Yazan: Ben Snelson [1]

Çeviren: Ali Serdar Gültekin

Diğer tüm siyasi katılım yöntemleri başarısız olduğunda, iklim politikalarını etkilemede protesto başarılı olabilir. Ancak sivil itaatsizlik giderek daha fazla şeytanlaştırılıyor ve şiddetle bastırılıyor. Kolektif olarak nasıl direneceğimiz ve mücadele edeceğimize bir bakalım.

Seçme ve seçilme. Hafta sonu izni. Ücretli tatiller. Ücretli hastalık izni. Kamu kaynaklı sağlık hizmetleri ve eğitim. Özgür toplanma ve grev hakkı.

Bu tür haklar bazen kalıcı ve devredilemez olarak düşünülebilirler. Ancak bu hakların her zaman olmadıklarını ya da sonsuza kadar garanti altında olmadıklarını hatırlamakta fayda var.

Bu hakların çoğu, protestolarla bir araya gelen insanların kararlılığı ve dayanışması sayesinde kazanıldı.

Barışçıl protestolar sağlıklı demokrasilerde siyaset çarkının temel bir dişlisidir. İnsanların ve sivil toplumun sesini duyurmasının ve güçlendirmesinin bir aracı olan protestolar, hepimizi etkileyen sosyal, ekonomik ya da çevresel konularda değişimi yönlendiren bir araçtır. İktidardakiler temsil etmeleri gerekenlerim çıkarlarını göz ardı etmeyi ve onlara karşı hareket etmeyi seçtiklerinde protestolar, karar vericilere karşı duyulan memnuniyetsizliği dile getirmek, onların hatalarını düzeltmek ya da onlardan harekete geçmelerini talep etmek için hayati bir toplumsal kaldıraç olarak kullanılır.

Protestolar genellikle, sokak eylemlerine katılmış olan herkesin bileceği gibi, gürültü, yaratıcılık, mizah, müzik, fiziksel alanın işgali ve kolektif iyi olma hali ile karakterize edilir. Gerçekten de büyük ve küçük ölçekli protestoların tümü, bir araya gelmiş halkın muazzam gücünün, statükonun ortak reddi etrafında bir araya gelen yabancılarla aramızdaki yakın bağın ve bir şeyleri daha iyi hale getirmeye dönük ortak arzumuzun paha biçilmez hatırlatıcıları olarak hizmet edebilirler.

İklim eylemi aranıyor

İklim ve biyoçeşitlilik krizlerinin giderek büyüyen ölçeğine paralel olarak, insanlar bu varoluşsal tehdidin sonuçları ve bunu hafifletmek için gerçek bir eyleme duyulan acil ihtiyaç konusunda giderek daha duyarlı hale geliyorlar. İklim felaketinin delilleri etrafımızı sarmış durumda. Nitekim, başta Küresel Güney’de ve giderek artan bir şekilde Avrupa’da yaşayan yüz milyonlarca insan için, ekstrem orman yangınları, kuraklıklar, seller ve kasırgalar gibi iklimle bağlantılı şiddetli felaketler, rahatsız edici derecede sıklaşmaktadır. 2050 yılına kadar bir milyardan fazla insan iklim değişikliği nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalabilir.

2015 yılında, dünya hükümetlerinin iklim ve biyoçeşitliliğin geri dönüşü olmayan biçimde çöküşünü önlemek amacıyla küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırmak için emisyonlarda büyük azaltım sözü verdiği dönüm noktası niteliğindeki Paris İklim Konferansı’nda verilen tarihi taahhütler, iklim eylemi alanında bir umut duygusu uyandırdı.

Yine de, bu önemli olaya damgasını vuran tantana ve kendini tebrik etme haline rağmen sekiz yıldır yapılanlar, verilen sözlerin ne yazık ki hâlâ gerisinde. Paris Anlaşması’nın boş laf üstüne bir ustalık dersi olduğunun ve hükümetlerin çevresel taahhütleri yerine getirmek üzere gerekli politikaları uygulamadığının farkına varılmasıyla, insanlar B planına yöneldi.

B Planı, yerel toplulukların tabandan örgütlenmesi ve harekete geçirilmesine odaklanıyordu; bu da dünya çapında bir dizi hareketin artık krizin ölçeğiyle orantılı bir hükümet eylemi istemeleri yerine bunda ısrar etmelerine yol açtı.

Bu ani değişim, iklim yıkımına karşı alarm vermek ve eylem talep etmek için yenilikçi, kapsayıcı, barışçıl, doğrudan, hataya müsamaha göstermeyen yaklaşımlarıyla tanınan iki örgüt olan Fridays for Future (FFF) ve Extinction Rebellion (XR) tarafından belirgin bir şekilde somutlaştırıldı. Kitlesel halk desteğini arkasına alan bu örgütlerin faaliyetleri Avrupa ve dünya çapında çığ gibi büyüdü, şehir merkezleri ve kasabalar, büyük gösterilerin yer aldığı meydanlara dönüştü.

Her Cuma okulu asan çocukların yürüttüğü FFF hareketi, iktidardakilerin bilimsel kanıtları göz ardı etmesi ve acil eylem ihtiyacı konusunda uzman tavsiyelerini görmezden gelmesi halinde eğitimin yersizliğini vurguluyor. 2018 yılında o zamanlar tek başına olan aktivist Greta Thunberg tarafından kurulan ve öğretmenler, akademisyenler, ebeveynler, büyükanne ve büyükbabalar tarafından desteklenen hareket, dünya çapında ulusal gruplar kurdu. Bu büyüme, Uganda’da Vanessa Nakate ve Hindistan’da Disha Ravi gibi yeni gençlik liderlerini ortaya çıkardı. 2019 yılında FFF, dünya çapında ilk gerçek protesto olan ‘Küresel İklim Grevi’ne öncülük etti. Bu eşgüdümlü eylem, 163 ülkede dört milyon insanın gösterilere katılmasını sağladı. FFF hareketini besleyen milyonlarca çocuğun en büyük başarılarından biri, daha yaşlı nesillere davalarına destek vermeleri için ilham verme becerileri olmuştur.

Birleşik Krallık’ta iklim değişikliği konusunda farkındalık yaratma ve tartışmayı yaygınlaştırma başarısının ardından (medyayı görmezden gelemeyeceği bir konuyu artık ele almaya da zorlayarak) Extinction Rebellion, 79 ülkede 1.265 yerel gruba ulaştı. FFF’nin yeni genç liderler yetiştirmesi gibi XR da, pan-Afrikan gençlik aktivizmi için 11 yaşında çoktan ilham kaynağı olmuş Güney Afrikalı Othembele Dyantyi gibi yetenekler için bir platform sağladı.

FFF ve XR, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmekten uzak bir şekilde, çevre konularında halkın katılımı için forumlar açmada ve hükümetleri kendi iklim vaatleri konusunda sorumlu tutmada protestonun önemini ve gücünü göstermiştir.

Fesat kumkumaları

İklim değişikliği tartışmalarına ayrılmış yıllık Taraflar Konferansı (COP) toplantıları sadece umuda değil, gerçek eyleme de ilham vermelidir. Dünyanın neredeyse tüm hükümetlerinin, gezegendeki en etkili şirketlerin ve onlarca halk hareketi ve sivil toplum örgütünün katıldığı COP’un anlamlı ve kalıcı çözümler sunma potansiyeli eşsizdir. Ancak bu eşsiz potansiyel, endemik bir engellemeyle karşı karşıyadır.

İklim eylemine adanmış, kamu tarafından finanse edilen ana küresel kurum, vaaz vermeler, ayakta alkışlamalar, kurdele kesmeler ve tokalaşmalar geçidine dönüşmüş bir arsızlar forumu haline geldi. Giderek artan sayıda kanıt, bu kurumun özel sektör tarafından geniş çaplı yeşil badanacılık yütücülüğü için kullanıldığını da göstermektedir. COP etkinliklerinde çok sayıda fosil yakıt lobicisinin yer alması nedeniyle bazıları bu kısaltmaya yeni bir anlam yüklüyor: Conference of Polluters (Çevreyi Kirletenler Konferansı).

“Sağlıklı demokrasilerde barışçıl protestolar siyaset çarkının temel bir dişlisidir.”

Örnek olarak, COP27 (Mısır, 2022) sponsorlarının büyük çoğunluğunun sera gazı yayan en büyük endüstri olan fosil yakıt endüstrisiyle doğrudan bağlantıları vardı. Plastik kirliliğinin en büyük sorumlusu olan Coca-Cola etkinliğin ana sponsorlarından biriydi. Bu düşük çıtadan cesaret alan Birleşik Arap Emirlikleri, sapkın ve neredeyse gerçeküstü bir hareketle, bu yıl COP28 zirvesine liderlik etmesi için devletin sahip olduğu ana petrol şirketini aday gösterdi.

Yeşil badana özel sektörde kökleşmiş durumda ve artık insanların çevresel kaygılarından yararlanan iş ve pazarlama stratejilerinin temel taşını oluşturuyor. Bu durum, gıda ve tüketim malları üzerinde her yerde rastlanan yanıltıcı ve çoğu zaman da doğru olmayan iddialarla kendini gösteriyor. Etkili bir düzenlemenin yokluğunda, asılsız yeşil iddialar yaygınlaşıyor.

Yeşil badana özel sektörün hakim yöntemiyken, kamu alanında da iklim konusunda ciddi görünmek isteyen pek çok politika belirleyici benzer bir stratejiyi benimsemektedir: “vatandaş badanası”. Liderlerimizin veya kamu görevlilerinin “vatandaşlara danışıldı ve…”, “vatandaşlar konuştu” ve “vatandaşların istediği…” şeklinde beyanlarda bulunduklarını duyduğumuzda dikkatli olmakta fayda var. Elbette durum her zaman böyle olmasa da, bu kapsamlı iddialar bazen bu “vatandaşlarla” etkileşimin süreçte geç, en iyi ihtimalle yüzeysel veya tamamen sembolik olduğu şeklindeki rahatsız edici gerçeği göz ardı edebilir.

Liderlerin sözlerine karşılık gelecek eylemlerin yokluğunda ve büyük kirleticiler iklim değişikliğini ele almak üzere özel olarak oluşturulan kurumları gasp ederken, birçok insanın iklim diplomasisi için mevcut mimariye olan inancının azalması ve sabrının tükenmesi şaşırtıcı değildir.

Protesto hakkı tehdit altında

İnsanlar politika oluşturma süreçlerini çeşitli şekillerde etkileyebilirler. Çevre söz konusu olduğunda bu, dilekçe imzalamak, politika belirleyicilere mektup yazmak, sosyal medya kampanyalarını desteklemek, açık tartışmalara katılmak, basın ve medya röportajları vermek veya kamu istişarelerine katkıda bulunmak şeklinde olabilir. Bunlar, hepimizi etkileyen ciddi konularda karar alma sürecine vatandaşların katılımını kolaylaştırabilecek temel araçlardır. Tüm AB üye ülkeleri ve AB’nin kendisi de dahil olmak üzere 46 tarafça imzalanan uluslararası Aarhus Sözleşmesi, tüm bireylerin çevreyle ilgili bilgilere erişim hakkını öngörmekte, çevresel karar alma süreçlerine halkın katılımını teşvik etmekte ve hükümetler bunu sağlamakta başarısız olduğunda adalete erişim için halka başvuru yolu sunmaktadır.

Peki, sivil katılım girişimleri hiçbir işe yaramadığında ya da iktidardakiler tarafından görmezden gelindiğinde ne olur? Bu senaryolarda, politikaları bilgilendirmenin tüm geleneksel yolları tükendiğinde, insanların elinde “son bir çare” vardır: protesto.

Vatandaşların güvenli toplanma, dernek kurma ve ifade özgürlüğü hakları, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (Madde 20), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Madde 11) ve AB Temel Haklar Şartı (Madde 12) dahil olmak üzere uluslararası sözleşmelerde ve Avrupa içtihadında korunmaktadır. Gerçekten de, bu haklar Avrupa hükümetleri tarafından ihlal edildiğinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bunları onayladığı ve genellikle ulusal mevzuatta daha güçlü korumalara yol açtığı birçok örnek vardır.

XR, Just Stop Oil, Last Generation ve benzeri kuruluşlar, iklim acil durumu ve bunun gerektirdiği eylemler konusunda kamuoyunda geniş çaplı bir tartışma başlatma konusunda geniş kapsamlı etkilere sahip olmuştur. Bununla birlikte, yıkıcı eylemleri benimsemeleri nedeniyle, siyasi tutumların sertleşmesine de katkıda bulunup baskıcı yasalara yol açtılar ve birçok kamusal protestoyu yasadışı hale getirdiler.

Ancak hukuk adaletle eş tutulmamalıdır. Emmeline Pankhurst, Sophie Scholl, Rosa Parks, Mahatma Gandhi, Nelson Mandela ve Martin Luther King Jr. sivil itaatsizlik eylemlerinde bulunmuş, ancak sistemik adaletsizliğe direndikleri için tarihin miyarında haklı olarak onurlandırılmış pek çok kişi arasında yer almaktadır. Sivil itaatsizliğe dayalı kampanyalar genellikle farklılık gösterse de, doğaları gereği birbirlerine tek bir bağla bağlıdırlar: adalet arayışı.

Zorluklarla elde ettiğimiz ve uzun zamandır elimizde tuttuğumuz protesto hakkı tüm dünyada saldırı altında. Halk gösterileri konusunda köklü bir geçmişe sahip olan Birleşik Krallık’ta hükümet Polis, Suç ve Ceza Yasa Tasarısını kabul etti. Tasarı, “bela” olarak görülen kamusal protestoları yasadışı ilan ederken, kolluk kuvvetlerine eşi benzeri görülmemiş yetkiler veriyor. Fosil yakıt sektörü de dahil olmak üzere özel teşebbüsler tarafından talep edilen ihtiyati tedbir kararları da, çevre protestolarının tetiklediği ve giderek daha etkili hale gelen aksaklıklar karşısında artmaktadır.

“AB, demokratik standartlar ve çevresel adalet konusunda haklı olarak ikiyüzlülükle suçlanmamak için halkın katılımındaki düşüşü tersine çevirmelidir.”

Ancak Birleşik Krallık’taki durum, Avrupa genelinde çevre aktivizminin kötülenmesinde görülen, demokrasinin gerilemesine yönelik küresel bir eğilimin belirtisidir. Almanya’da iklim aktivistleri terörle mücadele yasası kullanılarak önleyici gözaltı uygulamasına tabi tutuldu. Fransa’da da çevreci protestolara karşı kullanılan söylem giderek daha da aşırı hale geldi ve “eko-teröristler” terimi iklimle ilgili medya tartışmalarında düzenli olarak papağan gibi tekrarlandı.

Ancak çevre aktivistlerinin kriminalize edilmesi, daha sofistike hukuki argümanların ortaya çıkmasına yol açtı; sanık sandalyesinde oturanlar, yürütmenin aşırılıklarına direnmek ve ifade özgürlüğünü kullanmak için dava açmakta ya da “hareket avukatlığı” yapmaktalar. Bu, suçlananların iklim gerekliliği yasal savunmasını ileri sürdüğü sivil itaatsizlik eylemleri için yasal gerekçelerin araştırılmasını içermektedir. Dolayısıyla hukuk ve adalet birbirine karıştırılmamalı, ancak hukukun ve uygulamasının sorgulanması yoluyla adalete duyulan ihtiyaç giderek artıyor ve çoğu zaman da meyvelerini veriyor. Çevre aktivistleri ve daha geniş anlamda iklim davası ile dayanışma, hukukçular arasında da görülmektedir. Birleşik Krallık’ta önde gelen 120 avukat, barışçıl protestoculara dava açmamaya ve yeni fosil yakıt projelerinden hizmetlerini çekmeye yemin ederek baro kurallarını ihlal etti. Avukatlar, yasaların mevcut uygulamasının büyük ölçüde fosil yakıt endüstrisinin lehine olduğunu ve bu endüstrinin insanların yaşamlarına, geçim kaynaklarına ve mülklerine yönelik tehditleri göz ardı ettiğini iddia ettiler.

Şu anda tüm dünyada gerçek bir tehdit altında olan bağımsız bir yargı, yürütme gücü üzerinde bir kontrol görevi görmenin ve hükümetin hesap verebilirliğini korumanın önemini de kanıtlamıştır. Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, Belçika ve Almanya’da insanlar, iklim konusundaki eylemsizlikleri nedeniyle hükümetleri mahkemeye vermiş ve kazanmışlardır.

Daha büyük resim

Çevresel protestoların mevcut ölçeği ve önemi “sanayileşmiş Küresel Kuzey”deki birçoğumuz için nispeten yeni görünse de, özellikle Küresel Güney’deki milyonlarca insan için doğayı savunma ihtiyacı uzun zamandır, ayrılamaz bir biçimde var olma mücadelesine bağlı.

İçinde bulunduğumuz “Büyük İvme” çağında, mevcut doğal kaynak tüketim seviyeleri Dünya’nın bunu karşılama kapasitesinin çok üzerindedir. Ancak, doymak bilmez bir çıkarcılığın yönlendirmediği, sınırlı kaynaklara sahip bir gezegenin doğal fiziksel sınırları içinde kalarak artan küresel nüfusun ihtiyaçlarını karşılamamızı sağlayacak alternatif modeller vardır. Bu model, sürekli ve sürdürülemez GSYİH büyümesine odaklanmaktan vazgeçmemiz ve bunun yerine insan ve toplum refahının yanı sıra Dünya’nın biyofiziksel sınırlarını da dikkate alan yeni “büyüme sonrası” ölçütleri benimsememiz gerektiğini vurgulayan “Donut ekonomisi” tarafından düzgün bir şekilde tanımlanmıştır.

AB’nin doğal kaynak tüketim oranı o kadar büyüktür ki, bunu dünyadaki tüm insanlara dağıtabilmek  için 2.8 Dünya gerekir. Ormansızlaştırma ve kirletici hafriyatçılık hızla devam ederken, bunun yükünü taşıyanlar marjinalleştirilmiş topluluklar, genellikle de Yerli topluluklarıdır. Giderek sıklaşan bu yüzleşmeler, çevre ve insan haklarının ne kadar yakından bağlantılı olduğunu göstermektedir. Doğal alanlarda yaşayan pek çok kişi (yıkıcı faaliyetleri uluslararası çevre ve insan hakları hukukunu rutin olarak ihlal eden) vicdansız ve zorba endüstrinin hedefinde olduğundan, Yerli halk ve kırsal arazi işçileri ilk ve genellikle son savunma hattıdır. Son on yılda, topraklarını ve çevreyi vahşi hafriyatçılığa karşı savunan 1.700’den fazla kişi öldürüldü.

İklim eylemi konusunda bir tutum takınmak

Demokrasi ve hukukun üstünlüğü üzerine kurulmuş ve bu ilkelerin savunucusu olarak algılanmak isteyen bir kurum olarak AB, demokratik standartlar ve çevresel adalet konusunda haklı olarak ikiyüzlülükle suçlanmamak için halkın katılımındaki düşüşü tersine çevirmelidir. Bu da en etkili şekilde Aarhus Sözleşmesi’nde belirtilen açık hükümlere uyarak ve çevresel demokrasiyi geliştirerek yapılabilir.

Çevresel hedeflere ancak birlikte çalışarak ulaşılabilir. Bu da BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda kapsayıcı ve erişilebilir katılımcı süreçler yoluyla insanların sürece dahil edilmesi anlamına gelmektedir.

Eğer hükümetler ve politika belirleyiciler iklim konusunda ciddilerse ve daha az yıkıcı protestodan memnun olacaklarsa, çözüm basittir: eşitlikçi ve kapsayıcı katılımı kolaylaştırmak için gerekli politikalara kaynak ayırmak. Yukarıda bahsi geçen hareketlerin çağrıları nettir: sıradan insanların ve çevrenin çıkarlarını temsil eden STK’lara, sivil topluma ve taban gruplarına kapıyı samimiyetle açın ve onların rasyonel taleplerini yerine getirin.

Kolektif direniş güçtür. Her şeye rağmen çevre kampanyacıları defalarca kazandı: Conga bakır madeni planlarının yerel halkın amansız direnişinin ardından durdurulması (Peru, 2016); 500 gün süren bir protestonun ardından Kruščica nehri boyunca yeni hidroelektrik barajların inşasını engelleyen “Kruščica’nın Cesur Kadınları” (Bosna Hersek, 2017); Nemonte Nenquimo’nun 500.000 dönümlük Amazon yağmur ormanını petrol çıkarımından korumak için kazandığı tarihi yasal zafer (Ekvador, 2019); Yerli toplulukların büyük direnişinin ardından XL Keystone petrol boru hattının iptali (Kanada, 2021); kıyı sularını kirleten büyük bir balık unu fabrikasının kapatılması için topluluk tarafından yürütülen kampanya (Gambiya, 2021); Jakarta vatandaşları tarafından açılan ve Bölge Mahkemesi’nin Başkan ve hükümete hava kalitesi konusunda harekete geçme emri vermesine yol açan toplu dava (Endonezya, 2021) ve çevre gruplarının 2,4 milyar dolarlık bir lityum madeni projesinin iptalini zorlayan haftalar süren kitlesel protestosu (Sırbistan, 2022). Ve bunlar buzdağının sadece görünen kısmı.

[1] Ben Snelson, Avrupa Çevre Bürosu’nda iletişim alanında, özellikle AB tarımı, sürdürülebilir gıda sistemleri, pestisitler, toprak sağlığı ve su kirliliği konularında çalışmaktadır.

Bu yazı, İngilizce olarak, 24 Temmuz 2023 tarihinde, Green European Journal’da yayınlanmıştır.

https://www.greeneuropeanjournal.eu/in-defence-of-protest/ adresinden indirilmiştir.

BU YAZI, YEŞİL AVRUPA VAKFI’NIN DESTEĞİ İLE YEŞİL DÜŞÜNCE DERNEĞİ VE YEŞİL SİYASET DERGİSİ ORTAKLIĞIYLA YAYIMLANMIŞTIR.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan