Yazan: Debbie Bookchin[1]

Çeviren: Ali Serdar Gültekin

ABD’den İspanya’ya ve ötesine, son on yılda liberter belediyecilikte ve yerel demokrasi yurttaş hareketlerinde bir artış görüldü. Bu hareketlerin birçoğu Amerikalı yazar ve düşünür Murray Bookchin’in (1921-2006) halk meclisleri ve taban demokrasisine dayalı yeni bir sol siyaset öngören fikirlerinden etkilenmiştir. Debbie Bookchin ile bu hareketlerin, babasının fikirlerini nasıl hayata geçirdiğini ve liberter belediyecilik için potansiyel zorlukların neler olduğunu konuştuk.

Green European Journal: Son on yılda liberter belediyeciliğin ve yerel demokrasi yurttaş hareketlerinin ve meclislerinin yaygınlaşmasını nasıl açıklıyorsunuz? Bunlar babanızın fikirlerini ne kadar hayata geçiriyor?

Debbie Bookchin: Liberter belediyecilik pratikte bugün gelişirken çeşitli biçimler alıyor. Babam için bu, kapitalizmi, hiyerarşiyi ve devleti ortadan kaldırmaya yönelik son derece devrimci bir projenin parçasıydı. Mahalle meclislerinin gerçek taban demokrasisi için temel bir yapı taşı olduğuna inanıyordu ve 50 yıl önce Sol’u radikal bir liberter belediyecilik siyaseti geliştirmeye çağırmaya başladı. 1968 tarihli ‘Özgürlüğün Biçimleri’ başlıklı makalesinde şöyle diyordu: “Devrimci süreç ile devrimci hedef birbirinden ayrılamaz. Özyönetime dayalı bir topluma özyönetim yoluyla ulaşılmalıdır.” Bu ifadelerde bugün ‘prefiguratif’ siyaset dediğimiz şeyin, var etmek istediğimiz toplumun ideallerini yaşayarak ve uygulayarak eskinin kabuğunda yeni bir toplum yaratmamız gerektiği fikrinin, erken bir irdelemesini görüyorsunuz. Eğer iktidarı kendi şehir ve kasabalarındaki sıradan insanlara vermek istiyorsak, işe, bu tür bir yüz yüze radikal demokrasiyi şimdi yerel düzeyde örgütleyerek başlamalıyız.

Babam, antik Atina halk meclisinden, 1793’te Paris’in devrimci kesimlerine ve 1936 İspanya’sının anarşist kolektiflerine kadar bunun pek çok tarihsel öncülü olduğunu gözlemledi. Buna, bugün Suriye’nin Rojava bölgesindeki Kürt komünlerini de ekleyebiliriz. Bence liberter belediyecilik birkaç nedenden ötürü yaygınlaşıyor. Birincisi, devlet iktidarını ele geçirme şeklindeki Marksist anlayışın iflas ettiği ortaya çıktı. Merkezileşmiş iktidar, halk adına konuştuğunu iddia edenleri her zaman yozlaştırıyor. Aynı zamanda, anarşistlerin geleneksel olarak yaptığı gibi, kapitalist toplumun ara kesitlerinde onlarca yıldır örgütlenmek, daha bütüncül topluluk türleri için alanlar yaratmış olsa bile, temel değişiklikler üretmekte başarısız oldu. Liberter belediyecilik bu tartışmada üçüncü bir kutup sunmaktadır. İnsanların, siyaseti gerçekten olması gerektiği gibi uygulamalarına olanak tanır; bir topluluğun ilgili her üyesinin topluluğun yönetimine katıldığı bir sanattır. Liberter belediyeci siyaseti aynı zamanda çok tatmin edicidir. İnsanların bir araya gelerek güçlenmelerini ve topluluk deneyimi yaşamalarını sağlar. Barcelona en Comú’nun AirBnB’yi dizginlediği, elektrik idaresini kamusallaştırdığı ve bankaların haciz işlemlerini zorlaştırdığı Barselona’da olduğu gibi önemli değişiklikler gerçekleştirmeye başlayabilir.

“Var etmek istediğimiz toplumun ideallerini yaşayarak ve uygulayarak eskinin kabuğunda yeni bir toplum yaratmalıyız”

İşgal Hareketi’nden liberter belediyeci platformlarına, ABD’de son yıllardaki radikal demokratik ve sol girişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sol, ABD’de uzun yıllar boyunca zayıf kaldı ve yerel siyasi örgütlenmeyi aşırı sağa bıraktı. ABD’de Liberter belediyecilik hareketi hala yeni yeni gelişiyor ama büyümeye de başladı. Kısmen ülkenin büyüklüğü ve çeşitliliği nedeniyle, farklı yerlerde çok farklı biçimler aldı. Amerika’nın güneyinde yer alan ve nüfusunun yüzde 80’i Afro-Amerikan olan Jackson, Mississippi’de Cooperation Jackson, yirmi yıldır siyah ve işçi sınıfı sakinlerini güçlendiren bir kooperatif ekonomisi inşa etmek için çalışıyor. ABD’nin Kuzeybatı Pasifik şehirleri Portland, Oregon ve Seattle gibi diğer bölgelerinde liberter belediyecilik, kısmen 2016 başkanlık seçimleri nedeniyle son zamanlarda hız kazandı. Geçtiğimiz yaz New York ve Varşova’da düzenlenen Korkusuz Şehirler zirveleri gibi toplantılar ve Kuzey Amerika’yı kapsayan bir örgütlenmeyle sonuçlanacak, liberter belediyeci aktivistlerin bir araya gelmesini organize etmeye yardımcı olan Symbiosis Araştırma Kolektifi aracılığıyla liberter belediyeci hareketlerin birçoğunu birleştirmeye dair bir  çaba var.

Liberter belediyecilik nedir?

Babam dokuz yaşındayken ABD Komünist Partisi’nde ‘Genç Öncü’ olmuş. Yani aslında onlar tarafından yetiştirilmiş. Ancak yıllar geçtikçe, tarihsel olarak Marksist Sol’a nüfuz etmiş olan ekonomik indirgemecilikten rahatsız olmaya başlamış. İşçilerin çoğunun daha yüksek bir ücretle ilgilendiği ve başka pek bir şeyle ilgilenmediği bir çelik dökümhanesinde çalıştıktan sonra, ‘proletaryanın’ devrimci potansiyelinden hayal kırıklığına uğramış ve özgürlük fikrini yalnızca ekonomik kurtuluştan daha fazlası olacak şekilde genişletmeye çalışmış. Özgürlüğün her türlü baskıyı ele alması gerektiğini düşünüyordu: ırk, sınıf, cinsiyet, etnik köken ve aynı zamanda akılsız uğraşlardan kurtulma. 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarında, kapitalizmin ‘büyü ya da öl’ anlayışının gezegenin ekolojik istikrarı ile bir çarpışma rotasında olduğu ve ekolojik sorunların sınıfsal farklılıkları aştığı ve toplumun tüm kesimlerini radikalleştirme potansiyeli taşıdığı giderek daha açık hale geldi.

“Liberter belediyecilik, insanların siyaseti olması gerektiği gibi uygulamalarına olanak tanır: bir topluluğun ilgili her üyesinin topluluğun yönetimine katıldığı bir sanattır.”

Toplumsal ekoloji adını verdiği ve tüm çevresel sorunların kökeninin toplumsal sorunlara dayandığı önermesinden yola çıkan fikri detaylandırmaya başladı. Bu, her türlü tahakküm ve hiyerarşiyi ortadan kaldırmadan ekolojik krizi çözemeyeceğimiz anlamına geliyor: yaşlıların gençler üzerindeki, erkeklerin kadınlar üzerindeki, cisgender’ların translar üzerindeki [tahakküm ve hiyerarşi] olduğu kadar, ekonomik baskı ve sayısız diğer sosyal tabakalaşma. Sosyal ekolojide hem mevcut sosyal ve ekolojik krizleri eleştiriyor hem de tutarlı bir yeniden yapılandırıcı vizyon ortaya koyuyordu. Onun için soru, somut olarak, yeni bir eşitlikçi toplumu nasıl hayata geçireceğimizdi? Bir tarihçi olarak, doğrudan demokrasi ve özyönetimin bu zengin tarihinin farkındaydı –[ki bu da] yerel toplulukların kendi geleceklerini çizebilecekleri ve daha sonra merkezi bir devlete ihtiyaç duymadan bölgesel ve hatta ulusal sorunları ele almak için birleşebilecekleri fikriydi . Bu fikre ‘liberter’ belediyecilik veya ‘komünalizm’ adını verdi.

Babanız sosyal ekolojik politikalara öncülük etmede kentin rolünü vurgulamıştı. Kentler neden bu kadar önemli ve kent ile içindeki daha küçük şehirleriyle kırsalı daha da kutuplaştırma riski yok mu?

Şehirlerin iki yüzlü olduğuna şüphe yok. Bir yandan şehirler gürültülü, kirli ve bunaltıcıdır. Kapitalizmin lokomotifi olmuşlardır. Öte yandan, tarihsel olarak, kabile aidiyetlerinin yerini özgürleştirici yurttaşlık fikrinin aldığı yerler de olmuşlardır; kişinin kökeni ne olursa olsun toplumun tam katılımcı bir üyesi olma hakkının. İnsanları mahallelerinde güçlendirerek ve şehirleri adem-i merkezileştirerek belediyelerin bu özgürleştirici potansiyelini geri kazanmamız gerekiyor. Ayrıca güneş ve rüzgar enerjisi gibi merkezi olmayan teknolojileri kullanabilir ve karşılıklı yardımlaşma ve topluluk oluşturmayı gözeten değerleri -‘çeşitlilik içinde beraberlik’  ve karmaşıklığın, çeşitliliğin ve farklılığın bir fonksiyonu olarak sosyal istikrar, – gibi ekolojik değerleri– teşvik edebiliriz.. Babam, kentlerin hem baskıcı hem de özgürleştirici potansiyelini anlamış ve kırsala karşı konumlandırılmalarına gerek olmadığını düşünmüştü. Gerçek şu ki, giderek daha fazla insan kenterde yaşıyor ve topluma dayalı, hatta toplumun içinde yerleşik olması gereken bir siyaset, Sol’un eksikliğini hissettiği bir örgütlenme aracı sağlayabilir.

Babanızın yazılarından yayına hazırladığınız Bir Sonraki Devrim: Halk Meclisleri ve Doğrudan Demokrasi Vaatleri kitabında , ‘solun geleceği’ ve acil birlik ihtiyacı sürekli tekrarlanan bir tema. Babanızın çağrısı tam olarak neydi ve neden?

O kitaptaki ‘Solun Geleceği’ başlıklı makalede babam, klasik solun tarihsel başarısızlıklarının izini sürüyor. Kapitalizmin, sadece doğal dünyayı değil insan ruhunu da bozma kabiliyeti hiç azalmadan devam eden, sürekli evrilen, son derecede dirençli bir sistem olduğunu öne sürüyor. Gelecekteki Sol’un, insanları, sınıf çizgilerini aşan konularda harekete geçirmesi gerektiğini ve protestoya dayalı bir siyasetin siyaset olmadığını söylüyor. Oldukça ileri görüşlü gözlemlerle (günümüzde sağ popülist siyasetin yükselişi göz önüne alındığında), Sol’u sınıflar ötesi çekiciliği olan konulara odaklanmaya, cinsiyet ayrımcılığı, ırkçılık, milliyetçilik ve hatta küresel ısınma gibi konuları hiyerarşinin neden olduğu hastalıkların kanıtı olarak görmeye çağırıyor. Solun, insanlara bireysel meselelerin daha geniş anlamını bilinçli bir şekilde açıklaması, bunları kapitalizmin, hiyerarşinin ve tahakkümün tahribatıyla ilişkilendirmesi gerektiğine ve bunu yapmanın en iyi yollarından birinin mahalle düzeyinde olduğuna inanıyordu.

“Küresel ısınma bizi ekolojik intiharın eşiğine getirdiğinde, küresel kapitalizmin ve ulus devletin gücüne karşı koyacak alternatif siyasi iktidar kurumları inşa etmeliyiz.”

Babam için liberter belediyecilik siyaseti, belediye sarayına ilerici bir gündem getirmekten çok daha fazlasıydı. Onun için bu, daha çok bir eğitim süreciydi; ki bu süreçte toplantı ya da ‘komün’ pratiği sırasında, siyaseti orijinal tanımına, yani rasyonaliteye, topluluğa, yaratıcılığa ve özgür birlikteliğe dayalı ahlaki bir çağrı olarak yeniden kurmamızı sağlayan karakteri geliştiririz. İnsan hakları, demokrasi ve kamu yararının giderek artan milliyetçi ve merkezi otoriter devlet yönetimlerinin saldırısı altında olduğu bir dönemde, komşularımızla yüz yüze görüşmeler yapmak, empati kurmak, ortak noktalarımızı anlamak, hakiki yurttaşlık ve özgürlük için kamusal alanı geri kazanmak her zamankinden daha önemli görünüyor.

Kriz dönemlerinin ötesinde, liberter belediyeciliğin gerektirdiği yurttaşların gerçek siyasi katılımını nasıl sürdürebiliriz? Liberter belediyecilik ve siyasetin feminizasyonu, kurumsallaşmayı ve liderliği reddetme eğiliminde olsa da, siyasi projeyi daha ileri götürmek için her ikisi de gerekli olabilir.

İnsanlar kendi toplumlarında sonuçları gördüklerinde dahil olurlar ve bağlı kalırlar. İster daha iyi konutlar ve okullar isterse hava kalitesinin iyileştirilmesi olsun, değişimi kapılarının önünde görmek isterler ve liberter belediyecilik insanlara bu sorunları ele almak için bir araç sunar. Bir sonraki adım, bu sorunları ırksal adalet, ekolojik bozulma ve kapitalizm gibi daha büyük sorunlarla ilişkilendirmektir, ancak her şey toplumla başlar. Siyasetin iki, dört ya da beş yılda bir oy kabinine girip bir düğmeye basmaktan ibaret olduğu fikrine aldanmış durumdayız. Liberter belediyeci siyaset, insan olmanın bu çok temel parçasını geri almamıza, onun pratiği aracılığıyla yeni insanlara dönüşmemize ve bunun karşılığında toplumu dönüştürmemize olanak tanır. Liberter belediyecilik, siyasetin doğasını, insanların kendileri için ya da daha sık olarak kendilerine yapılan bir şey olmaktan ziyade, kendileri için yaptıkları bir şey olarak değiştirmeye çalışır.

Liberter belediyeciliğin ve siyasetin feminizasyonunun kurumsallaşmaya ya da liderliğe karşıt olduğunu düşünmüyorum. Her zaman liderler, daha bilgili veya retorik olarak daha yetenekli insanlar olacaktır. Ve liberter belediyecilik aslında siyasi gücün aşağıdan yukarıya, doğrudan demokratik mahalle meclisleri şeklinde kurumsallaşması çağrısında bulunuyor; liberter belediyeciliği diğer ilerici hareketlerden ayıran da bu. Önemli olan unsur, siyasetin ve siyasi kurumların şeffaf ve hesap verebilir olmasıdır. Özellikle, liberter belediyeci bir siyaset, Kent Konseylerine seçilenlerin kendilerini yerel meclisin delegeleri olarak görmelerini ve meclislerine karşı yüzde 100 hesap verebilir olmalarını talep eder; kendilerini iktidar konumuna getirenlerin isteklerini temsil etmedikleri takdirde geri çağrılabilirler. Etik kurallara uymalarını ve rotasyona tabi olmalarını gerektirir. Bu şeffaflık, siyaseti herkesin yapabileceği ve temelde meclis örgütlenme biçimlerine dayanan bir şeye dönüştürmek için tasarlanmıştır.

“mevcut sistemde asla kazanamayacağız. Biz minnettarlıkla  içler acısı bir parmak bala razı olana kadar taviz üstüne tavize zorluyor.”

2000’lerin başında, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) hapisteki lideri Abdullah Öcalan, Kürt siyasi projesine komünalizm, halk meclisleri ve konfederalizm aşılamaya karar verdi. Rojava (Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu) babanızın fikirlerini nasıl hayata geçiriyor?

Suriye’nin Türkiye ile kuzey sınırı boyunca uzanan topraklarda yaklaşık 4 milyon insanın yaşadığı Rojava, liberter belediyeciliğin ya da Kürtlerin deyimiyle ‘demokratik konfederalizmin’ yaşayan muazzam bir örneği olmuştur. Kürt halkı, ekoloji, doğrudan demokrasi ve kadın özgürlüğü temelleri üzerine inşa edilen kadınların tüm seçilmiş makamların en az yüzde 40’ına sahip olduğu, tüm idari pozisyonlara eş başkanlık yaptığı ve kadınlarla ilgili tüm konuları karara bağlayan ayrı bir komite sistemine sahip olduğu bir sistem uyguladı. İnsanlar yaklaşık 40 ila 100 aileden oluşan ‘komün’ düzeyinde bir araya gelerek trafik kontrolünden hangi belediye kooperatiflerini açmak istediklerine kadar yaşamın her yönüyle ilgili kararları toplu olarak alıyor; mahalle düzeyine delegeler gönderiyor, o da sırasıyla şehir düzeyine ve son olarak ‘kanton’ düzeyine delegeler gönderiyor. Yerel komünlere geri rapor eden bir delege sistemi kullanarak, merkezi bir devlete başvurmadan, yaklaşık Belçika büyüklüğünde oldukça geniş bir bölgede bölgesel kararlar bile alabilmekteler. Buna ek olarak, ilgili komite sistemi eğitim, gençlik, kadın, ekonomi ve sağlık gibi konuları ele almaktadır. Kürtlerin bu sistemi şiddetli bir iç savaş sırasında ve İslam Devleti’ne karşı savaşırken, binlerce genç kadın ve erkeğini kaybederken hayata geçirmiş olmaları kararlılıklarının bir kanıtıdır.

Rojava deneyimi hakkında ne biliyorsunuz ve onları nasıl destekliyorsunuz? Bu radikal demokratik ve liberter belediyeci proje ABD’de nasıl algılanıyor?

Avrupa’da olduğu gibi ABD’de de Rojava hakkında bilinç oluşturmaya çalışan yerel gruplar şeklinde dayanışma noktaları var. Ne yazık ki Amerika’daki dayanışma çabaları Avrupa’dakilere kıyasla çok daha zayıf. Amerikan medyası denizaşırı meselelerdeki nüansları aktarma konusunda oldukça başarısız ve Amerikan geniş kamuoyu miyop ve dar görüşlü. Bu arada soldan da sık sık ABD’nin tüm uluslararası çatışmalardan uzak durması gerektiğini savunan ve IŞİD’e karşı savaşlarında koalisyonun hava desteğini kabul ettikleri için Kürtleri kötüleyen anti-emperyalist, müdahale karşıtı politikalarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu argümanı olağanüstü dar görüşlü bulduğumu söylemeliyim. Solda özgürlük, kadın hakları ve ekonomik eşitliği savunduğunu iddia edenlerin, Batı’nın hava desteğini kabul etmektense Kürt hareketinin yenilgiye uğramasına razı olduklarını duymak, demokratik sosyalist bir toplum için sahada savaşmanın ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikri olmayan koltuk solcularının ayrıcalığıdır. Daha kapsamlı Solun, mücadelelerinde Kürt halkıyla dayanışmak için daha fazlasını yapmamış olmasını son derece rahatsız edici buluyorum. Eşitlikçi, çok etnikli, mezhepçi olmayan, tabandan gelen demokratik toplumlara dair o kadar çok örneğimiz var ki, bunların ezilmesine izin veremeyiz.

Babanızın siyasi çalışmalarının ateşini taşıyorsunuz. Nasıl ilerliyorsunuz? Karşılaştığınız zorluklar neler?

Yetişkinlik hayatımın büyük bir kısmı araştırmacı gazeteci olarak geçti, ancak babam 2006 yılında öldüğünden beri, onun fikirlerini ileriye taşımanın benim görevim olduğunu giderek daha fazla hissediyorum. Babam sosyal teorisini 60 yıl boyunca sol ile sürekli etkileşim halinde geliştirdi ve kamu görevine girmekten, protesto etmekten ya da alternatif yaşam tarzları yaşamaktan daha fazlasını yapmamız gerektiğini, alternatif siyasi iktidar kurumları inşa etmemiz gerektiğini savundu. Ve bence, örneğin ne kadar iyi niyetli olsa da Almanya Yeşiller Partisi’nin, 1984-1985 yıllarında Frankfurt’ta yaşadığım süre boyunca da dahil yakından takip ettiğim gidişatı, ‘parti olmayan bir parti’ olarak başlamanın ve ulusal makamlara aday olduğunuzda, nihayetinde nispeten az etkiye sahip olduğunuz ve toplumu dönüştürmek bir yana, rehabilite bile edemediğiniz mevcut iktidar yapıları içinde asimile olmanın ne kadar kolay olduğunu gösteriyor. ABD’de Bernie Sanders’ın başkanlığında Donald Trump’ınkinden çok daha iyi durumda olacağımıza şüphe yok ve ben kesinlikle Sanders ve DSA’dan (Amerika Demokratik Sosyalistleri) Alexandria Ocasio-Cortez gibi demokratik sosyalist adaylara oy verirdim. Ancak mevcut sistem altında asla kazanamayacağız. Tüm gezegen yanıp kül olurken, karbon vergisi gibi içler acısı bir parmak bala minnetle razı olana kadar taviz üstüne tavize zorluyor.

Babamın ölümünden sonra, fikirlerinin Kürt özerklik hareketiyle ilişkilendirilmesi, yeni nesil aktivistlerin onun çalışmalarıyla temas kurmasını sağladı. Kendimi onun vizyonunu devam ettirmek zorunda hissediyorum çünkü bugün, siyasi değişime olan ihtiyacın hiç olmadığı kadar büyük olduğu bir dönemde yaşıyoruz ve onun çalışmaları Sol’a önemli bir katkıda bulunuyor. Küresel ısınma bizi babamın bile 50 yıl önce öngördüğünden çok daha kısa bir sürede ekolojik intiharın eşiğine getirmişken, küresel kapitalizmin ve ulus devletin gücüne karşı koyacak alternatif siyasi iktidar kurumları inşa etmeliyiz. Gezegenin geleceği buna bağlı.

DİPNOTLAR:

[1] Debbie Bookchin, babası Murray Bookchin’in denemelerinden oluşan The Next Revolution: Popular Assemblies and the Promise of Direct Democracy (2015) (Bir sonraki devrim: Halk Meclisleri ve Doğrudan Demokrasi Vaadi) adlı kitabın eş-editörlüğünü yapmış bir gazeteci ve yazardır  ve eşi Jim Schumacher ile birlikte The Virus and the Vaccine: Contaminated Vaccine, Deadly Cancers and Government Neglect (2004) (Virüs ve Aşı: Kontamine Aşı, Ölümcül Kanserler ve Hükümet İhmali) adlı kitabı yazmıştır. Kendisini Twitter’da @debbiebookchin adresinden takip edebilirsiniz.

Bu yazı, İngilizce olarak, 6 Kasım 2018 tarihinde, Green European Journal’da yayınlanmıştır.

https://www.greeneuropeanjournal.eu/municipalism-murray-bookchins-legacy/ adresinden indirilmiştir.

BU YAZI, YEŞİL AVRUPA VAKFI’NIN DESTEĞİ İLE YEŞİL DÜŞÜNCE DERNEĞİ VE YEŞİL SİYASET DERGİSİ ORTAKLIĞIYLA YAYIMLANMIŞTIR.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan