Yazan: Laurent Standaert [1]

Çeviren: Ali Serdar Gültekin

2020’ler, Amazonlar’dan Avustralya’ya kadar alevler içindeki gezegenin görüntüleriyle başladı. Daha önce hiç bu kadar çok CO2 salınmamıştı, bu kadar çok doğal kaynak çıkarılmamıştı ve bu kadar çok tür tehlike altında olmamıştı. ABD’nin Trump başkanlığında [Paris İklim Anlaşması’ndan] çekilmesi, yeni bir iklim rejiminin sinyallerini veriyor. Bugün, ekoloji, politik bölünme hatlarını şekillendiren temeldir. İklim zorunluluğu, alternatif bir tüketim ve üretim sistemi ile insan toplumlarını ve ekosistemlerini yönetmenin yeni bir yolunu talep ediyor.

1980’lerin başında ortaya çıkmalarından ve 1990’ların sonlarında güçlenmelerinden bu yana, yalnızca Yeşil partiler böyle bir reformun itici gücünü kamusal alana, kelimenin en güçlü anlamıyla bir “medeniyet siyaseti”ne getirdiler. 2020’den bakıldığında, Büyümenin Sınırları raporundan 1970’lerin petrol krizlerine ve Batı’nın üretim saplantılı modelindeki ilk çatlaklara kadar temellerini atan ilk göstergeler, imdat çağrılarına dönüştü. Batı modernitesinin, bırakın çözmeyi, üç yüzyıllık doğrusal maddi ilerleme ile dünya sistemlerine verdiği onarılamaz hasar arasındaki bağlantıyı anlayıp anlayamadığı bile şüpheli. Model, kendi değişmez yarılmaları tarafından tuzağa düşürülmüş durumda: kültüre karşı doğa; bireye karşı kolektif; çevresele karşı sosyal; ve ulusala karşı gezegensel.

Ancak bir sayfa açıldı ve önümüzde tarihi bir an var. Bilimsel rasyonalizmin gelişi ve Aydınlanma, yüzyıllarca endüstri ve demir getirdi. Sosyalist, muhafazakar ve liberal düşünce akımları, çoğunlukla teknolojiye körü körüne bir inancı paylaşan ve insanlar için aynı mutlak merkeziliğe vesile olan bu modern projenin tüm yönleridir. Politik ekoloji ise bu projenin üzerine ve sınırlarına inşa edilir. Hümanizm değerlerinden vazgeçmeden, gezegeni tamamen ve sürdürülebilir bir şekilde dikkate alır. Düzen eksikliğiyle dikkat çeken bir gelenek olan politik ekolojinin çeşitliliği, hem güçlü hem de zayıf yanıdır. Sınırsızca, bir nehir gibi akıyor;  gelişiyor ve zemindeki farklı gerçekliklerden yararlanıyor, ilgi ve duyarlılığını besleyen birçok kolu var. Ortak konu, yaşayan dünya için bir endişedir. Green European Journal, politik ekolojinin gelişen ve çoklu dünyalarını derinlemesine inceleyerek bu gücü ve benzersizliği keşfediyor.

“Öyleyse ne yapılmalı? Toplumun neoliberal tasfiyesine karşı inşa edilen Yeşil partiler, artık yönetme ve inisiyatif alma yeteneğine sahip merkezi oyuncular haline gelmeli.”

Bugün, Yeşil partiler, kendi alanlarında başka güçlerle karşılaşıyorlar. Ekolojik acil durum, yeşilin pek çok tonunun yeni sorunlar ve fırsatlar doğurduğu siyasi yelpazenin bir ucundan öteki ucuna kabul edildi. İlerici Yeşil partiler için mücadele alanı olarak iki eğilim ortaya çıkıyor. Bir yanda, sosyal olarak adaletsiz statükoyu koruyan yeşil büyüme kisvesi altında seyreltilmiş bir çevrecilik. Öte yandan, geçmişteki kesinliklerin yeniden güvence altına alınması için geriye doğru büyük bir sıçrama öneren, eşitsizlik ve adaletsizlikten beslenen popülist ve otoriter bir dalga.

Öyleyse ne yapılmalı? Toplumun neoliberal tasfiyesine karşı inşa edilen Yeşil partiler, artık yönetme ve inisiyatif alma yeteneğine sahip merkezi oyuncular haline gelmeli. İlk görev, muhalefetin konfor alanını ve seçim nişlerinin siyasetini değerlerinden ödün vermeden geride bırakmak olacaktır. İkincisi, orta sınıfın ötesine geçmek ve çekiciliğini toplum genelinde genişletmek olacaktır. Coğrafi eşitsizlikleri ele almak ve aşırı sağın istismar ettiği, kırgınlıkları besleyen sancılı kır-kent ayrımını iyileştirmek, bunu yapmak için açık bir yol sunmakta. Üçüncüsü, geçmişteki siyasi çekişmelerin üstesinden gelebilecek güçlü ve kapsayıcı bir anlatı inşa etmek olacaktır. Üstelenilen şey, savaş sonrası sanayi toplumunun ortodoksilerini sorgulamanın ötesine geçmekte: Bu, kapitalist ve ataerkil tahakküme dayalı bir anlayıştan -eğer refah devleti tarafından kısa bir süre için yumuşatılırsa- ilerlemenin koşullarını maddi olmayan özgürlük, sosyal adalet ve bollukla yeniden tanımlamakla ilgilidir.

Temel hazırlıklarının seçim döngüsünden uzağa atılması gerekecek. Gorz’dan Starhawk’a, Jonas’tan Klein’a kadar yeşil entelektüeller ve aktivistler tarafından ortaya atılan temel soru bir yanıt bekliyor. Nasıl bir dünya istiyoruz? Öncelikler bulunduğunuz yere göre değişecek, ancak hedefler aynı: sosyal ve çevresel eşitsizlik yaratan yıkıcı bir ekonomik modelle mücadele etmek; doğayı harici bir kısıtlama yerine mutlak bir değer haline getirmek; paylaşılan bir proje olarak demokrasiyi canlandırmak; piyasayı ve devleti yeniden düşünmek; kamu kurumlarının topluma yeniden bağlanması; ve teknolojiye yönelik yapıcı bir yaklaşım. Bu noktaya varmak, Yeşil anlatı ve liderlik hakkında stratejik olarak düşünmenin yanı sıra, güçleri dağıtmak yerine, farklı hareketlerin (en asi olanların bile) siyasi olarak neyin mümkün olduğuna dair Overtone penceresini [2] değiştirmeye nasıl katkıda bulunduğunu anlamak anlamına gelecektir.

“Zaman daralıyor; ama politik ekoloji cevapları biliyor. Herkes için farklı bir dünya, iyi bir yaşam.”

Hem eylem hem de düşünce için uygun seviyeyi tanımak, politik ekoloji için esastır. Mevcut sınırlamalarına rağmen, Avrupa en uygun ölçek olmaya devam etmektedir. Avrupa bütünleşmesine ilham veren ilkeler, yeşil düşüncenin temelidir: uzlaşma, işbirliği, paylaşım ve kısa vadeli çıkarların ötesine bakma. Bununla birlikte, bu çerçevenin savunulması, kurumlarını ve siyasi gündemlerini savunmak anlamına gelmez. Avrupalı kurumlar ve destekçileri iklim krizine bir çözüm olarak Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın reklamını yaparken, yalnızca Yeşiller bu gecikmiş yeşil badana girişiminin ötesine geçen bir şeyler öneriyor. Fakat, ekolojik bir geçiş çağrısı, gerçek bir endüstriyel ve jeo-ekonomik tepkiye bağlı olmadıkça hiçbir yere varmaz. ABD ve Çin’in yörüngesinde görülen köklü küresel değişimler ve Avustralya ve Brezilya’da olduğu gibi fosil yakıtlara ve emisyonlara dayalı siyasi ittifakların olduğu bir dönemde, Yeşiller neredeyse hükmen alternatiftir.

Son olarak, 2020’leri dönüşümün on yılı yapmak için Yeşiller, kurumsal başarının rehavetine ve kültürel hegemonyayı seçim kazanımlarıyla karıştırmanın cazibesine karşı bir iç savaş vermelidir. Aksi takdirde, 2019 “yeşil dalgası”, işleyen bir yeşil partiye sahip birkaç ülke ile sınırlı olacaktır. Güney ve Doğu Avrupa’da insanlar çevreye duyarlıdır. Ancak, çevrecilik sesleri, korsan partilerinin özgürlükçülüğü, Akdeniz şehirlerinin kentsel hareketleri veya topluluk düzeyindeki kooperatifler ve müşterekler aracılığıyla olsun, kendilerini kendi tarzlarında ve kendi gerçekliklerine göre ifade ediyorlar. Yeşiller için politik ekolojinin birçok dünyasından öğrenilecek çok şey var. Sorumluluklar kadar zorluklar da çok büyük. İklimin buyuruculuğu ve dikte ettiği gerçeklik, geleneksel partilerden temelde farklı bir siyasi DNA gerektiriyor. 21. yüzyılda kök salmış bir DNA. Zaman daralıyor; ama politik ekoloji cevapları biliyor. Herkes için farklı bir dünya, iyi bir yaşam.

Dipnotlar:

[1] Laurent, Green European Journal’ın eski yazı işleri müdürüdür.

[2] Ç. N.: “Bir fikrin politik uygulanabilirliğinin, politikacıların bireysel tercihlerinden çok, esasen bu fikrin kabul edilebilirlik aralığının içinde olup olmadığına bağlı olduğunu” söyleyen Amerikalı siyasal analist Joseph Overton’un çalışmalarından adını alan Overton penceresi, hükumet politikalarının kabul edilebilirlik yelpazesini tanımlayan fikirleri belirlemeye yönelik bir yaklaşımdır. Politikacılar, yalnızca kabul edilebilir sınırlar içinde hareket edebilirler. Overton penceresini değiştirmek, pencerenin dışındaki politikaların savunucularının halkı pencereyi genişletmeye ikna etmesini içerir.

Bu yazının aslı, İngilizce olarak 11 Mart 2020 tarihinde Green European Journal’da yayımlanmıştır.

https://www.greeneuropeanjournal.eu/facing-our-future/ adresinden indirilmiştir.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan