel temel siyasal sorun, mevcut tek insan rejiminin giderek yıpranmasına rağmen, güven veren bir alternatifinin oluşturulamaması iken; buna karşılık çözüm, seçim ittifakları konusunda ve sonrasında giderek demokrasi platformlarının kurgulanabilmesi, bunların kısa ve uzun erimli program yaklaşımlarının belirlenmesi ise, konferans bu konuda dünyamıza olumlu ve yeni bir unsur ekledi diyemiyoruz.

Bu tür düzenlemeler için büyük fedakarlıklarla, gecesini gündüzüne katan kişilerin emeğinin olduğunu bilmemek, görmemek mümkün değil. Çabaların hiçbiri boşa gitmez elbette; ve verilen emeği takdir etmek de boynumuzun borcudur.

Güncel siyasete yön verebilecek yaklaşımlardan bir örnek

TÜSES tarafından 2021 Haziran ayında yayınlanan “Demokrasiye Geçiş için İttifak ve Mutabakat Senaryoları Raporu”nda (2) rekabetçi otoriter rejimlerden demokrasiye geçmenin mümkün olduğu söyleniyor. 2000’li yıllarda rekabetçi otoriter kabul edilen 35 ülkeden 15’i 2019 itibarıyla demokrasiye geçmiş. Gana, Malezya, Meksika, Peru, Slovakya ve Tayvan bu örnekler arasında yer alıyor. Bu geçiş, seçimler yoluyla oluyor, yani muhalefetin “çok zor” olanı başarmasıyla. Demokrasiye geçişin erken örneklerinden birinin yaşandığı Meksika, yerel seçimlerden ulusal seçimlere başarıya uzanmanın da bir örneğini ulaştırıyor. Ülke 71 yıl boyunca rekabetçi otoriter rejimle yönetilmiş; bu dönemde Kurumsal Devrimci Parti (PRI) yapılan tüm seçimleri kazanmış; ancak 1990’larda PRI’dan ayrılmalar olmuş ve muhalefetteki Milli Hareket Partisi’nin (PAN) önce başarılı yerel seçim performansının ardından 2000 yılında ulusal düzeyde başarıya uzanmış. PAN’ın seçim yoluyla merkezi iktidarı devralmasından sonra ülke büyük ölçüde özgür ve adil seçimlerle işbaşına gelen iktidarlarla ve öncekiyle kıyaslanmayacak ölçüde demokrasiyle yönetiliyor.

Daha yakın zamandan bir örnek ise, bağımsızlığını kazandığı 1957 yılından beri rekabetçi otoriter rejimle yönetilmiş olan Malezya. Burada da iktidardaki Milli Cephe (BN), 2018 yılında, Umut İttifakı (PH) karşısında seçimleri kaybetmiş ve ülke demokrasiye yönelmiş. 61 yıl boyunca parçalı yapısı nedeniyle kaybeden muhalefet, üç büyük ve dört küçük partiden oluşan Umut İttifakı ile seçime girerek kazanmayı başarmış.

Gana’da ise, muhalefetteki Yeni Yurtsever Parti, sahada uyguladığı yeni “kapıdan kapıya” kampanya teknikleri sayesinde 2016’da seçimleri kazanmış ve ülke demokrasiye yönelmiş. Bu örneklerin tümü, rekabetçi otoriterliği “devlet kuran” partiler yönetiminde, kuruluşlarından beri yaşamış ülkeler. Türkiye için buradan çıkarılabilecek dersler konusunda dikkatli olmak gerekir. En temel farkın, otokrasiden demokrasiye geçiş ile, gerileyen demokrasiden geri dönüş arasındaki farkta yattığı belirtiliyor Raporda. Bu konuda literatürün fazlaca zengin olmadığı söyleniyor.

Seçim sonrasında uygulanacak programın, prensipler ve uygulama ayrıntıları düzeyinde açıklıkla ortaya konması, oyların birbirine eklenebilmesi için zorunlu görünüyor.

Önemli ayrımlardan biri, seçim ittifakı ile demokrasi bloğu/ittifakı konularının ayrı ayrı ele alınması gereği. Elbette seçimi kazanmak için oyların birbirine ekleneceği bir yöntem geliştirmek gerekiyor; ancak, seçim sonrasında uygulanacak programın, prensipler ve uygulama ayrıntıları düzeyinde açıklıkla ortaya konması, oyların birbirine eklenebilmesi için zorunlu görünüyor. Tek insan rejiminden nasıl bir süreç ile çıkılacağı ve yerine ne konacağı, böylelikle hangi sorunların üstesinden gelineceğinin yurttaş ve siyasi aktörlerin etkileşimi ile oluşturulması yaşamsal önemde. Bu konuda Murat Özbank’ın Yeşil Gazete’de çıkan dört yazıdan oluşan dizisi de yol gösterici (3).

Son söz

Büyük çabaların ürünü olan kampanyaların, küçük adımların, demokrasi mücadelesinin önemsiz bir parçası olmadığını kabul etmek gerekir. Gündemin çok sık değiştiği, siyasal rejimden ve iktidardan beslenen, onun etki alanının dışına çıkmaktan korkan ana akım medyanın siyasal değişim ve demokrasi mücadelesine katkı yapmasının beklenmediği günümüzde, toplumsal muhalefetin entegrasyonu, konsolidasyonu çok temel öneme sahip. Kampanyaları yürütenlerin niyetleri her zaman gerçekleşmiyor; ancak cesaret ve mücadele azminin korunması dahi bugünün temel ihtiyaçları arasında yer alıyor. Hobsbawm şöyle diyor: “Sosyal adaletsizliğin ifşa edilmesi ve ona karşı mücadele hala [yıl 2002] gerekli. Dünya kendi başına bırakılırsa daha iyiye gitmeyecek”.

Dipotlar:

[1] Bu yazı, Haziran 2021’de SOLFASOL Gazetesinin 101. sayısında yayımlanan “Günümüzde Demokrasi Kampanyaları” başlıklı yazının genişletilmiş halidir (gazetesolfasol.com)

[2] Bülent Atamer, Kimya mühendisi, Yurttaşlık Derneği Yönetim Kurulu üyesi.

Kaynaklar:

(1) demokrasikonferansi.org

(2) http://www.tuses.org.tr/haber_goster.php?Guid=474c0055-d3f5-11eb-909a-506b8d52684a

(3) https://yesilgazete.org/turkiye-demokrasisinin-mustarip-oldugu-guc-reflusunun-caresi-diyalog-ve-demokrasi-uzerine-ortusen-gorus-birligi-4/

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan