Yazar: Berkay Erkan
Türkiye kısa aralıkla iki seçim yaşadı ve her ikisinde de karşımıza beklentileri aşan şaşırtıcı sonuçlar çıktı. Mayıs seçimlerinde hayal kırıklığına uğrayan muhalefet yerel seçimlerden iktidarın hiç beklemediği tokat gibi bir sonuçla çıkınca herkes şaşırdı. İktidar açısından da bunun tersi oldu, genel seçimlerde iktidarını korumayı başarırken Mayıs seçimleri hiç de öyle güvencede olmadığını gösterdi. Bu sonuçlar ama özellikle yerel seçim sonuçları her iki taraf açısından da beklenmedik olduğu için ciddi bir şaşkınlığa yol açtı. Bu anlamda toplumda da sanıldı ki siyasi alanda önemli değişiklikler olacaktır. Özellikle iktidar açısından bu daha çok umuldu. Çünkü kayıplarını yeniden kazanmak için politikalarını revize etmek gerektiğini anlayıp tutumunu değiştirmesi en rasyonel çıkarsama olacaktı. Fakat ne yazık ki olaylar böyle gelişmedi. Türkiye siyasetinde deprem etkisi yaratması gereken bu sonuçlar ciddi bir değişim getirmedi. Bugün her şey eski düzenine geri dönmüş durumda. Ama bu vahim bir gelişme ve iktidarın da muhalefetin de seçim sonuçlarını doğru okuyamadığını gösteriyor. Anlaşılıyor ki onlara göre bu sonuçlar vaka-i adiyeden her seçimde karşılaşılabilecek türden bir sürpriz sadece, yani olağan bir gelişme. Oysa bu büyük bir yanılgı. Bu sonuçlar toplumun içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından değerlendirildiğinde önemli işaretler var.
Doğal olarak siyaset de seçimler gelecek planlaması açısından önemli yol göstericilerdir. Dolayısı ile yolunuzu yeterince aydınlatmayan yüzeysel değerlendirmelerin hayal kırıklıkları doğurması kaçınılmaz. Ama siyasi aktörler açısından hayal kırıklığı toplum açısından kaybolan umutlar ve çaresizliğe karşılık gelir. Bu nedenle seçim sonuçlarının doğru değerlendirilmesi önemlidir. Ülkemizde de son iki seçimin ardından karşı karşıya olduğumuz durumu anlamak bakımından sonuçları iki çerçevede değerlendirebiliriz. İlki seçim sürecinde siyasi aktörlerin neleri yaptıkları ya da yapamadıkları, neleri yapsalardı ne olurdu vb. üzerinden yapılan klasik dar değerlendirme. Halen en yoğun tartışmalar bu çerçevede sürüyor. Diğeri ise daha geniş ve gelecek açısından bakarak halkın ne yaptığı, ne yapmak istediği gibi işaretler, siyasi aktörlerin seçim sürecinde yaptıkları propagandaya reaksiyon verirken nelerin etkili olduğu gibi sürecin temel dinamikleri açısından yapılan değerlendirmeler. Oysa bu bakışın nedense en az üstünde durulur ama aslında gelişmeleri kavramak için de en kritik bilgilere ulaşma olanağı veren de budur. Toplumsal davranış dinamiklerini anlamak, halkın hangi arayış ya da eksende birleşebildiğini ya da ayrıştığını görmek açısından en önemli bilgiler bu yaklaşım ile elde edilebilir. Dolayısı ile bugün hiç konuşulmayan bu konulara işaret etmek için biz de bu çerçevede olayları ele alarak değerlendirmeye çalıştık.
Yaşadığımız seçimlerin sonuçları açısından dikkat çeken ilk şey bu kadar kısa zaman aralığında toplum desteğinin farklı eğilimlere yönelmiş görünmesi. Temelde toplumsal davranış motivasyonu her seçim dönemindeki koşullara bağlı olarak değişir. Önemli olan bu motivasyonun halkı yönlendirebilmesi ve bir konsolidasyon sağlamasıdır. Bizde olduğu gibi ayrışmış, kamplaşmış bir toplumda böyle toplumsal çapta konsolidasyon sağlanması olağan bir gelişme değildir. Ancak seçimler bu anlamda olağan olmayanın gerçekleştiğini göstererek öncekilerden farkını gösterdi. Bunun nedenlerini düşünmek gerekirken hem iktidar hem de muhalefet sorunu anlamayarak sırtlarını döndüler. Bir başka deyişle aslında toplumun çözülmeyen sorunlardan ne kadar bunalmış durumda olduğunu göremediler. Oysa toplumun içinde bulunduğu durumdan bir an önce kurtulmak ve bunun için bir çıkış arayışı içerisinde olduğu bu konsolidasyonu sağlaması ile açıkça görülür oldu. Bunaltıcı ve ağırlaşmış, dolayısı ile acil hale gelmiş bir çözüme ulaşmak için ideolojik tercihleri yerine somut, umut edilebilen yönde birlikte hareket etmeyi sağlayan kollektif bir bilinç oluşabilmiş. Bu nedenle genel seçimlerde muhalefetin veremediği güvenin karşısında, olanı, yani iktidar ve yönlendirebilme olasılığı da bir seçenek olarak korunmaya çalışılmış. Muhalefetin güçlü bir şekilde gelme olasılığı çok yüksek görülmeyince olası bir kaotik ortamın yakın görülmesi kötünün kötüsünden korunmak için böyle bir refleksin tetiklenmesini de sağlamış olabilir. Olumsuz koşulların toplum üzerinde yarattığı baskı bu ortamda bir mercek etkisi ile olumsuzlukların daha büyük görülmesini sağlar. Bu da toplumun davranış tercihlerini ideolojik aidiyetler yerine sorunlardan kurtulma arzusunun belirlemesini kolaylaştırır. Genel seçimlerde bunu gördük. Muhalefetin çok parçalı ve ortaya koyduğu görüntü topluma bir alternatif olarak güven vermedi ve olası bir kaos ortamı daha korkutucu göründü.
Ama iktidar ilk seçimde aldığı bu sonucu ideolojik aidiyetlere bağladığı için gelecekte de böyle olacağını varsaydı. Yönetim tarzını değiştirmedi. Yerel seçimler beklenmedik şekilde bu düşüncesinin ne kadar yanıltıcı ve geçerli olamayacağını dolayısı ile çok güvenmemesi gerektiğini açıkça gösterdi. Toplum aynı arayış içerisinde bu sefer muhalefetin önünü açarken iktidara da bir güç göstermiş oldu. Davranışı ile sıkıntılarından kurtulup huzur ve güven içinde yaşama arzusunun en önemli talebi olduğunu iktidarın seçim politikalarına itibar etmeyerek ortaya koydu. Kendiliğinden gelişen bu konsensus yerel seçimlerdeki konsolidasyonu sağladı. Böylece herkesin şaşırdığı bu davranış mevcut dengeleri sarstı ama yerel seçimler bir iktidar değişikliği yaratmadığı için sadece siyaseti talepleri doğrultusunda sesini daha yüksek bir şekilde duyurmuş oldu. Ancak ne iktidar ne de muhalefet bunun olası sonuçları açısından anlamadığı için bu talepler topluma nefes aldıracak bir karşılık bulmadı.
Sonuç olarak seçimler toplumun öncelikle somut taleplerinin arkasından gideceğini göstermiş oldu. Özellikle yerel seçimlerdeki davranışının muhalefetin daha cesur programlar ile toplumu bunaltan basıncı düşürecek yol ve yöntemler ortaya koymaya zorlayacağını, diğer yandan da iktidarın ilk seçimde aldığı desteğin şartlı olduğunu anlayacağını umdu. Böylece tarzını değiştirip toplumu rahatlatacak politikalara dönebilecekti. Belki iktidar bu politikalara dönmenin kendisine desteği arttıracağını görebilirdi. Ama ne yazık ki koşullar normal olma sınırlarını çoktan aşmış olduğu için böyle bir sonucun sağlanması ne yazık ki olanaksızdı. Artık daha karanlık ve belirsiz bir ortama doğru girmekte olunduğu kesin.
Bugün seçimlerin ardından toplumun içinde bulunduğu durumu şöyle toparlayabiliriz artık; ağır bir bunalımın baskısı altında sıkışmış, umut verici gelişmelerden uzak ve tıkanmış olan siyaset iktidarın sıkıştırdığı alandan bir türlü kurtarılamıyor. Bütün bunlarla ülke alacakaranlıkta yol bulmaya çalışır gibi belirsiz bir döneme girmiş durumda. Ancak toplumun verdiği mesajları ne muhalefet ve de ne iktidar okuyabilmiş değil. İktidar gücünü koruyacak yeni yola girmesinin önemini göremedi ya da belki yapamadı. Eski politika ve yöntemler ile oyunu biraz daha dikkatli ve ustaca oynayarak kendisini kurtarma (Aslında bu kurtarmayı esas olarak lideri kurtarma olarak anlamalı) umuduna sarıldı. Diğer yandan toplumsal muhalefet son seçimlerde CHP yanında bir duruş gösterse de bunun kalıcı olacağı belirsiz. Ayrıca buna dair umut veren yeni gelişmeler de yok. Aynı şekilde Kürt siyasi hareketi için de benzer durum geçerli. Kısaca toplum açısından seçim sonrasında da hiçbir değişiklik olmadı. Bu çerçevede toplumun gelişmeler karşısında nasıl tepki vereceği ya da nasıl davranacağı öngörülemez durumda. Bu ise gelecek açısından tehlikelere açık bir zemin hazırlıyor. Gelecek açısından bir umut olmaması önemli bir motivasyon eksikliğine yol açıyor. Böyle devam etmesi halinde “bir şey yapacağım da ne olacak?” Ya da “nasıl olsa bir şey değişmez” düşünceleri ile yayılan bir öğrenilmiş çaresizlik yakın zamanda bir umut yeşermesine izin verecek gelişmeleri de engelleyerek krizden siyasi dinamiklerin bir çıkış olanağı sunmasını iyice olanaksız hale getirecek. Durum bir kısır döngü haline dönüşürken ülke bir çözümsüzlük sarmalına sıkışıp kalacak. Bu nedenle ülke çok kritik bir evrede. Siyasi aktörlerin elinde içine sürüklenilen bu sarmaldan ülkenin nasıl çıkacağına yönelik hiç bir program yok. Dolayısı ile acilen toplumun önünü açacak, yeni çıkış yollarını göstererek nefes aldıracak yeni bir siyasete gerek var. Böyle bir gelişme olur ve denkleme bunu sağlayabilen yeni bir siyaset girerse o zaman bu gidişat değişebilir.
NASIL BİR SİYASET?
Toplum artan baskılar altında daha çok ezilerek bunalırken kritik bir eşiğe kadar buna dayanabilir ve mevcut yapısını koruyabilir. Bunu gelişmeler karşısında verdiği öngörülebilir, olağan tepkilerden anlayabiliriz. Ama eğer sürecin parametrelerinde bir değişiklik olmaz ise bir noktadan sonra toplumun tepkileri değişecektir. Şimdi görünen bu sürecin devam ettiği. Bunda en büyük sorumluluğu taşıyan siyaset alanını hayatın her katmanına yaymayı beceremeyip iyice daralmasına izin veren mevcut muhalefet taşıyor. Sonuç olarak şimdi odaklanılması gereken siyaset alanını genişletmek. Seçim sonuçları ile toplumun işaret ettiği ilk ve en temel şey bu. Kuşkusuz iktidar bu anlamda her hamleyi engelleyerek daha daraltmak için baskıyı arttırmaktan çekinmeyecektir. Burada akla şu soru gelecek doğal olarak; o zaman bu yönde her adım baskıyı arttıracağına göre bu nasıl başarılacak? Doğru. İşte uzun yıllardır bir türlü çözülemeyen ana sorun da bu. Ama bütün sorunların iç içe geçtiği bu sorunlar düğümünü çözmek için İskender’in kılıcına gerek yok. Cesaret ve yaratıcı bir siyaset ile bu düğüm çözülebilir. Bunun siyasete tercümesi ise bunu başaracak özellikte yeni bir anlayışla yeni bir siyaseti örgütleyebilmektir; reformcu ama radikal, iktidarı sadece eleştiren değil yapılması gerekenleri, yapılabilirliğini gösteren, toplum üzerindeki yalanları ile ideolojik hakimiyetini sürmesine olanak vermeyen, aksine onu kıracak yeni bir siyaset.
Böyle bir siyaset anlayışının gelişmesi seçimlerden sonra beklenebilirdi. Çünkü karşılaşılan seçim sonuçlarından sonra doğal olan her siyasi aktörün yaptığı değerlendirmeye göre kendisini yeniden hazırlayarak toplumun karşısına çıkması gerekirdi. Oysa durum tersini gösteriyor, kimse elbise değiştirmedi. İktidar karşısında muhalefetin hala ezberini sürdürmesi sorunları göremeyişinin bir göstergesi. Sürdürülen bu tarz zaten siyasetteki kısırlığının da temel nedeni. Aynı anlayış ve tarz ile devam edildiğinde sadece iktidar ile çatışma ve ayrılığın en somut yüzeye çıktığı toplumsal sorunlarda değil her alanda küçük sorunların bile çözüm olanakları gösterilemiyor. Bu durum iktidarın ideolojik duvarında alternatifler ile bir gedik açılamadığı için onun politikalarını meşrulaştırmasını zemin hazırlıyor. Her an toplumsal hayatın bir sorununda bu durumu görmek mümkün. Örneğin güncel bir örnek hala hayatımızda. Çalışan ve emekliler korkunç bir ekonomik sıkıntının içinde feryat ederken iktidar uyguladığı IMF politikalarından vazgeçmeyeceğini ve hiçbir şey veremeyeceğini söyleyebiliyor. Üstelik halka sesini fazla çıkarırsa daha çok baskı uygulamaktan, şiddete başvurmaktan da hiç çekinmediğini her fırsatta gösteriyor. Peki muhalefet ne yapıyor? Dün olduğu gibi bugün de aynı şeyi; Her şeyin suçlusu bu iktidar diye bağırıp çağırmaktan, protesto etmekten, tehditler savurmaktan başka bir şey yapmıyor. Bunun anlamı elimden bir şey gelmiyor diye şikayet etmek;aklıma başka bir şey gelmiyor demek, yani acizliğini ilan etmek. Peki toplumun bundan anlayacağı ne? Çok basit, bu koşullarda muhalefet de çaresiz ve sorunlara bir çözüm bulamıyor!!! Peki o zaman neden halk muhalefete destek olsun? Sadece iktidardan bıktığı ve “ne olursa olsun” diyecek hale geldiği için mi?
Toplumların davranışı bu denli baskı ve sıkışmışlık altında gazların yüksek basınç altında sıvılaşması gibi değişir. Korku ve endişe gibi temel duygular davranışları güdüler. Öte yandan toplumsal bağlar zayıflayarak sürü reaksiyonları artar. Günümüz koşullarında kapitalizmin en ciddi sonuçlarından birisi de bu anlamda yarattığı koşullar zaten. Toplum bu hale geldikçe rasyonalite kaybolur ve iktidarların daha kolay yönetmesine olanak sağlar. Toplumsal bağlar, yani kendi içinde bir örgütsel, kültürel yapısallığı olan bu bağlar zayıfladıkça toplumsal varoluş da zayıflar ve toplum yönetici güç ve yönetilenler olarak ayrışarak sürüleşir. Bugün dünyada popülist, otoriter sağ ve faşizan eğilimlerin yükselmesi bu anlamda bir rastlantı değil. Her zaman örnek bir refah ve evrensel değerlere bağlılığın sadık üyeleri olan gelişmiş Batı toplumları şimdi küresel tehdit ve karmaşanın artışı, savaş korkusu, jeopolitik değişiklikler, önlenemeyen göçmen hareketleri gibi kendi yaşam dünyasına tehdit olarak algıladığı değişimler karşısında beklenenden farklı böyle reaksiyonlar veriyor. Modern toplumlar sürüleşiyor. Küresel kapitalizm modern çağda oluşan toplum yapısını zaten yavaş yavaş çözerken bu gelişmeler toplumsal geleceği daha da belirsiz hale getiriyor. Ülkemizde de yaşanan ağır baskı altında toplumun bu anlamda ne tepki vereceğini kestirmek zor. Koşullar bir bakıma adeta patlamaya hazır bir bomba gibi. Her toplum böyle dönemlerde koşullara, kültürel birikimleri ve tarihsel geleneklerine göre bir tepki verir. Ama az önce değindiğimiz gibi bu baskı ve koşullar biriken toplumsal öfkenin bir patlama enerjisine dönüşmesine neden olabileceği gibi gücün temsilcisine bir itaat ve teslimiyet haline de dönüşebilir. “Bükemediğin bileği öpeceksin” diyen bir kültürde bugüne kadar otoriteye boyun eğme – uzlaşma eğilimi ağır bastı. Ama bundan sonrasında ya tümü ile teslimiyet ya da toplumsal bir tepki ikilemi öne çıkabilir. Şimdilik toplum bu kollektif davranışı sağlayacak kadar sürüleşmiş değil görünüyor. Fakat koşullar devam ederse olumsuz gelişmelerin bunu hızlandırması ve hatta toplumsal yapıda ayrışma ve parçalanmaya yol açma tehlikesi çok uzak değil. Dolayısı ile içinde bulunduğumuz durumun boyutları Batı’dan daha farklı ve tehlikeli. Ülke şu an gelişmelerin her yönde ilerleyebileceği bu alacakaranlıktan çıkmak zorunda. Ama toplum daha iyi bir geleceğe gidebilmek için sadece olumsuz koşulların baskısı ile kendiliğinden adımlar atmayacak.
Mevcut durum olumlu yönde değişecekse bunu yeni bir siyaseti güçlendirmek için sürece yapılacak olan iradi müdahaleler sağlayabilir ancak.
Farkına varılması gereken şey toplumsal muhalefetin ilerleyeceği yönün içinde bulunduğumuz koşullarda nesnel zorunlulukların dayatması ile kendiliğinden seçilmeyecek. Toplumsal ya da siyasal olayların gelişmesinde determinist yaklaşım ile siyasette ilerlenemez. Bu anlamda belirleyicilik tek başına nesnel koşullara bağlı değildir. Öyle olsaydı siyaset buna göre şekillenirdi. Mevcut durum olumlu yönde değişecekse bunu yeni bir siyaseti güçlendirmek için sürece yapılacak olan iradi müdahaleler sağlayabilir ancak. Bunun için toplumsal muhalefeti daha iyi bir gelecek umuduna ikna edecek, onu bu mücadeleye yöneltecek motivasyonu sağlamak zorunlu. Bunun nesnel koşulları yani toplumun değişim arzusu, yönetenlerin toplumun beklentilerini karşılayamaması vb. koşullar şu an büyük oranda geçerli. Eksik olan bu anlamda toplumun enerjisinin akacağı kanal, yönünü ayarlayacak pusula. İşte bunu sağlayacak olan toplumsal koşullara uygun bir siyasetin canlandırılmasıdır. Böyle koşullarda bir kıvılcım buna yol açabilir. İlerleme için uygun koşulların oluşmasını beklemek yerine volantarist bir anlayışla siyaseti etkileyecek radikal adımlar atmak gerekir. Modern çağın en önemli olaylarından Fransız ihtilali dahil bütün benzer toplumsal değişimler siyasi aktörlerin volantarist anlayış ile aldıkları karar ve eylemler ile bugün bildiğimiz gibi yaşandı. Toplumun böyle sıkıştığı dönemlerde yaşanan büyük değişimler bunun için aynı zamanda jakoben bir duruş sürdürülerek sağlandı. Yani bugün de iktidar baskısı dahil her türden olumsuz koşullara rağmen siyasette toplumsal beklentileri yeniden formüle eden, uygulanabilir çözümleri ortaya koyan yeni şeyler söylemek, toplumun ikna olacağı yollar bulmak zorunlu. Eğer toplumsal muhalefeti bir gelecek umudu ile yönlendirmek gerekiyorsa siyasetin de buna çözümün olduğunu eski yaptığından farklı çok daha radikal bir şekilde gösteren araç ve yöntemlere ihtiyacı olacak, bu yönde değişim arzusunu besleyecek yeni bir söylemi geliştirmesi gerekecek. Bunun kendiliğinden olması beklenemeyeceğine göre radikal bir değişim arzusu ve enerjisi yaratarak toplumsal hareketi kendisine çekecek bir vizyon ortaya koyarak süreci etkileyebilir. Bu vizyonun çekiciliğini sağlayacak şekilde özlem ve heyecan yaratarak toplum ile arasında sağlam bağların kurulabilir. Ortaya konan vizyonun gerçekleşebilirliğini göstermekle bu başarılabilir. Bunu sağlayacak olan bir siyaset ve dilini inşa edebilmelidir. Siyasetin sınırlarını bu çerçevede hayatın her alanına yayılan bir alternatif gerçekliği göstererek genişletilmesi mümkündür. Bu siyaset hayatın her alanına yayıldıkça toplum üzerinde oluşan ve iktidarı güçlendiren baskının ağırlığı da bu yayılmaya paralel olarak azalır. Bu şekilde her çözüm önerisi ete kemiğe bürünmüş olarak toplumsal temelde karşılık bulur siyaset alanı ve kanalları açılır, genişler. Bu değişim enerjisi topluma yansır ve giderek yeniyi kurmanın heyecanına dönüşür. Her şey toplumun bütün sorunlardan kurtulmanın ne kadar çaresiz görünse de mümkün olduğuna ikna olması ile başlar. Hararet yeterince yüksek ise tutuşturmak için tek bir kıvılcım yeter. Toplumun içinde bulunduğu koşullardan bu kadar bıkkın ve kurtulma arzusu her gün artarken hararetin daha ne kadar artması gerekir bilmiyor olabiliriz. Ama yeterince artmış olsa bile onu ateşe çevirecek olan kıvılcım eksik kaldıkça süreç kendi doğal sonuna kadar devam ederek sönümlenebilir. Şimdi yapılması gereken iş siyasette o kıvılcımların çakmasını sağlamak.
YEŞİL SİYASET
Son gelişmeler gösteriyor ki daha önce olduğu gibi bundan sonra da iktidar her çeşit kurgu ve yalan, algı operasyonları, kutuplaştırıcı ve bölücü dil ve eylemler, entrikalar kısaca iktidarını korumak için toplumsal beklentilere cevap vermek dışında her şeyi göze aldığı bir yönetimle devam edecek. Gelecek umudunu toplumda canlandıracak böyle bir müdahale olacaksa elbette bu muhalefet tarafından olacak. İktidarın iyice daralttığı siyaset alanında muhalefet de fazlası ile dağınık ve parçalı ama yine de birbiri ardına dizilmiş binlerce domino taşının yıkılmasına tek bir fiskenin yetmesi gibi muhalefetin tek bir parçası da bu rolü üstlenebilir. Her şeyin değişmesine giden olayları başlatacak o ilk hareketi başlatabilir. Aslında seçim sonuçlarından öğrenilmesi gereken en önemli şey belki de budur. Toplum büyük bir kesimi ile sorunların çözüldüğü, ekonomik ya da siyasi kaygı duymadığı, güven içinde hissettiği, kavgasız ve huzurlu bir toplumda yaşama arzusu etrafında konsolide olduğunu gösterdi. Bunu daha önceki siyasi davranışında radikal bir değişiklik yapabileceğini göstererek yaptı. Fakat amaçta birleşmiş olsa da bunu gerçekleştirecek bir yolda buluşamadığı için de arayış devam ediyor. Yeni siyaset ve yeni söylem bunun olanaklarını gösterebilmeli. Ancak şimdiye kadar olduğu gibi bunu başarmak ve topluma taşıyabilmenin önünde önemli bir engelin, ideolojik egemenliğin aşılması gerekir ki zaten pek çok şeyin kilidi de burada.
Bugün iktidarların en önemli gücü kapitalist sistem içerisinde kurdukları ideolojik hegemonyadır. Toplumun düşünce ve kavrayışına bununla sınırlar koyarak yönlendirir.. Çünkü bunlar tümü ile topluma fark ettirmeden şırınga edilen ideolojik algılar olarak hep geri planda kalır. Yaratılan hegemonya altında varlık ve işlevleri fark edilmezler. Şu sıra iktidarın en çok tartışılan emeklilerin ve çalışanların gelirini yükseltirse bunun enflasyonu daha da arttıracağı itirazı gibi. Buna benzer her alanda “şu olursa bu olur” diyen benzer bilgi kirliliği hakim kılındığı için muhalefet emekli, çalışan emekçileri savunmakta yetersiz kalıyor. Oysa bu tümü ile bir yalan ve dolandırıcılık. Egemen güçlerin topluma iktisatın en temel prensiplerini çıkarlarına göre çarpıtarak, var olanı istediği gibi göstermeye çalışmak. Çünkü gerçek çok basit; bu bir bütçe sorunudur. Bütçe demek gelirlerinizle giderlerinizi karşılayabilmek demek. Yani ikisini dengeleyebilmek gerekir ve bunun için de belirleyici olan asıl şey tercihlerdir. Gelirler iktidar olarak ürettikleriniz giderler ise harcadıklarınızdır. Tıpkı bir evin bütçesi gibi eğer bu dengeyi sağlamak için araçlarınız ve tercihleriniz doğru ise ekonomide de dengeler korunur. Yani maaş ve ücretleri arttırırken bunun kaynağını vergi artışlarından sağlayabilirsiniz. Ya da diğer bir harcama kaleminden vaz geçerek de sağlayabilirsiniz. Böyle olduğunda dengeleri bozmazsınız. Yani ücretleri arttıramayız enflasyon azar insanları kandırıp dolandırmak için uydurulmuş bir yalandır. Oysa bunlardan toplum haberdar değil. Öyleyse öncelikle bunları topluma anlatacak, bu algıyı değiştirecek bir müdahale olması gerekir?
Bunun gibi 12 eylül darbe döneminde Turgut Özal’dan bu yana neoliberal azgınlığa mahkum olan topluma bir doğru gibi zorla enjekte edilen ideolojik tercihler hala topluma egemen olabiliyorlar. 12 Eylül de olduğu gibi dönem dönem ihtiyacına göre üstüne giydiği kıyafeti değiştiren kapitalist iktisat, adına monetarizm denilen politikaları cilalıyordu. Kendi ideolojik tercihlerini sanki iktisatın bilimsel doğruları gibi sunarak dönem dönem bunalımlardan en yüksek karlar ve yönetim gücü ile çıkmak için yine aynı şeyi yapıyor, araç olarak sadece para politikalarını geçerli bir kriter olarak kullanmayı öneren yaklaşımın doğru ve etkin olduğunu dayatıyorlardı. Ve elbette iktidarlar bunu topluma benimsetecek ideolojik güce de sahipler. Daha önce Keynes politikaları uygulanırken de farklı tercihler vardı. O zamanki doğrular 12 Eylül döneminde neo liberal soygunlar için Türkiye emperyalist yağmaya açılırken bu politikalar yüzünden yaşanan iflas vb. yıkımlar karşısında Turgut Özal’ın ağzından “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” diye bir savunma yapılabilmişti. Yani subliminal “başka çaresi yok” düşünce algısı ile zihinlere yerleştirilerek hem yapılanların doğruluğu hem de karşı çıkmamanın gerekliliği bir ön kabul haline Kuşkusuz bu söylem topluma daha iyisi için bedel ödemek gerekir diyen bir ideolojik kabulü meşrulaştırıyordu. Dolayısı ile iktidar uygulamaları karşısına sadece toplumsal talepler getiriliyordu. Sonuçta toplumsal davranış bu şekilde yönlendirilebilir oluyordu. Dolayısı ile bunu kıramayan ve kendi tezleri ile üstünlük sağlayamayan bir muhalefet bu etkisiz kalmaya mahkumdur. Mevcut iktidar bu üstünlüğü ele geçirerek iktidar oldu ve buna karşı bir türlü üstünlük kuramayan muhalefet da başarısız oldu. Oysa bugün iktidar bu üstünlüğü nesnel temelde kaybetti. Gücünü büyük oranda bu üstünlüğü sağlayacak ideolojik gelişmeyi hala gösteremeyen muhalefetin yokluğundan koruyabiliyor.
Özetle bugün artık iktidarın işini kolaylaştıran ideolojik hegemonyayı her alanda sarsacak yeni şeyler söylemek gerekir. Sadece ekonomide değil, dış politikadan adalete, Kürt sorunundan refah ve huzurun nasıl sağlanacağına kadar her konuda yeni şeyler söylemek gerek. En önemlisi önce bu cesarete sahip olduğunu göstermek sonra eskinin ideolojik kalıplarından kurtularak geliştirilen yeni çözümleri cesaretle ortaya koymaktır. Aksi halde iktidarın işini kolaylaştıran, halkın zaten inancını kaybettiği için itibar etmediği, çözüm göremediği siyasi retorikler ile sınırlanmış bir alanda karanlık geleceğe yol almak kaçınılmaz.
Durumun daha çıplak bir örneği olan tekrarlar Kürt siyasi hareketinde de geçerli. Yıllardır yeni bir şey söylenmiyor ve bu durum sadece iktidar propagandalarına yarıyor. Bu sorun bitsin derken örneğin çok açık ki birlikte yaşamak anlamında söylenmektedir. Burada bizi ilgilendiren böyle bir talep olduğu ve bu yönde nasıl ilerlenerek sorunların çözüleceğine dair önünde bir boşluk olması. Peki HDP/DEM ya da diğer Kürt siyasi aktörlerin bunu savunduklarını söylemenin dışında topluma bunu gösterecek, anlatacak bir şey söylüyor ve yapıyorlar mı? Onlara göre tek yol mevcut iktidar ile bu anlamda bir anlaşma yapılabilmesi. Ama görüldüğü gibi mevcut iktidar tersine bu anlamda bir çözümü düşünmüyor. Genel seçimler sırasında yaptıkları ortada. Tam tersine adına ne derse desin Kürt varlığını bir tehdit ve saldırı kaynağı gösteren yalan dolana dayanan bir propaganda ile bir seçim kampanyası sürdürdü. Sonuç hem Kürtler açısından hem de bütün toplum açısından baskı ve sorunların ağırlaşarak devam ettiği çaresizlik ve umutsuzluğun hakimiyeti. Eğer Kürt siyaseti Kürt varlığını bu kadar kolay bir tehdit olarak gösterecek algılara olanak veren tarzdaki eski siyasetini sürdürmeseydi iktidar propagandası başarısız olurdu. Tersine bir durum olsaydı bütün toplumun güçlenen umudu her anlamda toplumu daha birleştirip çözüm yollarını da arttırmaz mıydı? Kısaca yeni şeyler söylemek lazım; o zaman umut da var, çözüm de. Tek gereken biraz cesaret, zihnimizdeki egemenlerin algıları ile şekillenmiş ideolojik duvarları yıkmak.
Peki böyle bir cesaret gösterecek anlayış ve düşünceye sahip bir siyaset var mı? Görüldüğü kadarı ile ne merkezci CHP de o cesaret var ne de daha sosyalizmin içinde bulunduğu kaosu aşamayan sol sosyalistlerde o anlayış ve bakış açısı var. Kaldı ki bütün yetersizliklerin üstüne bu ideolojik çölleşme içinde bir de siyasi rantçı anlayışın siyasette etkinliğinin çok artması da diğer bir sorun. Liberalinden faşist anlayışlara kadar var olan hiçbir siyasi yapı sistemin damarına dokunan bu anlayıştan bir açılımı ne düşünebilir ne savunabilir halkın karşısında. Ama Yeşil Siyaset aslında genç bir hareket olarak bunu dünyada kanıtlamıştır. Bu anlamda gereken cesaret ve yaratıcılığa sahip olduğu kadar yapabilme potansiyeli en yüksek ideolojik anlayışa da sahip. Ülkemizde belki buna uygun ideolojik bir formasyona sahip olmayışı ve örgütlenemeyişi önemli bir engel. Ama yine de bu ateşi başlatacak kıvılcımlar çıkarabilme potansiyeli en yüksek hareket hala. Bu yüzden yine aynı volantarist yaklaşım ile Yeşiller’in siyaset alanında şöyle ya da böyle mutlaka sesini yükseltmesi gerekliliği çok açık. Bunu başarmak için gereken yol ve araçları bulmak ve değerlendirmek zorunda. Toplumun aklına hangi dilde hitap edebileceklerini fısıltı ile dahi olsa seslerini nasıl duyulur olacağını bilmek durumundalar. Üstelik bu toplumun içinde bulunduğu bu koşullarda onlar için kaçınma lüksüne sahip olmadıkları bir sorumluluk.
Görsel tasarım: Güneş Akçay