Yazan: Reinhard Bütikofer [1]

Çeviren: Sema Alpan Atamer

Diplomatik aksiliklerden bloğun tutumunu baltalayan ulusal liderlere kadar, AB’nin dış ilişkileri bir süredir sarsak. AB’nin ilkeleri tarafından yönlendirilmek ve ittifaklarını güçlendirmek için fırsatlardan yararlanmak yerine, AB’nin kendi yoluna taş koyma ve kendi çabalarını engelleme eğilimi giderek daha belirgin hale geldi. Reinhard Bütikofer, artık AB’nin küresel sahnede güvenilirliğini yeniden ortaya koyma zamanının geldiğini, sadece iktidarın dilini konuşmakla kalmayıp aynı zamanda ona göre hareket etme zamanının geldiğini savunuyor.

Winston Churchill’in Amerika Birleşik Devletleri dış politikası hakkında “Amerikalılar her zaman doğru olanı yapacaklardır – tüm alternatifleri tükettikten sonra” dediği bildiriliyor. Başka bir deyişle, ABD dış politikada her zaman bir çıkış yolu bulur, ancak ancak tüm çıkmaz yolları ve gafları derinlemesine araştırdıktan sonra. Keşke AB’nin dış politikasından bu kadar iyimser bir kinayeyle söz etmek mümkün olsaydı. Bunun yerine, akla sadece alaycı sözler geliyor: “AB dış politikası her zaman, hiç kimsenin onu biraz olsun ciddiye almamasını sağlayacak parlak bir strateji ortaya atabilir”; “AB dış politikası, gelecekteki başarısızlıklar için her yenilgiden enerji alan mükemmel bir devridaim makinesini icat etti”; “AB, birleştirilmiş bir dış politika için ne kadar yüksek sesle çağrıda bulunursa, böyle bir şeyin olmayacağı o kadar kesin”.

AB’nin kendi ayağına dolanma alışkanlığı

Bu yıldan bir örnek, Şubat 2021’de Moskova’ya yaptığı ziyarette AB Dış Politika Komiseri ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell’e yapılan aşağılamadır. Borrell, çeşitli çevrelerden gelen tavsiyelere rağmen, Rus başkentine kötü bir hazırlık ve zayıf bir pozisyonla gitti, sadece bir okul çocuğu gibi azarlanmak için. Yaralanmalara hakareti de ekleyen Rus hükümeti, daha sonra Avrupa Birliği ile artık siyasi ilişkilerinin olmadığını ilan etti. Bu hamle, Rusya’nın AB’yi zayıf olarak algıladığının açık bir sinyalini verdi. Nisan ayında arkası geldi: Moskova, muhalif eylemci Alexei Navalny’nin zehirlenmesi üzerine Avrupa yaptırımlarına misilleme olarak Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Věra Jourová ve Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli’ye yaptırımlar uyguladı. Neredeyse istisnasız olarak, Avrupa başkentlerinden herhangi bir tepki görmek için bir büyüteç gerekirdi. Gerisi her zamanki gibi kayıtsız kalırken, sadece Jourová biraz tepki gösterdi.

Brüksel, Mart 2021’de Sincan’daki Uygurlara yönelik ciddi insan hakları ihlalleri nedeniyle Çin’e hafif AB yaptırımları uygulayarak, en azından başlangıçta sembolik eylemde bulunmaya istekli görünüyordu. Xi Jinping rejiminin sert tepkisi karşısında, birleşik bir pozisyon üzerinde anlaşmaya varabildi. Avrupa Parlamentosu’nda, yalnızca Almanya’nın Die Linke’sini de içeren sol görüşlü GUE/NGL grubu, ne kadar dar görüşlü olursa olsun ekonomik çıkarların öncelikli olması gerektiği argümanına saplanıp kaldı. Bununla birlikte, burada bile Alman hükümeti – ve hepsinden öte Şansölyenin kendisi – çok ihtiyaç duyulan Avrupa’nın birleşikliğinin önünde büyük bir engel olduğunu kanıtladı. Xi ve Merkel’in arzuları hilafına AB, Sincan’daki insan hakları ihlallerini, sorumlu birkaç kişiye karşı yaptırımları hak edecek kadar zalimce bulduğu gerçeği için Merkel, Çin’in diktatöründen özür dilemeye niyetli görünüyordu. Şansölye’nin ofisi laf arasında, sık sık başvurulan “ortak değerlerin” Alman dış politikası için operasyonel bir önemi olmadığını söyledi.

Nisan ayı, Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ve Konsey Başkanı Charles Michel’in Türkiye’ye resmi bir ziyaret sırasında “Sofagate” [2] vesilesiyle kendi özel tiyatro eserlerinin keyfini çıkarmaları ile daha da tökezledi. AB tarihine geçecek olan bu rezil dramın arka planında, birbirleriniz rütbelerinde gözü olan sert iki cumhurbaşkanı arasındaki sert rekabet yatmaktadır. Bu rekabet, kendi görev sürelerinin ilk yılında, kısaca AB’nin Afrika Birliği ile bağları güçlendirmekle gerçekten ilgilenebileceği izlenimini veren, Addis Ababa’daki Afrika Birliği’ne yapılan yarış gibi bir şey sırasında gösterilmişti. Ama mesele bu değildi; cumhurbaşkanlığı tombalasıyla ilgiliydi: kim hangi delegasyonların başkanlarıyla daha fazla el sıkışabilir? Türkiye’de iki cumhurbaşkanı ikili olarak çalışmak zorunda kaldılar; çünkü bireysel olarak güvenle dolup taşarken, birbirlerine bir santim bile güvenmediler. Von der Leyen’in aksine bir protokol görevlisi olan Charles Michel, bu vesileyle onu eşit derecede güçlü bir koltuk yerine bir yan kanepeye oturtmak ve yemek masasındaki ve başka yerlerdeki oturma düzeninde onu küçük düşürmek için kullandı. Von der Leyen, kendi incinmiş duygularına değil, ziyaretin ardındaki nedene -AB’nin Türkiye’ye yönelik politikasına- odaklansaydı, bu sahte pası kendi lehine çevirebilirdi. Daha sonra olayda, yapılan gafta payına düşenden kesinlikle sorumlu olan, ancak burada sadece sinsi bir gözlemci konumunda bulunan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı suçlayarak yanlış hesap yaptı.

Son başarısızlıkların listesi o kadar kabarık ki, yanlış adımların çoğu hafızadan silindi. Ukrayna’ya yapılacak önemli bir Ağustos davetinin, Başkan von der Leyen’in özel kalemi tarafından, protokolü ihlal ederek ve Brüksel’deki tatil ayı boyunca Ukrayna ile dayanışmaya dair bir sinyal gönderemeyecek kadar meşgul olacakları şeklinde mantıksız gerekçeler göstererek iptal edilmesi, neredeyse iz bırakmadan yok oldu. Von der Leyen’in komisyonunun – tam olarak kimin sorumlu olduğu hala belirsizliğini koruyor – Ocak 2021’deki Brexit çalkantısı sırasında, Boris Johnson’a karşı güç gösterisi yapmak üzere yanlış yönlendirilmiş bir girişimde bulunarak, uzun süredir için için yanan Kuzey İrlanda ihtilafının alevlerine benzin dökmesi, büyük ölçüde unutuldu. AB’nin 2020 yazında Ermenistan ile Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ nedeniyle yaşanan askeri çatışmanın çaresiz bir gözlemcisi olduğu ve çatışmayı yatıştıramadığı gerçeği, Başkanlar Putin ve Erdoğan’ın, durumu kendi çıkarları için istismar etmesinden sonra yeniden unutuldu.

Merkel ve Macron, her ikisi de, harekete geçme becerilerini kanıtlamadan, özerklik hakkında konuşarak çok fazla zaman harcadılar.

Stop etmiş bir transatlantik ortaklığı hızlı başlatmak

Bu jeopolitik hata ve gaybubet dönemi boyunca, Şansölye Angela Merkel ve Başkan Emmanuel Macron, ABD Başkanı Joe Biden’ın transatlantik ilişkisini canlandırma çabalarına büyük ölçüde soğuk davrandılar; Avrupa bu duruma kayıtsız kalmamalı. Merkel’in başbakanlığında ABD’ye karşı muazzam bir güvensizlik hüküm sürüyor, Macron ise kendi Avrupa stratejik özerkliği kavramıyla açıkça kendinden geçmiş durumda ama nihai olarak bunun kime adreslediğini belirlemedi: bir bütün olarak AB, “çekirdek Avrupa” mı; veya basitçe “la Fransa” éternelle (sonsuz Fransa)” mi? Ne yazık ki, gerçek olan şu, Merkel ve Macron, her ikisi de, harekete geçme becerilerini kanıtlamadan, özerklik hakkında konuşarak çok fazla zaman harcadılar.

Dahası, Biden’ın 2022 ara seçimlerinden sonra bir topal ördek başkan olmaktan kaçınmak istiyorsa, hızlı çalışması gerektiğinin farkında değiller ve o da Avrupa’yı sonsuza kadar beklemeyecek. Zaten aktif olarak meşgul. Son üç zirve – G7, NATO ve AB-ABD zirvesi – 21. yüzyılın zorluklarını çözmek için bölünmüşlükler arasında köprü oluşturma ve aynı kafadaki ortakları bir araya getirme kararlılığını vurguluyor.

Transatlantik ilişkide yeni bir başlangıç ortaya çıkıyor. AB-ABD zirvesinde bir miktar ilerleme kaydedildi. Sefil Airbus-Boeing anlaşmazlığının 17 yıl sonra nihayet gömülecek olması, ABD ve AB’nin bu stratejik aptallıkla nasıl bu kadar uzun süredir uğraşabildiği konusunda bazı kafaların sallanmasına neden olsa da, tatmin edici. Ayrıca, doğru yönde atılmış bir adım olan AB’nin önerdiği Ticaret ve Teknoloji Konseyi (TTC) konusunda da bir anlaşma var. İlerleme kaydedildi, ancak önümüzde çok iş var. ABD’nin Avrupa çelik ve alüminyum tarifeleri gibi diğer ticaret anlaşmazlıkları ne yazık ki çözülmedi. Ve gerçekleşen tüm zirvelere rağmen, iklim değişikliği konusunda bariz bir ilerleme eksikliği vardı. Bu rehavet zamanı değil. Transatlantik ortaklık yeniden yol alıyor, ancak zamanımızın acil sorunlarıyla mücadelede ivme kaybetmemeli.

Biden, Trump’tan önceki, Obama’dan önceki statükoya kolay kolay geri dönemeyeceğimizi anladı. Dünyada ve transatlantik ilişkide eski formülleri hiç uğraşmadan geri dönüştürmek bakımından çok fazla şey değişti. ABD “liderliği”, “liderlikte ortaklık” olarak yeniden tanımlanmalı. Avrupa’nın, kendisini yalnızca ABD ve Çin arasındaki hegemonik mücadeleye tabi kılmadan, ABD ve diğer ortaklarla otoriterizme karşı ortak bir demokrasi kampı kurmanın yolunu bir bir anlatması gerekiyor. Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki farklı güçlerde örülmüş ikili ilişkileri, ortak bir AB paydasına getirmek hiç de kolay olmayacak. Ancak AB’nin en güçlü iki ülkesi Fransa ve Almanya bu süreçte AB’de bütünleştirici liderlik sorumluluklarını üstlenmeyi reddederse, sonunda geriye sadece hayal kırıklığı ve parçalanma kalacak.

AB yeni yaklaşımlar için ihtiyaç duyduğu araçlara sahip olsa bile, kimsenin bunları kullanmaya istekli olmadığı görülüyor.

Konuşma gücü, yönetme gücü

Çin ile ilişkiler, tüm tarafların küresel sahnede yerlerini koruma yeteneklerinin bir turnusol testi olacak. Ne yazık ki, iklim değişikliğinde olduğu gibi, bu meydan okuma karşısında genellikle kendini kandıran bir kadercilik hüküm sürüyor gibi görünüyor. Bazıları hala yapılması gerekenlerin büyüklüğünü görmezden gelir veya inkar ederken, diğerleri de her nasılsa gelişmelerin yönünü bilfiil etkileyemeyeceklerine inanarak istifaya yenik düşerler. Bu pozisyon, ölüm korkusundan intihar değil, bir tedavinin işe yaramayacağı korkusundan kaynaklanan bir zaafiyettir. Muazzam çalkantılar karşısında, yalnızca bilinçli olarak tasarlanmış değişiklik, istikrar yaratabilir ve dünün başarısızlıkları, sürekli kayıtsızlığın gerekçesi olamaz. Borrell haklı olarak, AB’nin, gücün dilini öğrenmesi gerektiğini söyledi. Bu doğru ifadeyi alıntılamayan neredeyse hiç kimse yok. Ancak AB yeni yaklaşımlar için ihtiyaç duyduğu araçlara, örneğin Bağlantı Stratejisine sahip olduğunda bile, hiç kimse bunları kullanmaya istekli görünmüyor.

Öte yandan Biden ilerliyor ve Çin İpek Yolu’na karşılık uluslararası bir altyapı girişimi olan “Daha İyi Bir Dünyayı İnşa Et” önerisini ilerletmek için G7 zirvesini kullandı. Şu ana kadar hala, benzer düşünen ortaklar tarafından üzerinde anlaşmaya varılan stratejik bir fikirden ancak biraz daha fazlası. İçi eylemle doldurulmalı, ancak görünüşe göre AB, Bağlantı Stratejisini kullanmak ve kavramsal çalışmadan uluslararası yönetişime daha somut bir katkı sağlamak için kendisine çeki düzen veremiyor.

Dipnotlar:

[1] Reinhard Bütikofer, 2012 yılından beri Avrupa Yeşiller Partisinin eş-başkanıdır. Avrupa Parlamentosu üyesi ve Almanya’daki Alliance 90/The Greens Partisinin eski lideridir. Çin Halk Cumhuriyeti için heyetin başkan yardımcısı ve ABD için heyetin üyesidir. Parlamentoda Dış işleri Komitesinin (AFET) yedek üyesidir. Yeşil Avrupa Vakfının Yönetim Kurulu üyesidir.

[2] Ç. N.: AB Başkanı Ursula Von der Leyen’e, Ankara’da düzenlenen AB-Türkiye görüşmesinde sandalye gösterilmeyip, kanepeye yönlendirilmesi ile ilgili diplomatik kriz.

1 Temmuz 2021 tarihinde Green European Journal’da yayımlanmıştır.

https://www.greeneuropeanjournal.eu/europes-foreign-policy-a-catalogue-of-errors/ adresinden indirilmiştir.

Görseller: breakinglatest.news