Yazan: Dominique Méda [1]
Çeviren: Ayça Ceren Akdemir
Yıl 2049. İnsanlık, geri dönüşü olmayan sonuçların zincirleme reaksiyonunu ortaya çıkaracak kaçınılmaz 2 derecelik sıcaklık artışını önlemeyi başardı. Ancak bunu yapmak için tüm engelleri kaldırmamız gerekiyordu.
Birincisi, kendimizi GSYİH’nın zorbalığından ve çıktılarının, genellikle toplumun en zenginlerine gittiği, birkaç onda birlik büyüme için sürdürülen saçma çabalardan kurtarmalıydık. İnsanlar nihayet, artan büyüme oranlarının, doğal mirasımızın ve hava ve su kalitesinin bozulması ile yakından bağlantılı olduğunu anladı. Kısacası, büyüme arayışı, otantik biçimde bir insan hayatı yaşamanın temel koşullarını riske attı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, kalkınma için uluslararası standart ölçü olarak kişi başına düşen GSYİH’yi 2020’de terk etti ve bunun yerine karbon ayak izi ve sosyal sağlık endeksini koydu. Ancak o zaman, yüzyıllardır süregelen büyüme saplantımızın, çevremize ve sosyal uyumumuza verdiği büyük zararı görebildik. İşletmeler, eylemlerinin çevre ve çalışanlar üzerindeki sonuçlarını hesaba katmalarını zorunlu kılan yeni muhasebe türlerini benimsemek zorunda kaldılar.
Büyüme arayışı, otantik biçimde bir insan hayatı yaşamanın temel koşullarını riske attı.
Ancak bu tek başına yeterli değildi: 2025’te Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) çalışma standartlarını zorunlu hale getirdi. Avrupa Birliği, zaten birkaç yıl önce ILO’nun tüm sözleşmelerini imzalamıştı. Ancak 2017’nin sonunda ve 2018’in başında dünyayı şok eden Cennet Belgeleri (Paradise Papers) skandalı, ILO Genel Direktörü Guy Ryder’ın dikkat çekici bir müdahalesine yol açtı. Ryder, dönüm noktası niteliğindeki bir konuşmasında, aylarca süren soruşturmaların ortaya çıkardığı uygulamaların artık tolere edilemeyeceğini ve bundan sonra yasaklanması gerektiğini vurguladı. Bu konuşma insanları uyandırdı. ILO başkanının uluslararası çalışma standartlarının bağlayıcılığı konusundaki önerisi, bunu küresel vergi skandalına tepki vermenin ideal yolu olarak gören tüm ülkeler tarafından coşkuyla karşılandı. Bu noktadan sonra ILO, çokuluslu şirketler ve eyaletler arasındaki yasadışı çalışma uygulamalarını izlemek ve cezalandırmak için uluslararası müfettiş ekipleri oluşturdu. Aynı zamanda, bir başka tanınmış uluslararası kuruluş olan Uluslararası Para Fonu (IMF) küçük bir devrim geçirdi. Genel müdür görevden alındı ve yerini şimdiye kadar IMF Araştırma Departmanı başkanı ve ünlü ‘Neoliberalism: Oversold?’ makalesinin ortak yazarı olan Hintli ekonomist Prakash Loungani aldı. Uluslararası para sistemi için, bir nevi sermaye kontrolüne dönüş de dahil olmak üzere yeni bir düzenleyici çerçeve uygulamakla görevlendirildi. Son olarak, BM Genel Sekreteri seçilen ilk kadının inisiyatifiyle, bir Dünya Çevre Örgütü oluşturuldu ve ülkelere tahsis edilen sera gazı emisyon kotalarına ilişkin yaptırımları da kapsayan çok geniş yetkiler verildi.
Elbette, yeni bir küresel bürokrasinin yaratılıyor olmasından korkan, sadece endüstriden değil vatandaşlardan da, büyük bir direniş vardı. Fransa’nın, Milton Friedman’ın (bir şirketin tek amacının kâr olduğunu iddia eden ekonomist) yorgun ve yarım yamalak teorilerinden radikal bir sapma olan yeni bir şirket türünü teşvik ederek öncülük etmesi hemen hemen 10 yıl sürdü: Pierre-Joseph Proudhon’un teorilerini savunan ve işçilerin özyönetim idealini yeniden canlandıran, çalışanların ve müşterilerin sahip olduğu bir kooperatif şirketi. Elbette, bazı kooperatif olmayan işler kaldı; ancak 2020’den itibaren Avrupa’da uygulamaya konulan ve Belçikalı filozof Isabelle Ferreras tarafından savunulan, hakları işçiler ve sermaye sahipleri arasında paylaştıran çift meclisli ekonomik sistem, her işyerini demokratikleştirdi. Aynı zamanda, Fransa ve Belçika, maaşların tavanını asgari ücretin 10 katı olarak sınırlayan yasalar çıkardı ve benzer yasalar daha sonra Avrupa çapında kabul edildi. Avrupa’nın bina yalıtımına, yeşil girişimlere, pestisitlerin ve diğer toksik kimyasalların alternatiflerine ve organik tarımın geliştirilmesine yaptığı büyük yatırım, 6 milyon iş yarattı.
2049’da dünya nüfusu artmaya devam ediyor; ancak ülkeler arası transferlerin Dünya Bankası aracılığıyla düzenlenmesi, her ülkenin vatandaşlarını doyurabileceği anlamına geliyor.
DİPNOTLAR:
[1] Dominique Méda, bir filozof ve sosyologtur. Paris-Dauphine Üniveristesinde Profesördür.
Bu yazının orijinali, Ocak 2018’de Le Nouveau Magazine Littéraire, s. 48-49’de yayımlanmıştır.
13 Mart 2019 tarihinde Green European Journal’da yayımlanmıştır.
https://www.greeneuropeanjournal.eu/global-means/ adresinden indirilmiştir.
Görsel tasarım: Olcay Özkaplan