2. BÖLÜM: GEÇMİŞİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Yeşil Siyaset Dergisi: İlk bölümdeki konuşmalar, ilginç bir şey ortaya çıkardı. En baştan bugüne yaşanan sürecin aktarımında ‘Partide kendini yalnız hissetmek’ en geniş ortak payda oldu. Oldukça enteresan bir durum bu; hem de Yeşiller Partisi ve imajının arkasında böyle bir olgunun yaşanması. Farklı dönemlerde aynı duygunun yaşanmış olması, hareketin gelişiminde etkisini sürdüren ve kronikleşen bu sorunun, örgütlenme ya da pratikte hep benzer bir eksikliğin devam etmesinden ya da doğrudan ideolojik temelden kaynaklanıyor olabilir. Gelecekte bu sorunun üstesinden gelinmesi gerektiği çok açık; ama ilk kez bu tespitin yapılması ve artık gün yüzüne çıkmış olması ile önemli bir adım atılmış oldu.

‘Yeşiller konuşuyor’ söyleşimizin devamındaki bu bölümde, benzer gelişmelerin çoğalacağını umuyorum. Peki, şimdi buradan devam ederken, genel olarak ‘ne bekledik, ne oldu, neler yaşandı?’, aşağı yukarı genel bir çerçeve oluştu. Burada Emine’nin dediği gibi, geçmişten günümüze bir araya getirerek topluca bir şey ortaya konuldu. Buradan devam ederek yine her birinizden bugüne gelirken ‘neyi farklı yapsaydık daha iyi bir sonuç alırdık, bugün daha farklı olabilirdi?’ açısından bir değerlendirme almak, bu çerçeveyi tamamlayabilir. Elbette nesnel koşullar ayrı, yani özellikle Ümit’in vurguladığı zaman zaman dönemsel koşulların hareket üzerindeki etkisi açık. Ama yine de bakış açımızı koruyarak ‘öyleyken neyi, nasıl yapsaydık bugün bazı şeyler farklı olurdu?’ diye konuşabiliriz. Bu perspektiften bakarak, bir geçmiş değerlendirmesi ile bugüne dair önerilerinize bağlamanızı istiyorum. Yine ilk deneyimi yaşayanlardan biri olan Bilge ile devam edelim.

BC: Şimdi açık söyleyeceğim, Türkiye’de insanlar birine alışıyor ve o insanı özümsüyorlar. Evlerinde bile hissediyorlar. Tam katkıda bulunmak isterken, birdenbire biz verilen emekleri boşa atıp, eş sözcüleri değiştiriyoruz. Yani bu kadar çabuk eş sözcü değişmesini ben Yeşiller siyasetinde hatalı görüyorum. Bir şekilde güvensizlik mi acaba aramızdaki? Bir güvensizlik mi, çok seslilik mi, önce bunu konuşalım. Her kongrede eş sözcü değişti bu Partide. Mesela ben ne yapıp edip, biraz daha emek verip 1-2 dönem daha eş sözcü olsaydım daha başarılı bir döneme girerdik. Ama her seferinde sıfırdan bir yapıyı, örgütler kurup, oraya buraya gidip, 24 saat çaba gösterdikten sonra, tam insanlar kıvılcıma kapılıp toplanınca, hemen eş sözcü değişiyor. Toplumda “yeni eş sözcü seçince neden bıraktınız?” diye sorular başlıyor. Mesela Bodrum’da yeni eş sözcüler seçildiği halde, hala benim haberlerim, ‘eski başkanı, eş sözcüsü’ diye çıkıyordu. Bu karışıklık kesinlikle güvensizliği yaratıyor toplumda. Türkiye toplumunda bir eş sözcü seçildiyse, birkaç sene kalmalı. En azından bundan sonrası için diyorum; bu birincisi.  Eş sözcülere güven olmalı. Mesela son Koray’ların durumunda söylemek istiyorum, bir partiden aday oldukları için bir sürü laf söylendi. Olmaz bu. Bir partide bir karar verilince herkes onun arkasında durmak zorundadır. Mutlaka ki, eş sözcülerin her kongrede değişmesi, insanların birbirini tanımasına ve güven oluşmasına engel oluyordur.

“Bir partide bir karar verilince herkes onun arkasında durmak zorundadır.”

İkincisi şunu söylemek istiyorum: sivil toplum kuruluşları yakınlaştı deniyor. Bu projeler meselesinin Yeşiller Partisi’nde çok olumsuz etkileri olduğunu söylemek istiyorum. Siirt’te örneğin bize üye olan insanlar vardı. İki kere gittim, orada bir oluşum oluşturduk. Orada büyük bir emek vererek bayağı bir partileşme çalışması yürüttük. Yeşiller Partisi’nin kurulma aşamasına kadar geldik. Ben döndüğüm zaman bir haber aldım: -sivil toplum kuruluşları nereden kredi alıyorlar, ne yapıyorlar onları hiç bilmem, ben bunları anlamam da, hiç de yapmadım-, birdenbire Siirt’teki yemek organizasyonu ile ilgili bir proje hazırlanmış Partide. Ben buna karşı çıktım. Biz orada parti kurarken, Siirt’te daha çok konuşulacak meseleler varken, Siirt’te, bir proje. Birdenbire bu beni çok irrite etti ve partiden kopmama neden oldu açıkçası. Siirt’te koskoca bir siyasi örgütlenme peşinde koşarken, dönünce birdenbire bir yemek projesi çıkıyor; Siirt yemekleri; ve uluslararası bir proje bu. Ben buna çok karşıyım. Yeşiller’e hele bu çok zarar vermiştir. Oluşumlarında bu devam etmeli; ama partiye yansımamalı. Bu sivil toplum projeleri, bence bir arada yürümez Parti ile. Maaş alınıyor, belirli bir ekonomik katkısı olabilir ama bu ayrı bir sektördür, siyasete yansımaması lazım. Beni bunun çok rahatsız ettiğini söylemek istiyorum. Ben o zaman bu partiden çok koptuğumu da söylemek istiyorum. Uzun bir süre ayrı kaldım.

Tabii Yeşil Sol ile HDP ile birleşme konusunda da endişelerim vardı; çünkü beni onlar ÖDP’deyken partiden atılmam için Disiplin Kuruluna vermişlerdi. Bir köyün su kaynaklarını tekeline alan bir şirket ÖDP’lilerden idi; onlarla karşı karşıya gelmiştim. Yıldırım Kaya ile Saruhan Oluç beni Merkez Disiplin Kuruluna verdiler ve ben orada büyük mücadele verdim. Parti içinde Ertuğrul Kürkçü, Celal Beşiktepe, en nihayet gittiler köyde ben olmadan köylüyle sorgulama yaptılar benim hakkımda. Bu, mahkeme gibi bir şey. Benim aşağılanmamı düşünebiliyor musunuz? Bütün köylü arkamda durunca, benim Disiplin Kurulum iptal edildi; ama ben tabii ki istifa ettim. Bunlar yeni oluşumlarda da yaşanacak şeylerdir arkadaşlar. Biz diğer gruplardan tamamen ayrı, kendi yeşil siyasetimizi etkin bir şekilde yürütebiliriz. Çünkü bizim hepimizde de büyük bir donanım var. Yeşil politika, çok geniş alanları kapsayan bir politika. Kendi aramızdaki eğitimler, dışarıdaki yapılaşmayı, bence tebeşirle bir tahtada birbirimizi eğitmekten öte, topluma nasıl bakabiliriz, topluma nasıl bir politikayla ulaşabiliriz, bunları konuşmamız lazım.  Kendimizi eğitmekten öte topluma yönelik işler yapmak zorundayız. Bizim bir öğretmene ihtiyacımız yok, toplumun da yok. Toplumun inandığı, güvendiği, dayandığı idealist düzgün insanlara ihtiyacı var. Ben, Yeşiller çok karman çorman olduğu için söylüyorum, kesinlikle bu projecilik Yeşiller’i çok aşağı çekmiştir. EDP ile birleşme de aşağı çekmiştir. Yeşillerin bütün Türkiye’deki yapılanması çok ahlaklı, çok düzgün duruşunu sağlamıştır, açık söylüyorum. Eğer Yeşiller yeniden oluşacaksa bir kere sivil projecilikten uzak durmak zorunda.

YSD: Peki sana göre yeni bir parti kurulmalı mı?

BC: Çok açık söylüyorum, Yeşillerin yolu açık. Demek istediğim hiçbir oluşuma girmeden kendi politikamızla, kendi duruşumuzla ortaya çıkmamız gerekiyor, bu kadar. Bir de sivil toplumculuk, projecilik Yeşiller Partisi ile ilişkisini kesmek zorunda. 

EÖ: Ben bir şey soracağım: burada kastettiğin Yeşil Düşünce Derneği (YDD) gibi belli bir dernek mi Bilge; yoksa Siirt dedin, yani daha eski bir olay mı? Tam olarak kastın nedir?

BC: Bir derneğin projesi varsa örneğin, Yeşil Düşünce Derneği’nin, onun projesidir. Bu konuda çalışmalı; ama Parti ile ilişkileri ortaklaşa olmamalı asla. Yani, Parti kendi siyasi kimliği ile var olmalı. Gelir gerekiyorsa, bu gelir kapılarını başka yerden buluruz; sivil toplumculuk ile projecilik ile değil. Bu çok zarar verdi Partiye. Yeşiller siyaseti ve mücadelesi için verilen emeklerin yeniden oluşması, en önde gelen dileğimiz olmalı. Öneri ve eleştirilerim: 

1. Eş sözcülerinin her kongrede değişmesi toplumda kabul görmedi… ( Ben iki sefer ayrıldıktan sonra da Eski Yeşiller Partisi Genel Başkanı diye basın haber yaptı.)

2. Parti içinde siyasi mücadele, STK’ları öne çıkarmamalı. Siyasi mücadele önde olmalı, projecilik partinin arka yüzü olmalı. Ön yüzünün siyasi mücadele olarak gelişmesi önemli.

3. Parti içi eğitim, hoca talebe ilişkisi ile değil, katılımcı, eşit ve çok sesli olmalı.

Yeşil siyasete Turkiye’ nin hala bu devirde daha çok ihtiyacı var ..

YSD: Ümit sanıyorum aynı şeyi tekrar etmeme gerek yok, yani bugün ne olsaydı, nasıl olsaydı farklı bir yere gelirdik? 

ÜŞ: Ben yine biraz dış şartların analizini yapmadan duramayacağım. Bence Yeşiller’in bugünkü durumunun hikayesinde en önemli belirleyici faktör dış etkenlerdir. Hatta gereğinden fazla içe dönük analizler yaptığımızı, gereğinden fazla kendimizi hırpaladığımızı ve suçladığımızı düşünüyorum. Elbette bunların da etkisi var; ama iç sorunlarımızın bile büyük ölçüde üzerinde yürüdüğümüz zeminin düz olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum ben. Hatta kişiler arasında çıkan bir türlü bitmek bilmeyen sürtüşmelerin, Emine’nin de, Sevil’in de, Özlem’in de hep söylediği pek çok problemin, şartların normal olmaması ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bunlar normal olsaydı da problemler çıkardı; ama başka problemler çıkardı. Bu yaşadıklarımız büyük ölçüde anormal şartlardan kaynaklanıyor. O yüzden şimdi bu somut durumun somut tahlilini yapacak olursak, nedir bu anormal şartlar ona bakmak lazım. 

Yeşiller’in bugünkü durumunun hikayesinde en önemli belirleyici faktör dış etkenlerdir.

Birincisi, her siyasi yapı, özellikle de siyasi parti, eğer yeraltı örgütü, illegal devrimci bir örgütlenme değilse, seçim odaklıdır. 1980’lerdeki tartışmalarda, Bilge’lerin ilk partisinden bize miras kalan 90’lardaki tartışmalarda daha çok eski, 70’lerden kalan devrimci hayal kırıklıklarının etkisi vardı bence. İktidarı ele geçirme gibi laflar kullanılırdı o zamanlar. Eski solun seçimciliği -parlamentarizm denirdi o dönem- reddetme telaşının da etkisiyle Meclisin ya da seçimlerin önemsenmesine karşı bir mesafe alınmıştı. Yeşiller’in tabanındaki ekolojist ya da anarşist kanatlar veya soldan gelen arkadaşlar genellikle Avrupa’daki bazı Yeşillerin daha çok sokağa, eyleme dönük tavrının da etkisiyle, seçimlerin dışında kalmayı, kendini seçimde test etmemeyi falan bir marifet olarak algılardı o dönemlerde. Bunun etkilerini uzun yıllardır yaşadık, yaşıyoruz. Ben de bir dönem, önemli olanın sokak olduğunu düşündüm; daha çok 90’lardan bahsediyorum. Fakat sonradan şunu gördük ki, -bütün bu deneyimlerden yola çıkarak, ben de gördüm-, seçimler yoluyla, adaylık yoluyla kendini toplum önünde oy terazisine sokmayan hiçbir siyasi hareket, siyaset yelpazesinde kendine kalıcı bir yer edinemez.  Birinci Yeşiller Partisi hiç aday çıkarmadı biliyorsunuz. Zaten o dönem genel seçim de olmadı; galiba bir tek yerel seçim olmuştu. Ancak ikinci Yeşiller Partisi kurulmadan hemen önce, 2007’de Bilge’nin ve Neriman Eren’in bağımsız milletvekili adaylığı, sonra parti kurulduktan sonra 2009 yerel seçimlerinde bağımsız Yeşil yerel seçim adaylıkları ile biz bu iradeyi gösterdik. Yani seçimlere katılmak, oy tabanını sınamak isteyen bir parti olma iradesini gösterdik. Fakat bizim ikinci Yeşiller Partisi döneminde bir tane genel seçim oldu, o da 2011 genel seçimiydi. 2011 genel seçiminde zaten seçimlere girecek yeterli örgütlenmeyi de sağlayamadığımız için ancak Emek ve Özgürlük İttifakının o zamanki versiyonunun bir parçası olarak seçimlerde yer almaya çalıştık. Bizden hiç kimse aday da gösterilmedi. Zaten Batı’da çok az aday gösteriliyordu, henüz parti olarak seçime girmedikleri için. Ama biz Kürt siyasi hareketinin, o zamanki BDP’nin çevresindeki sol hareketlerden biri olarak kendimizi var ettik. Onun hemen ardından EDP’den gelen birleşme teklifini de tam da Sevil’in biraz önce anlattığı gibi temelde bu nedenle kabul ettik. Yani EDP’nin bize birleşme teklifi ile gelmesinin arkasında başka motivasyonlar vardı belki; -bizde de bu konu çeşitli şekillerde tartışıldı-, sadece seçim üzerinden değil, ama ben o dönem partinin eş sözcüsü olduğum için ve ilk görüşmeleri yapanlardan biri de olduğum için çok iyi biliyorum ki eğer o dönemde EDP bize “birleşelim ve kendi adımızla seçime katılalım” demeseydi birleşme olmayacaktı. Biz neden buna evet dedik peki? Çünkü inandık, bir. İkincisi, gerçekten bunun dışında bir seçenekte seçimlere katılacak örgütlenmeyi tamamlama şansımızın olmadığını fark etmiştik. 2011 seçimlerinde görmüştük ki biz daha büyük bir parti ile birleşip 41 ilde örgütlenme sorununu çözmediğimiz sürece herhangi bir yakın gelecekte Yeşiller Partisi’nin kendi amblemi ile seçimlere girmesi söz konusu olmayacaktı. İşte EDP bize bunu önerdi; biz de EDP’yle bu yüzden birleştik. Şimdi bu sürecin sonunda maalesef EDP’den gelip YSGP’de bir araya geldiğimiz bazı arkadaşlarımız bizi kullanarak, kendileri, YSGP ile aynı dönemde kurulan HDP’den milletvekili oldular. Özetle kendi milletvekili adaylıkları için bizimle birlikte kurmuş oldukları YSGP’yi kullandılar. Dolayısıyla burada ağır bir siyasi etik problemi var; ama maalesef şöyle ilginç bir durum da var: bu süreçle ilgili hep biz suçlanıyoruz. Çevremizde, ben kiminle konuştuysam, “biz size demedik mi, bu ekibin başındakilerle birleşilmez” gibi laflar etti yıllar boyunca. Biz size demedik mi şöyle, biz size demedik mi böyle. Yani hırsızın hiç suçu yok, sadece biz kapıyı kilitlemediğimiz için suçlu olduk. Sonuçta EDP’den bu süreci geliştiren bazı arkadaşlar, Yeşiller’i kandırarak kendilerine HDP’de sağlam bir yer edinmiş oldular. Ancak biz bunu 4 yıllık ağır bir süreç yaşayarak -çoğunu da Sevil yaşadı zaten maalesef- öğrenebildik. Bu arada bir parantez açayım: Sevil sen bana laf attın orada, birinci kongrede birdenbire kendimi aday olarak buldum diye. Sen Yeşiller Partisi’nin son eş sözcüsü olarak doğal adaydın; o yüzden öyle oldu o iş. Biz diğer arkadaşlardan farklı olarak bu tür geleneklere saygı duyuyoruz Yeşiller olarak. Kim eş sözcü ise öncelik ondadır; ki son eş sözcü Sevil’di, dolayısıyla ilk eş sözcü de Sevil olacaktı; bu gayet doğaldı. Yine seçim süreci geldiğinde kimler eş sözcüyse onların milletvekili adayı olması gerekirdi. Ama olmadı biliyorsunuz. Sonuç itibariyle şunu söyleyeceğim bu faslı kapatmak için: Seçim meselesi çok kritik bir meseledir ve kurdurulmayan son Yeşiller Partisi’nin en büyük başarısı da Koray’ın ve Özlem’in gayet görünür, kamuoyunda sesi çıkan bir milletvekili adaylık süreci yaşamalarıdır. Yeşiller’in 35 senelik tarihinin en üst noktalarından biridir bu. Bunun Parti içinde hala anlaşılamamış olması, Parti içinde bunun hala eleştiriliyor olması, Yeşiller’in en büyük sorunlarından biridir. Siyaseti anlamayan bir heyet maalesef şu anda Yeşillerin içinde çoğunlukta. O yüzden de hızlı bir cevap verecek olursam, ben bugün Yeşiller’in tekrar partileşme şansının, siyasetten bu kadar anlamayan, güncel siyasete bu kadar uzak bir kadro ile olduğunu pek sanmıyorum; ciddi bir liderlik çıkmadığı takdirde tabii.  Eğer iyi bir liderlik çıkar da, siyasi bir anlayışla bu hareketi sürükler ise, o zaman olabilir. Ama bu kadar sivil toplum örgütü zihniyetiyle siyasi parti olmaz. Ancak bu cesareti, seçime girme, aday olma, oy ile sınanma cesaretini gösterecek insanlarla bu işler olur. Ben şu anki Yeşillerde bu cesareti de bu kaliteyi de görmüyorum. 

İkinci nokta da şu: yine bu birinci söylediğimle bağlantılı olarak, bütün siyasi hareketlerin müstakil olması gerekir. Şu anda Türk Solu bu bağımsızlık anlayışını tümüyle terk etti. Bu bağımsızlık anlayışını birazcık gündeme getirmeye çalıştığı için TİP’in canına okudular biliyorsunuz. TİP birazcık Kürt siyasi hareketinden bağımsız davranayım dedi diye canına okundu. İdeolojik nedenlerle başka bağımsız davrananlar da var gibi görünüyor; ama onlar da CHP’nin yörüngesinde zaten. Dolayısıyla böyle müstakil, kendi ayakları üzerinde duran bir siyasi parti olma şansı bulamadığı sürece Yeşiller’in hiçbir şansı olmadığını düşünüyorum. Keşke 20 senedir bu noktada olsaydım; ama zaman içerisinde bunu hep beraber anladık. Ama maalesef bu da bir dış koşul. Bütün Solu, alternatif siyasi hareketleri de -Yeşiller dahil-, vesayet altına alma telaşı içerisinde olanlar var. Bundan kurtulmadan, bundan kendimizi azat etmeden bizim bir şey yapmamız, müstakil bir hareket oluşturmamız mümkün değil; önce bunu bilinç düzeyine çıkarmak lazım. 

Üçüncü ve son dış faktör denebilecek şey de şu: Yeşiller’in tarihi boyunca ama özellikle de 90’lardan itibaren yaşadığı en büyük açmazlardan bir tanesi de, sol siyasetin anti emperyalist niteliğinin karşısında, -ki oldukça katı bir anti emperyalist siyaset vardır biliyorsunuz-, bazı sol liberal kanatlar, (HDP’nin bir kısmı falan hariç), bizim gibi Avrupacı, nispeten siyasi liberal, Batıcı denebilecek hareketlerin sürekli alanın dışına sürülmesi, suçlanması, sağ kanat görülmesi, düzen yanlısı, Avrupacı görülmesi falan. Yani Türkiye’de AB yanlısı olmanın hala bir suçmuş gibi algılandığı bir sol siyaset var ve biz de bu sosyal siyasal hayatın bir parçasıyız. Bu, Yeşiller’in çevre hareketiyle, ekolojik hareket ile ilgisini, bağını da doğrudan doğruya etkiliyor. Çünkü çevre hareketi de büyük ölçüde anti-emperyalist mücadele kavram seti ile konuşan bir hareket. Dolayısıyla Yeşiller’in bu Batıcılığı, bu demokratlığı diyelim ya da liberal demokratlığı fazla geliyor. Bunun içerisine bir de o yarım yamalak, kulaktan dolma anarşizan lafları da eklerseniz… Maalesef Yeşiller’in içinde de çok yaygın olan lafları, bunların demokrasi sanılmasını, yani dağınıklığın, iş yapmamanın, hiyerarşisizlik ve demokrasi sanılması, lidersizliğin ne olduğunun anlaşılmaması… Lidersizlik, liderlerin canından bezdirilmesi değildir. Yeşil harekette en önemli pratiklerden bir tanesi, biraz önce Koray’ın da tarif ettiği gibi biraz sivrilen, liderlik iddiasında bulunanların canına okunmasıdır. Yıllarca bu yapıldı. Bana da yapıldı; Sevil’e de yapıldı; hepimize yapılmıştır. Halbuki bizim liderlere ihtiyacımız var. Bizim karşı çıkmamız gereken şey, Kılıçdaroğlu gibi tek ve değişmez liderler. Oysa biz çoğul liderlikleri bile sanki diktatörlükmüş gibi algılayan, yarım yamalak anarşizan bilgilerle dolaşan insanlarla maalesef muhatap olduk. Bu da Yeşiller’e çok zarar verdi. Şimdi ne yapılabilir bu kadar zayıflamış bir kadroyla bilmiyorum. Hem dış etkenler nedeniyle, otoriterleşen Türkiye nedeniyle, işte doğrudan doğruya İçişleri Bakanlığının engellemesi nedeniyle bu kadar baskı altına girmiş bir hareket olduğumuz için hem de deminden beri saydığımız diğer nedenlerle elimizde bu kadar zayıf bir kadro varken, ben yeniden kısa vadede bir Yeşiller Partisi oluşturabileceğine inanmıyorum. Kimlikçi politikaların ön plana geçmesiyle de yeşil siyasetin önünün tıkandığını düşünüyorum. Tam tersine yeşil siyaset daha evrenselci temalar üzerinde büyüyen bir harekettir bütün dünyada, iklim krizi gibi, yeşil ekonomi gibi… Biz bu kadar evrensel, bu kadar gezegen ölçeğinde, aslında bu kadar enternasyonalist ve kozmopolit nitelikleri olan bir hareketi; dar grupçu, kimlikçi politikalara sıkıştırmaya çalışıyoruz. Kimliğe dayalı hak mücadeleleri de elbette önemli; ama bunların belirleyici ve öncelikli hale gelmesi yeşil hareketi daraltıyor ve içe kapatıyor. 

Son olarak eğer yeniden yeşil siyaset denemeleri yapılacaksa biraz daha değişen Türkiye’nin değişen şartlarına uygun, belki eş sözcülükten de vazgeçen, eş genel başkanlık gibi daha klasik, toplum tarafından daha kolay anlaşılan bir liderlik tarzı benimseyen, ana akım siyasi pratikleri eskisi kadar küçümsemeyen, biraz daha AKP iktidarının hegemonyasına, artık hegemoniğin de ötesinde nerede ise totaliterleşmeye giden iktidarına cevap verebilecek özellikler ile donanmış bir yere doğru gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunlar tabii çok apayrı ve zor tartışmalar. Değil 80’lerin 90’ların, 2000’lerin yeşil siyasetinin bile bugün artık sürdürülecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kendi dönemimden bahsediyorum: Benim eş sözcülük yaptığım dönemin, 2000’lerin, 2010’ların ilk yarısının, yani 2015’e, rejim değişikliğine kadar devam eden dönemde yaptığımız yeşil siyasetin Türkiye’nin mevcut şartlarında artık pek şansının da anlamının da kalmadığını düşünüyorum. Yepyeni bir yeşil siyaset kurgulamak gerekiyor; bu totaliter AKP iktidarına ve aslında dünyada da işlerin çok değişmesine, iklim aktivistlerine yönelik baskılara, aşırı sağ popülizmin çok yaygınlaşmasına, hatta Türkiye’de de yaygınlaşmasına cevap verebilecek, Özlem’in söylediği iklim hareketinin bile neredeyse pasifize olmasına neden olacak kadar bu işlerin değişmesine cevap verebilecek şekilde.  Bunun için de son bir şey söyleyeyim: Yeşil Siyaset Dergisi’ne çok teşekkür etmek istiyorum. Bu açılan tartışma, örnek bir tartışma; burada dar bir grup var, ama bu tür tartışmaları ben Yeşiller’de görmeyeli çok oldu. Bu kadar zaman sınırı olmadan açık, rahatça birbirimizle siyasi sohbetler yapabildiğimiz, herkesin deneyimlerini aktardığı tartışmalar yerine sürekli birtakım kişisel çekişmeler, birtakım basit meseleler üzerinden zaman kaybı ile son 2-3 yıldır süreç yaşandı. O yüzden öncelikle bu tür açık, özgür, kurala bağlanmış, ama insanların dostane bir şekilde bir araya geldiği ortamlar kurmak gerek. Özlem’in söylediğine de yüzde yüz katılıyorum, çok güzel bir çerçeve çizdi; herkesin birbirine dostane davrandığı, kimsenin birbirini sevmek zorunda olmadığı değil, hepimizin birbirimizin arkadaşı olduğu bir ortamın doğması gerekiyor ve burada da siyaset tartışabilmemiz gerekiyor, bunu yaratmak lazım. Eğer bu yaratılabilir ise ve bu şekilde topluma gidilebilirse, topluma tekrar yeşil politika anlatılabilirse, -toplumun ihtiyacı olmasına gerek yok, ben Koray’a katılıyorum-, toplum yeşil politikaya ihtiyacı olmadığını düşünebilir, ama biz Yeşiliz ve bizim siyaset yapmaya ihtiyacımız var. Dolayısıyla biz yeniden topluma yeşil siyasetin önemini anlatabiliriz ve yeni insanlarla belki yeni bir partiye doğru gidebiliriz.

YSD: Evet teşekkürler Ümit. Biz de bu tartışmaları farklı formatlarda devam ettirmek niyetindeyiz zaten, umarım yapabiliriz. Sevil devam edelim mi seninle? 

ST: Aslında başlarken temelde şunu söylemem gerekiyor: Ümit’in analiz ettiği birçok şeye katılıyorum. Özellikle bu liderlik meselesi, o yüzden tekrara düşmemek için tanımlamayı da yapmayacağım. Başlayacağım nokta bu değil. Ben aksine şöyle bir noktadan başlamak istiyorum: aslında siyaset dışı meselelerin önemli olduğunu düşünüyorum. Asıl mevzumuz bu dış meseleleri bir miktar küçümsemek diye düşünüyorum. Çünkü pandemi üzerimizden geçti. Pandemi gibi bir şey, dünya tarihinde kaç kez yaşandı? Büyük kolera salgını, veba salgını gibi, dünya dengesini değiştiren şeylerdi. 100 yıl sonra dünyada yine oldu. Biz halen daha aslında yapılanların bir siyasi analizini yapamadık. Bizi bırakın, ana akım çöktü mesela. Bu son seçimlerde şunu gördük: iktidardan bir miktar uzaklaşmış, siyaset araçlarına rahat erişebilirliği olan ana akım siyasi partiler bile yapamamış analizleri. Çok komik… şunu gördük: aylarca oturup seçimlere hazırlık yapan bir ekibin, daha bir siyasetin ABC kurallarına dair, süreci yönetmeye dair becerisi yoktu. Bunu izleyemediler; hiçbir aşamasını takip edemediler. Ve eğer seçimi muhalefet kazansaydı, karşılaşacağımız tablonun da korkutucu olacağını düşünüyorum ben; bu kadar hazırlıksız, bu kadar beceriksiz, örgütsel ve merkezi siyaseten bu kadar çökmüş bir yapının içinde neyle karşılaşacaktık meselesi de korkutucu. Tabii bir de muhalefetin bu kadar aciz bir durumda olması, gerçekten can sıkıcı bir durum. O yüzden, bence, ilk önce bu kısmı çok iyi analiz etmek gerekiyor. Yani bunlara bakmadan bütün o toplumsal dengelerin, ekonominin işleyişine bakmadan bir genel tanıma geçmek çok doğru bir şey değil. Ben o yüzden bir dış, bir de iç ile gideceğim. Sadece dışla da gitmeyeceğim; çünkü içte de bazı meseleler var. Bunu nasıl yapacağımıza dair bir şey, bu analizi doğrudan yaparak bizi de doğrudan ilgilendirecek bu şey; yani kimliğini, hedefler temelinde bir ilkesel, örgütsel temel oluşturmamız lazım. 

“‘Yeşiller Partisi’ne  neden ihtiyacımız var?’ meselesinde iyi hedefler koymamız gerekiyor; çünkü aslında birçok unsur değişti.”

İlk önce aslında stratejisini, ideolojisini koyarsın. Örgütler neye dayanır? Örgütün ideolojisi, fiziksel birliğini ortaya koyar. Biz bunun var olduğunu varsayıyorduk; ama bu tartışmayı yaparken o kadar yanlış bir yerden yaptık ki…  İçten tüketmeden, gerçek siyaseti bir fikir birliğine varacak şekilde tartışmak yerine, bazı kavramların ABC’sini tartışarak götürdük. Bu bizi bir yere götürmedi. Politikanın analizi, siyaset analizini yapıp, politika araçları üzerinden bu ilkesel zemine doğru bakmak önemliydi. Bunu gerçekten iyi yapılandırılmış, iyi bir yerden yapmak ve bu hedefi koyarak yapmak gerekiyor. Çünkü birinci Yeşiller Partisi’nin bir hedefi vardı. Bilge anlattı, bana çok iyi geldi. Bu arada buluşma için de Yeşil Siyaset Dergisi’ne bir kez daha teşekkürler. Bilge’den bunları duymak gerçekten iyi geldi. O dönemki şartlarda siyaset nasıl yapılıyor ve o ideolojik birlik nereden kurulmuş aslında anlaşılıyor. Ümit anlattı, bu süreçte geçmişte neler oldu ve yani benim de yaşadığım bir dönemdi ikinci Yeşiller Partisi dönemi. Niye oradaydık ve neyi yapmamız gerektğini biliyorduk. YSGP döneminde de öyleydi aşağı yukarı. Ama onu, rotayı tamamen kaybettiğimiz için takip edemedik. O yüzden bu tanımı iyi yapmamız gerekiyor. Bizim Yeşiller Partisi’ne  neden ihtiyacımız var meselesinde iyi hedefler koymamız gerekiyor; çünkü aslında birçok unsur değişti. Eğer sırf Yeşiller olarak burada olacak bir hale dönersek bayağı grupçu bir yapıya döneriz. Bir dönemi, ÖDP’nin birbirinden kopmayıp, bir siyasi ortak amacı kalmadığı, siyasetin araçlarını var edemediği halde, sadece ideolojik bir noktada birlik olup, grupçu bir ekip olarak halen siyaset alanını hegemonyası altında tutmaya çalışmasının bir devamı olarak koyabiliriz. Bu konuma düşmek bizi zorlar. Bunu da yapalım, yine tutalım alanı; çünkü bu önemli olacak, çağın fark edilmesi için. Ama gerek var mı, o konuda çok emin olamıyorum. O yüzden bu soruya çok iyi yanıt bulunması gerekiyor. Çevre meselesi ana akımlaştı; bunu Koray da söyledi, altını çizdi. Artık iklim meselesini, mücadelesini tek başına bizim yapmamız gerekmiyor. Ekoloji hareketleri artık boğuldu; buradan doğrudan bir hareket çıkamıyor. Sivil toplum alanı çok daraldı; demokrasi siyasetini yapmaya çalışanlar var. O yüzden bu zemini düşünüp, tartıp yeniden ortaya koymak gerekiyor. ‘Biz neyin siyasetinin gerçekleşmesinde iddialı yapı olacağız?’ meselesini iyi tanımlamak gerekiyor ve parti olarak bence bu noktadan çıkmak gerekiyor. Bunu da yaparken, örgütlenme meselesine geleceğim. Toplumu analiz edebilmek, gerçekliği analiz edebilmek… Şimdi şöyle bir durum da var, bizim zamanında savunduğumuz bir çok şey gibi, Gezi’de de aynı şey olmuştu. Toplumun bir kesimi tarafından kabul gördü; ki bu kesim bizim hedeflediğimiz kitleydi. Şu an için doğru bir hatta olduğumuzun, siyaset vizyonunun karşılığını, politikasını kurabilmemizin göstergesi. Aslında muhalefetin ana akımında olan meseleler. Bu gender, cinsiyet meseleleri, ‘queer’ meseleleri bizim 15 yıl önce falan konuştuğumuz mevzulardı; artık onlar da kabul oldu. Yani bir şekilde, anayasası gibi bir şey oldu muhalefetin, ya da ilerici birleştirici yapının. O yüzden bizim aslında onun bir adım ötesine geçecek ideolojik zemini, oraya koyacağımız paradigmayı tekrar kurmamız gerekiyor. Yani öbür türlü bu kabul görmüşler içinde kaybolan çatışmalar, siyasetin aslında belirsizliği içinde yok olan bir sürece doğru gidiyor. Bu politik kavramsal süreci de tekrar yapmak, gerçekleştirmek gerekiyor ve bunu nasıl yapacağımızı tanımlamak gerekiyor. Bu da bence önemli bir nokta; çünkü küçük bir ekibiz, her yere yetemeyeceğiz. Bizim, hangi kitleyle nasıl bir siyaset zemini yaratacağımız meselesinde netleşmemiz gerekir. Sadece kitlesel bir parti olamayacağız herhalde, en başından bunu kabul etmek gerekiyor. O yüzden bu tanımı da yaparak, bu konuyu ilerletmek çok önemli. 

Yine, örgütlülük meselesinin başka bir ayağına geleceğim. Hem gerçekten liderlik meselesinin önemli olduğunu, liderlik meselesinin siyasetin kendisi olduğunu, hiyerarşinin parçası olmadığı meselesinde de artık ortaklaşmak gerekiyor. Yani Bilge de demişti, burası bir dönemler alternatif olan ekipler topluluğuydu, bu da ilişkileri farklılaştırıyordu. Evet işte artık ne dünya ne de partiler bu şekilde. O yüzden bir kere oradan çıkmamız gerekiyor. O kadar çok bir arkadaş grubu halinde yürüyor ki bu yapı, bu çok hatalı ve bu yapının aslında bir siyasi parti gibi hareket etmesinin önündeki en büyük engel oluyor. Mesela benim de Koray’a çok eleştirim vardı; ama Koray’ın çok doğru yaptığını düşündüğüm şeyler de vardı. Son hamlesi bir siyasi partide bir siyasi eş sözcünün yapması gereken ideal hareketti mesela. Beni ikna etti. Bu siyaset yapmaktır; bu liderlik yapmaktır. Yani bunu bir koymak gerekiyor. Seçimlere girme konusunda ben o noktaya kadar çok tereddütlüydüm, bunu kendinden emin biçimde ve gerekli siyasi araçlar ve sonuçları Partiyle tartıştırarak yaptı. Ama bizdeki sonuç şuydu: sonuçları ortadayken halen daha bir yere takılma, bir o korkuyla hareket etme. Yani liderliğin olmamasından dolayı içimizdeki bir grup halen daha rakamları ve sayıları ve sonucuna rağmen buna emin olamıyor. Mesela bu da liderlik mekanizmasının olmamasına dair bir gösterge aslında bence; ya da o siyaseten çekingenliğin bir göstergesi ve buna iyi bakmak gerekiyor. Diğer yandan şu çok önemli: biz bir dönem yine liderlik mekanizmasının bir parçası örgütsel becerimizi kaybettik. Bir yandan da liderlik tek başına aslında siyaset veya siyaset yapma alanı değil. Her siyasi parti gibi örgütsel beceriyi kazanmamız gerekiyor.

YSD: Dağınıklık olunca bir şey yapılamıyor yani.

ST: Onu kastetmiyorum. Aslında örgütsel birşey yapmıyoruz biz; yani örgütlenme var, ama liderlik de bunun bir parçası; insan yönetimi, siyaset yönetimi, grup yönetimi, bunu klasik siyaset araçlarıyla yapmamız gerekiyor. Çünkü şu: siyaset değişiyor, ama propaganda yöntemleri değişmiyor; araçları da değişiyor, ama yöntemler değişmiyor. Biz o yöntemleri de kullanmıyoruz aslında. Yöntemler sabit:  ‘Bir insanı nasıl etkilersin, kitle olarak da birey olarak da?’ Bunları kullanıp yapmamız gerekiyor ve bunları bütün olarak da görmemiz gerekiyor. Belki bir parti öğretisinden geçilmesi gerekiyor. Ben siyaseti Yeşiller’de öğrendim ve gerçekten öğreneceğim araçlarla ilgili: örneğin Merkez Yürütme Kurulu toplantısı niye yapılır, karar niye açıklanır, basın açıklaması niye önemlidir? Yani önceden baktığımda içi boş şeyler gibi geliyordu bunlar. Bunların araçları, içeriği açısından gerçekten bir mekanizma ile ilerlemek gerekiyor. Bu bir öneri ve eleştiri aynı zamanda. Biz Yeşil Meclisten itibaren bu refleksimizi tamamen kaybetmiş durumdayız. Belki hani bu eş sözcülüğe de eleştiri olabilir; bunu aslında etkin bir şekilde yapmadık ya da yapılmadı. İkincil olarak görüldü; ama bence bir siyasi parti olmanın en önemli unsurlardan bir tanesi de aslında o örgütsel beceriyi ortaya koyabilmek ve bunu önceliyebilmekti. Bu da benim hem eleştiri hem de ileriye yönelik bir önerim. 

Bir de, birazcık siyaset yapma meselesinde çok fazla bireye iniyoruz. Bireylerden çok örgütsel düzeyde gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu hem geçmişe yönelik bir eleştiri hem devamlılık açısından bir öneri. Mesela Parti ile YSGP’den ayrılış sürecimizde aslında kollektif örgütlü siyaseti devam ettirebilirdik, edemedik. Oradaki en büyük hatalardan bir tanesi aslında bence, Türkiye Yeşiller tarihi içindeki bize düşen en büyük yükümlülüklerden bir tanesi de, biz Partinin adını orada bırakarak ayrıldık ve şu anda yeni kurulacak bir yapıdan yeni bir siyasi parti diyorsak, bunun Yeşiller adıyla olması bile aslında onun Yeşiller meselesini 10 yıl öncesinden geri alma zorunluluğu gibi bir durum ortaya çıkarıyor.. Çünkü, üçüncü ya da dördüncü büyük parti mi oldu şu anda Yeşil Sol, seçimlere girdi? Artık tüm Türkiye onu Yeşil Parti olarak tanıyor; ve biz şu anda yeni bir parti olsa bile bu isimle bunu götürebilmek açısından çok büyük bir zorluk yaşadık ve YSGP’den ayrılırken bu ayrılma sürecini politik örgütlü bir biçimde yapmadık. Yani Parti’nin adını bıraktık ve oradan ayrıldık geldik. Bu zaten en büyük sorunlardan biri bence. Özeleştirilerden bir tanesi buydu. Bence o döneme dair bunu söylemek istiyorum. Bu konuşuldu bu arada, konuşulmadı da değil. Bununla ilgili masaya oturulması gerektiği konusu da dile getirildi çok defa; ama olamadı.

Sonra geleceğim işbirlikleri alanı: Yeşiller’de bireysellik, arkadaşlık ilişkileri çok ve ilkesellik meselesinin çok tarikat biçimine döndüğü yerler olabiliyor. İşte bu da siyaset yapma yerinden çok uzaklaştırabiliyor. Yeşiller’in özgürlükçü tartışma alanının güçlendirilmesi önemli. Bir de tabii işbirlikleri ile güçlendirilmesi önemli. Mesela Avrupa Yeşiller’inden en büyük farklarından bir tanesi de bence bu herhalde. Biz çok işbirliği yaparak bir siyasi zeminler zinciri kurmuyoruz. Yani bize çok benzeyen insanlarla hep siyaset kurmayı, yapmayı tercih ettik. Partiye de alırken bunu böyle çok sert biçimde yaptık, bu kısmın da gelişmesi gerekiyor bence; çünkü bizim gibi yapılarda bunu tek olarak götürmek çok mümkün değil. Bunu EDP ile bir parti kurarak denedik ve dilimiz orada çok yandı; ama bir şekilde bunu oluşturmak çok önemli. Bir de, Ümit’in özellikle söylediği kısma çok katılıyorum. Bağımsızlaştırma meselesi var ya, bir yandan da, mesela muhalefet AKP’nin istediği yere geldi tam olarak, hiç kimse bağımsız olarak siyaset yapamıyor, yapsa dışlanıyor. Bizim de o dönemde bunu yaparkenki, yine siyasette cesaretli olamama meselesine dair örnekle gideceğim. Ayrılırken biz bir açıklama yapmadık, o dönemin siyasi konjonktürü seviyesinde; sonrasında da yapmadık, ismi bıraktık ve aslında, o hizalanma politikasına bir şekilde teslim olduk bence. Siyaseten cesaret aradıklarımızın bir noktası ile göstergesiydi bu gene. Bu süreçte de benzer durumlarla karşılaşmak, siyasi cesaret göstermemek. Bence aynı sonuçlara sebep olabilir. Bu kadar benim söyleyeceklerim.

ÜŞ: Çok kısa bir şey ekleyebilir miyim? Demin çok hızlı geçtim bu YSGP meselesini, bunu da eklemiş olayım, Sevil söyleyince aklıma geldi. Ben netice itibariyle orada sürecin tamamı bizi olumsuz bir noktaya getirmiş olsa bile, birleşme sürecinin aslında yanlış ve kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum. O birleşme sonrası dönemini belki daha iyi yönetebilirdik; belki ayrılma dönemini daha iyi yönetebilirdik, o konularda söylediklerine katılıyorum. Ama bizi sonradan bugünkü tıkanma ya da kilitlenme noktasına getiren birleşme, aslında Yeşiller’in 2011-12’deki daralmasını durdurdu. Biz o dönemde Koray’ın da söylediği gibi bir daralma yaşıyorduk, o daralmayı aştık ve bugün işte aralarında Berkay senin de bulunduğun bir sürü yeni arkadaşımızla bir araya gelmiş olduk. Yani o birleşme sürecinin baştan aşağı bir hata olduğu gibi bir mesaj çıkmasın en azından benim söylediklerimden. O yüzden düzeltme yapmak istedim. Sonuçta tarih böyle akıyor; yani diyalektik diye bir şey var, bir şey istiyorsun tam tersi oluyor falan, ama durum bu. 

ST: Ben de aynı noktadayım, onu çok da belirtmedik herhalde, hep eleştirdik. Oradaki süreci farklı yönetseydik, bence gayet bizi ileri noktaya taşıyan bir şeydi. Biz, – siyaseten saf olma hali dedim ya- onu yapmak yerine gerçek bir aktif siyaset yapsaydık, farklı olacaktı. Bir de o kısma ben aslında bir şey ekleyecektim: kadroyu konsolide etmek meselesi. Biz YSGP döneminde bunu yapmadık. Birleşmiş bir parti olarak, -iş birliklerine de bunu bağlayacağım-, kendi ekibimizi konsolide etmedik bu zeminde. Bu da işte aslında yeşil hareketi beslemeyi kesti ve devam etmedi. O dönem bizim ekipte olan hem uzman, hem aktivist, hem siyaset deneyimi olan insanları, ekipleri bir kanalda tutmadığımız için irade göstereceğimiz alanlarda yeşil siyaset biçimini, orada etkisini gösteremedik. Yeşiller Meclisine dönerken de bence bunun çok etkisi oldu, konsolide etmeme meselesi. Bu da önemli bir şey bence.

YSD: Hizipçilik yapmadık anlamına da geliyor bu; ama hizip siyasi anlamda kötü bir şey değil aslında. O dönemi yaşamış birisi olarak, şimdi bakınca, süreç çok daha farklı yaşanmış olsaydı -biraz önce paylaştığınız şeyler gibi-, bugün bizi daha iyi bir yere getirebilirdi. Gerçekten de ayrılma sürecinde böyle ‘çok kızıp da, ceketi alıp çıkar gibi’ bir şekilde olmasa çok daha iyi olacakmış. 

ÜŞ: Demek ki aslında tarihi yazmak lazım. Herkes haklı olarak unutuyor. Aslında bizim ayrılmamızı sağlayan o son kongreyle ayrılmamız arasında bir ay var. O kadar da hızlı ceketi alıp çıkmadık aslında. O bir ay içerisinde, oradaki arkadaşlarımız da bizim ayrılmamızı engelleyebilirlerdi; ama özellikle yapmadılar. Çünkü zaten bizi tasfiye etmeye karar vermişlerdi. Kimi arkadaşlar da diyorlar ki, çok erken ayrıldınız. Neyse, o dönemin tarihini yazmak önemli. Yazmadığınız zaman birileri yalan yanlış tarih yazıyor. O yüzden bunu, bence bütün bu YSGP tarihini yazalım biz daha fazla unutmadan.

YSD: Şimdi Emine ile devam edelim mi?

: Ben biraz not aldım hızlıca geçeceğim. Bundan sonra ben, ‘neyi daha farklı yapabilirdik?’ ile ‘bundan sonra ne farklı olabilir?’ kafamda paralel gittiği için biraz, net olarak, bundan sonrasında ne farklı olabilir noktasından alacağım. Bir mesele gerçekten, bu slogan gibi olacak ama, oy verdiğine yol vermek meselesi bence önemli. Yani bizim öyle bir problemimiz var. Ben kendi eş sözcülüğümden öncekini bilmiyorum; parti deneyimim yok; ama mesela Koray ile Özlem’in eş sözcülüğü döneminde tam olarak olan biten her an kafama yatmamıştı. Böyle bir zorunluluk yok tabii; ama, hani bırakın “zaten sadece bir onlar yapıyor” kısmını, ben o insanlara oy verdim ve beni temsil ediyorlar. Yol vermeyi bilmiyoruz bence, yeni bir süreç olacaksa kimi destekliyorsak, birebir oy vermemiş bile olabiliriz, ama neticede seçilmişler, yani birilerinin ağırlıklı iradesini temsil ediyorlar. Bunu göz önünde tutarak yol verebilmeyi bilmek gerekiyor. Sürekli birilerinin önüne taş koymaya, çelme takmaya çalışmamak, arkadan kuyu kazmamak… Biraz ajite ederek ifade ediyorum bunları, ama buradan bir yere de bağlayacağım. Geri çekilmeyi bilmek gerekiyor. Sen aday olmamışsın, ya da aday olmuşsun seçilmemişsin; o insanlar orada -sadece eş sözcüleri de kastetmiyorum ben, Merkez Yürütme Kurulunu da kastediyorum-. Neticede biz Merkez Yürütme Kurulundaki insanlara da oy veriyoruz ve bizim eş sözcülüğümüz döneminde mesela Ümit bizden fazla oy almıştı insanlardan. Bu bir güven göstergesiydi. Yani günün sonunda bir merkez yürütme kurulu ya da eş sözcüleri de bir güven ortamı başından yaratılıyorsa, bu güven ortamının sürdürülmesi gerekiyor. Bundan sonra, olacaksa farklı olması gereken temel şeylerden biri bu. Bununla bağlantılı biraz sınır bilmek… hemen şunu hatırlıyorum mesela: “herşeyi, ortaya çıkan bütün belgeleri hep birlikte tartışalım”. Yok yani, böyle bir mantık da yok, böyle bir düzen de yok, böyle gerçekçi bir zemin de yok. Yani birazdan mekanizmaların ve sınırların işlevsiz ise nasıl işlevli hale getirebileceğimizi konuşabiliriz; ama işlevli olan, her şeyi hep birlikte yapmak demek değil. Bu düsturu değiştirmek gerekiyor. Nasıl olacağını bilmiyorum, pek de umudum kalmadığı için bir önerim yok; ama değişmesi gerekiyor diye söylüyorum. İkincisi bununla bağlantılı olarak da, hep şununla karşılaştım: “siyaset böyle bir şey”. Böyle bir şey…ben anlamadım siyaset nasıl bir şey 1,5 yıllık deneyimimde, hala bilmiyorum. Yani Yeşiller’de birçok insanın ağzından duyduğum “siyaset böyle bir şey”in ne olduğunu anlamış değilim. 

YSD: Yani her şeyin olabileceği bir yer gibi belki. 

EÖ: Evet ama bazı ezberlerden çıkmak da çok zordu. Mesela, bir yandan birbirimizi destekleyip, bir yandan rekabet edemez miyiz? Mesela, bir yandan o gün görevde olan insanın arkasında durup, bir yandan aslında ondan daha iyisini yapabileceğimizi düşünüyorsak, ya da birinin daha iyi bir şey yapabileceğini düşünüyorsak onu örgütleyemez miyiz? Bunu yaptığımızda illa kötü mü oluruz, ihanet mi etmiş oluruz, ben bunları anlamıyorum. Yani şunu demeye çalışıyorum: Sevil mesela, ben görevdeyken bir yandan o gün benim neye ihtiyacım varsa onu yapabilir. Bir yandan da Özlem’in bu işi bundan sonra daha iyi yapacağını düşünüp, onunla gelecek için yeni bir yol haritası çıkarabilir. Bence bunları, bu kadar kişiselleştirdiğimiz ve düşmanlaştırdığımız için rekabetle dostluğu bir arada götürebilmeyi bilemedik. Yani bu belki kişisel ilişkilerle de ilgili olabilir bilmiyorum. Benim kimseyle o kadar yakın kişisel ilişkim olmamasına rağmen çok yıprandım. Anlam veremediğim şeyler oldu. Gücümü kullanmakla suçlandım Merkez Yürütme Kurulunda örneğin. Dolayısıyla, burada rekabeti ve dostluğu bir arada götürebilmeyi öğrenmek için de bir pratik geliştirmek gerekiyor.

“Rekabeti ve dostluğu bir arada götürebilmeyi öğrenmek için de bir pratik geliştirmek gerekiyor.”

Bir de, bence eş sözcüler özelinde birebir de yaşadığım için, eş sözcülüğü üstlenen insanların hayatları var;  para kazanmaları gerekiyor, kişisel hayatları var; ama bu partide, bir şey yapılacaksa, gerçekten çok ciddi bir iş yükü var. Belki Merkez Yürütme Kurulu için de aynısı söylenebilir; ama o pozisyonu yaşamadım bilmiyorum. Yani  günün sonunda şunu demeye çalışıyorum, tabii ki eş sözcülüğe ya da Merkez Yürütme Kurulu üyesine para vermek değil, ama insanların ekonomik olarak hayatlarını sürdürmesinin gerekliliği ile bu işin yoğun miktarda zaman almasının çatışmasının bir şekilde çözülmesi lazım. Nasıl çözülebilir bilmiyorum. Mesela o dönemde beni yıpratan şeylerden bir tanesi de şuydu: Partide Eş-sözcü olduğum için Dernekte (YDD’de) çalışıyordum. Öncesinde Dernekte çalışmaya başladım ve evet bir şekilde Dernekte iş yapabilmem bunu kolaylaştırmıştır; ama ben bir sivil toplum kuruluşunda uzun zamandır çalışan bir insandım. Yeri geldi, Dernekte çalışmak ve Partiyi buradan yönetmekle suçlandım. Böyle bir şey olmaz arkadaşlar, bu kabul edilebilir değil, bu benim iyi niyetime, özverime ve her şeyi geçtim, yıllarca kendi emek verdiğim ve para kazanabildiğim uzmanlığıma büyük bir saygısızlıktır. Yani bunu benim kabul etmem veya benim yerimde olacak bir başka kişinin kabul etmesi söz konusu olamaz. Bunları, ya bu ilişki biçimlerini ayırmanın bir yolunu bulacağız bundan sonra, öneri olarak, ya da bu ilişki biçimleri bu şekilde gidiyorsa kişiler üzerinden bir yıpratma sürecini benimsememeli kimse. Ben bunu o zaman da kabul etmedim, şimdi de kabul etmiyorum ve çok büyük bir saygısızlık olduğunu düşünüyorum. İyi niyetimin suistimali bence. Bundan sonra da kimsenin başına gelsin istemem. O yüzden buranın etkili bir mekanizmaya ihtiyacı olabilir bundan sonrasında; onu söyleyebilirim.

Son olarak Koray’ın söylediğine dair, bence de birilerinin büyük hayalleri olması çok güzel; olsun ama küçük adımlar ve küçük hedefler gerekiyor önce. ‘Bir ay sonra neredeyiz, ne yapacağız?’ İşte biz bunu Koray ile çok denedik aslında; ama olmadı. Orada da, evet merkezi yürütme kurulu ile yeterince iş tutamadık beraber. Bizim de payımız mutlaka vardır ama bence merkezi Merkez Yürütme Kurulu üyelerinin kendini çekmesinin de çok büyük bir payı vardı. Küçük adımlar küçük hedefler, adım adım bir şeyleri başararak, oradan motive olarak gitmek gerekiyor. Umuyorum bundan sonrasında bu yapılabilir. Ben bir umut görüyor muyum? Hayır. Ben uzun zamandır görmüyorum, çok üzülerek. Belki dediğiniz gibi dış faktörlerin burada önemli bir payı vardır; onun hakkını vermek gerekebilir. Sizi dinledikçe orada da başka şeyler düşünmeye başladım; ama bu ruhla diyeyim, ya da bu bakış açısıyla bence çok kolay olmayacaktır.  Ve şunun da etkisi var: mesela işte Koray şimdi ayrıldı; ne bileyim Sevil mesela bir ucundan tutacaktır; ama nerede durmak isteyecek bilmiyorum, hiç konuşmadık. Buradaki diğer eş sözcüler de çıktı mesela, geçmişte eş sözcülük yapan insanların şu an yeni oluşabilecek bir süreçte etkin rol almak istememesi çok önemli bir kayıp bu hareket için. Bu aşamada ben mevcut, şu an yapılmaya çalışılan şeyin de devamlılığından şüphe ediyorum; umut beslemekte zorlanıyorum açıkçası, bu kadar.

YSD: Teşekkürler Emine. Koray sana verelim sözü.

KDU: Yani, biraz karışık bakıyorum diyeceğim. 2007 yılında, Greenpeace’in 25. kuruluş yıl dönümünde, İnönü stadyumunda Beşiktaş- Galatasaray maçından önce, yani Türkiye’nin en çok izlediği maçlardan bir tanesinde, çatıdan nükleersiz Türkiye diye bir pankart indirildi. Altında Greenpeace ve Çarşının imzasının olduğu pankartı dağcılar indirdi ve devasa bir pankarttı. Mesela bunu, şu an hayal edebiliyor muyuz? Edemiyoruz. 2023’te bir seçim geçirdik ve bunu şuna getirmek istiyorum, Yeşillerin söylediği çoğu şey çok geriledi, toplumsal destek anlamında. Özellikle AKP’nin seçim kazandığı şeylere bakarsak, söyleyerek oy aldığı noktalara bakarsak ne yaptılar mesela, Topkapı Sarayı’nın önüne devasa bir savaş gemisi koydular. Savaş gemisini bir sosyal medya fenomeni haline getirdiler. İnsanlar o savaş gemisini dolaşarak -fotoğraf çekmeyi askeriye yasaklamıştı; İletişim Başkanlığı “hayır çekilecek, insanlar sosyal medyada paylaşmalı” dedi- insanlar oradan fotoğraflar paylaştı. Nükleer santral açılışını, yakıt getirerek yaptılar. Bütün doğa katliamlarına yönelik hareketler, yani biz neye karşı çıktıysak, AKP bunlardan ilerleyerek oy aldı. Bu da 2007’de böyle bir Türkiye’deyken, 2023’te, şimdi, bizim bayağı sözümüzün gerilediği bir Türkiye’yi getirmiş oldu. Yani Yeşillerin sözünün gerilemiş olduğu bir Türkiye’ye getirdi bizi. Üzerine düşünülmesi gereken bir nokta, bundan sonrasında ne yapılacağı ile ilgili. En son buna tekrar döneceğim, ne yapılması gerektiği ile alakalı bir fikrim var. 

Partili siyaset olarak da, çoğu şeyin yanlış anlaşıldığı konusunda hepimiz hemfikiriz. Buna bir örnek vereyim: yatay siyaset, yatay örgütlenme diye bir şeyden bahsediyoruz; ne olduğunu ben hala anlamış değilim mesela. A tipi örgütlenme, A tipi siyaseti söylesek mesela, bu benim kafama oturuyor; ama yatay siyasette bir şey anlaşılmıyor. Böyle, -başta söylediğim gibi- kerameti kendinden menkul kavramlar var ve bu kavramların arkasına takılarak giden bir grup insan olmuştu. Bu kavramlar bizi bir yere çıkarmıyor. Biraz önce Berkay semptomlarla alakalı bir şeyler sormuştun. Yani biz niye bazı noktalarda ilerleyemiyoruz, bazı noktalarda çok iç tartışmalara düşüyoruz diye. Bunu şey gibi düşünün: şimdi bir konser alanında bir tane sivrisinek var, o sizi çok rahatsız etmez, sesini duymazsınız bile; çünkü orada bangır bangır müzik geliyordur ve siz başka şeylerle ilgileniyorsunuzdur. Ama aynı sivrisinek sizi yatarken kulağınızın dibinde vız vız vız çok rahatsız eder. İşte o konser alanındaki o ses aslında bir partinin yaptığı kampanyalar, bir partinin yaptığı politik hareketler, bir partinin yaptığı örgütlenme çabaları… Ama bunlar olmadığında o iç tartışmaların, o hızlı vız vız vızı bizi çok fazla etkiliyor. Seçim dönemi, işte Bilge ablanın sorduğu, açmamızı istediği şey… Seçim öncesinde benim şöyle bir sözüm vardı: Biz bu seçime girmezsek, bundan sonra Partinin çok fazla birlikte olabileceğini düşünmüyorum diye. Şu anda da çok farklı bir sonuç olmadı; ama tabii hem yargı kararının gelmesi ve kaybedilmesi; muhalefetin tamamen seçimi kaybetmesi gibi noktalar arka arkaya gelince, zaten bir dağılmanın da kaçınılmaz olduğu ortada. Fakat seçime girmemenin, özellikle fikri olarak kendini insanlara ifade etmemenin, politik olarak onlarla bir bağ kurmaya çalışmamanın bir özrü olmayacağını düşündüm bunu önerirken veya önerileri desteklerken; biraz bu noktadan olaya baktım. Burada tabii ki TİP konusu çok tartışıldı, -hala böyle enteresan şekillerde tartışılıyor- işte Sevil söyledi rakamlarla tartışmalar dönüyor gibi. Aslında hayatta da karşılığı yok seçim sonuçlarının. Hepimiz bakıyoruz seçim sonuçlarına; baktığımızda aslında olan belli, olmayan belli. Fakat rakamları istediğimiz gibi, kendimizi yorumlayabilmek için bu şekilde belli sonuçlar elde etmeye çalışıyoruz. Fakat ortada şu var: her verdiğiniz karar, bir kere, zaten sonsuz seçenek arasından verilmiş bir karar değil; ikincisi burada dış etmenler, bir kere burada çok önemli. Sonuçta bir parti var YSGP, Yeşil Sol Parti olarak seçime giriyor. Onlarla yaşadığımız şeyleri zaten biraz önce konuştuk; daha sonra da konuşmaya devam edeceğiz bir şekilde zaten. Siyasi olarak bir arada olmanın Yeşiller Partisi olarak kendini inkar etmek olduğu bir dönemi yaşadık biz. O yüzden de yapılan görüşmelerde, yapılan karşılıklı konuşmalarda TİP’in bizim kendi sözümüzü söylemeye, sahada bulunmaya çok açık olmasından dolayı böyle bir yola gidildi. Yine Ümit’in söylediğini tekrarlayarak bu konuyu geçeyim, alışılmışın dışında bir şeyler yapmak bazı noktalarda sorun yarattı; bunun farkına vardım. Yani bu hareket ilk defa belki Kürt siyasetinden ayrı bir yerde, -ki o kadar da ayrı değil-, aynı ittifakta, ama ayrı bir yerde bir seçime girme çabasında bulundu ve seçime girdi ve onun bir toz kalkması oldu diyeyim.

Şimdi ne yapmamız gerekiyor? Çok kısa değineyim. Bence süper muhalifi aramaktan vazgeçmemiz lazım. Yeşiller olarak olabilir, başka insanlar olabilir, süper muhalifi aramaktan vazgeçmeliyiz. Neyi kastediyorum? Bütün özellikleri yan yana yazdığımızda o da var, o da var, o da var, o da var.  Her türlü sınavdan geçen, her türlü mağduriyete karşı olan, her türlü ayrımcılığa karşı olan, yani her şeyi tam olan muhalifi aramaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Bu bizi azaltıyor, bu bizi küçültüyor rakam olarak. Bir süre sonra işte birbirimizi beğenmemeye başlıyoruz. Herkes diyor ki, “senin şurada bir problemin var; ama bak bu olmasaydı, sen daha iyi bir muhalif olurdun”. Tam anlatabildim mi bilmiyorum ama, bütün bu sorunlardan ayrılmış o “mükemmel muhalifi” aramaktan vazgeçip, matematikte ortak bölenlerin en büyüğü – ortak katlarının en küçüğü vardır ya-, o noktada, asgari müşterekte buluşmamız gerekirken, en tepede buluşmaya çalışıyoruz ve asla o en tepeyi yakalayamıyoruz. Çünkü o tepe zaten sürekli gelişiyor.

“Köylülerdense, borsada halka arz kovalayan milyonlar, o günlük hayat gailesi mi denir, onda olan insanlar Yeşiller’e daha yakındır; organik pazarlara giden, çocuğuna daha iyi, zehirsiz besin vermek, yedirmek isteyen insanlar…”

Yani 2008 yılında biz “nasıl olmalı?”yı konuşsaydık, bambaşka şeyler konuşuyorduk; şimdi bambaşka şeyler konuşuyoruz. O yüzden bu süper muhalifi aramaktan vazgeçmeliyiz. Bundan sonra Yeşiller Partisi olacaksa da, bunu geçen bir parti içi toplantısında söylemiştim, onu tekrarlayarak bitireyim: 14 Mayısta, sıfır standart sapması olan bir anket yapıldı, yani hata payı yok ve ortaya rakamlar çıktı; AKP bu kadar aldı, CHP bu kadar aldı, YSP bu kadar aldı. İşte İyi Parti bu kadar, TİP bu kadar aldı. Şimdi bundan sonra kurulacak bir parti bundan sonra siyasette var olacak bir parti, bir oy alacaksa nereden alacak? 100 oy alacaksa nereden alacak? Bunun planlanması gerekiyor. Bunu illa seçime sıkışmak veya seçimi hedeflemek olarak da düşünmemek lazım. Bunu oy veren insanları sokakta sizin yanınızda görmek, o oy veren insanları partinizde örgütlemek gibi düşünebilirsiniz. Çünkü sol partiler şimdiye kadar şunu yaptılar, daha doğrusu seçim sonuçlarına baktığımızda hep şunu gördük; ne kadar sempatizanı varsa o kadar oyu oldu. Seçim sonuçlarına baktık işte, Sol Parti kaç oy almış? 10.000 oy almış; demek ki 10.000 sempatizanı var. Ama ilk defa bu seçimde şöyle bir şey oldu; 50.000 üyesi olan bir parti çıktı, bir milyon oy aldı, sempatizanının dışına çıktı. Bunu planlaması gerekiyor Yeşiller’in bana kalırsa; yeni kurulacak herhangi bir partinin de bunu planlaması gerekiyor. Bu yüzden nerede kendisine bir boşluk görüyor ya da boşluk görmüyorsa da, ‘nereden kendisine bir yol açacak?’, bunun fikrini ortaya koyması gerekiyor. Bu CHP’den mi olacak, bu YSP’den mi olacak işte ya da DHP’den mi olacak, TİP’den mi olacak, AKP’den mi olacak? Burada bir boşluk olması, kendinin toplumsal tabanını tanımlaması ve o toplumsal tabanı tanımladıktan sonra da bence boş hayallere kapılmaması gerekiyor. Mesela Yeşiller, her zaman için kentli bir orta sınıf hareketidir, hep böyle olmuştur. Beyaz yakalı hareketidir. Yani bugün, mesela köylülerdense, borsada halka arz kovalayan milyonlar Yeşiller’e daha yakındır. Bence o günlük hayat gailesi mi denir, onda olan insanlar Yeşiller’e daha yakındır. Yani organik pazarlara giden insanlar, çocuğuna daha iyi, zehirsiz besin vermek, yedirmek isteyen insanlar… Yeşillere sorsak mesela, kıra gidelim, yerellerden gelelim derler. Öyle bir şey yok mesela. Yani toplumsal tabanımızı da doğru düzgün bir şekilde belirledikten sonra onun üzerine partiyi kurarız. Yeşiller’in de bundan sonra eğer bir şey yapacaksa bunu belirleyip, 14 Mayıs seçim sonuçlarını da önüne koyup -çok değerli bir şey, çünkü anketler çok pahalı, bedavadan standart sapması sıfır bir anket-, “biz şurada şurada, şurada ilerlememiz gerekiyor” demeli.

YSD: Bununla ilgili bir şey sormak istiyorum: Peki Bilge’nin başlarda söylediği, ilk kurulan partilerin hani emek politikası, sosyal politikası olmayışı ile ilgili değerlendirmesine göre bunu nereye koyacağız? Yani tamam, kentli orta sınıf tamam, böyle. Ama bu sosyal tabandan çok, partinin programı ile ilgili şeyler. Köylünün, işçinin hakkı, buradaki sosyal politikalar çalışanın hakkı vs. buradaki politikalar partinin programı ile ilgili bir şey, yani kentli tabana oturabilir, kent orta sınıfına oturabilir. Belki küçük burjuva olabilir, ama programatik olarak bir yere koymalı. Onu nereye koyuyorsun bu eleştirinde?

KDU : Ya bir eleştiri olarak söylemedim; ama bence bu prekarya kavramı üzerine biraz düşünmesi gerekiyor Yeşiller’in. Prekaryayı örgütlemesi gerekiyor; çıkışı orada. Yani işçiyi sadece mavi yakalı olarak görmeyip, prekarya kavramı üzerinden bir hareket yaratması gerekiyor. Bence, -söylediğin şeye de yanıt vereyim ama- oturması gereken toplumsal taban da bu. Burada siyaset çok fazla geçişken olabilir. İnsanlar önce Zafer Partisi’nin mülteci karşıtı politikasından destek verebilirler; sonra onları bir tarafta bir anda işte ne bileyim CHP’nin bir mitinginde de görebiliriz. Bazen Devlet Bahçeli’nin de haklı olduğunu falan düşünebilirler. Yani burada çok yüzer gezer bir şey var; ama bence önemli olan, yani bizim konuşulması gereken kavramamız prekarya olmalı.

YSD: Bitirdin herhalde Koray, Özlem’e geçiyorum süreyi de bayağı uzattık.

ÖT: Tekrara düşmek istemiyorum. Dışsal ve içsel açmazlarımızı bence herkes çok iyi özetledi. Yatay örgütlenmenin çok yanlış anlaşıldığı bir süreçte eş sözcülük yürüttük biz de Koray ile. En büyük mücadelelerden birisi de bu oldu: liderliğe inanmamak, güvenmemek… Son seçime giden süreçte de oylamalar yapılarak, -hatta bu konuda birkaç kez tekrarlanan bir oylamayla varılan bir karardı TİP’in listelerinden aday olmak-; ama bazı üyelerin olumsuz tutumu hep sürdü. TİP en başından beri bize tüm desteğini gösteren, meclis kürsüsünü açmak da dahil, seçimlere gidilen süreçte de bize yapılan haksızlığı aşmamız için fırsat tanıyan tek parti olmuştu.

“Toplumsal cinsiyet eşitliği, ekoloji, hak temelli mücadeleler daha büyük baskılara uğrayacak. Mücadelelerin kesişimselliği daha da elzem.”

Bütün seçimi çok yalnızlaşmış bir ortamda götürmüş olduk. Aday çıkarmakla oluşmasını umduğumuz umut, çoşku, hareketlenme halinin yaratacağı etkileşim çok sınırlı kaldı. Kampanya süresince pazar yerlerine tek başıma gittim; TİP’in stand açtığı yerlerde tek başıma bildirileri dağıttım. Bütün bu yaşadıklarımı öngördüğüm için, seçime girmek yerine kendi sorunlarımızla uğraşalım bağlamında bir düşünceye sahiptim. Bu siyaset yapmama ya da seçimlerin siyasetteki önemini kavrayamama gibi bir durumdan kaynaklanmıyordu. Tüm süreç boyunca partide yaşadığımız ilgisizlik, uzlaşamama vb. yıkıcı eleştirel tavrın yarattığı bir ruh haliydi. Tüm olumsuzluklara rağmen bu süreci yaşadığım için çok mutluyum. Sürece eşlik eden herkese çok şey kazandırdığını düşünüyorum. Sokakta olmak, seçim ruhu, halkın politize olduğu durumda siyasi bir aktör olma… siyaset yapmak için önemli bir alan. Birçok şey dönüşüyor; ama biz aynı kalıplarla yorumlamaya çalışıyoruz. Çok önemli bir fırsatı da bu yüzden daha çok bireysel çabalarımızla yürütmek zorunda kaldık; ki buna rağmen aldığım olumlu tepkiler hiç de az değil. Bunun önemli bir fırsat olduğunu, kampanya boyunca TİP’in sokakta bulduğu karşılığı da, yeni siyasi koşulları da doğru okuyamadık. Genel problemlerimizden birisi bence bu. Geçmişle bugün arasındaki farklılaşan durumları ortaya koyamıyoruz ve partiye, oylamaya, parti süreçlerine, bunlara saygımız da yok. Bu parti olma halini yaşayamıyoruz. Yani herkesin kendi bir takım istekleri var, tercihleri var, o doğrultuda bir karar alınsın istiyor; ama parti olma hali bu değil. Kendi dışında bir karar da çıkabilir. Ben eş sözcü olarak farklı bir görüşte olabilirim; ama partinin genel eğilimine saygı duymam gerekir. Emine de söyledi, yol vermiyoruz. Yani bir karar alınıyor, bir iş yapılacak; bir türlü yol alamıyoruz. Bundan sonraki süreçte artık bu ezberlerimizi çok sorgulamamız gerekiyor. Yeni bir siyasetin gerekliliği ortada. Daha önceki Yeşil Parti deneyimlerinin ötesinde  bir otoriter sistemde, biz bu partiyi kurmaya çalıştık; resmi olarak kuramadık bile. Bundan sonra derinleşen ekonomik krizle beraber otoriterleşmenin seviyesi de artacaktır. Hukuksal sürecimizin geldiği aşama da buna kanıt. Bunun ilk emarelerini seçimden hemen sonra lgbti’leri doğrudan hedef alan açıklamalarda, özgürlüklere ya da doğal alanlara yapılan saldırıların artışında görmek mümkün. Toplumsal cinsiyet eşitliği, ekoloji, hak temelli mücadeleler daha büyük baskılara uğrayacak. Mücadelelerin kesişimselliği daha da elzem. O yüzden yeni insanlara, yeni politik açılımlara ihtiyacımız var; başka şeyler denememiz gerektiğine inanan, buna emek vermek isteyen kendi kendine olmayacağını bilerek, büyük bir emek verilmesi gerektiğine inanarak bir yola çıkmak gerekiyor. 

YSD: Hepinize tekrar çok teşekkür ederim. Çok yararlı bir söyleşi oldu bence. Ancak galiba gelecek açısından daha net bir perspektif çizmek için bununla henüz ilk adımın atıldığını düşünüyorum. Öyle anlaşılıyor ki deneyimlerinizden, daha çok referans çıkar. Umuyorum ki bu söyleşinin yansımaları da olur ve ideolojik-teorik temelde yükselen bir gelecek vizyonu oluşmasına yol açar. Bunu daha başka pek çok başlıkta yapabiliriz.

Görsel tasarım: Güneş Akçay