Yeşil Yeni Düzen 2007-2008 Küresel Ekonomik Kriz sonrası gündeme gelmişti. Daha bunun etkileri tam geçmemişken, 2020 ile Dünya ekonomileri bir başka krizle karşı karşıya kaldı. Covid-19 pandemisi ülke ekonomilerini kapanmaya itti. Bu da ‘küresel değer zincirleri’nin aksamasına ve hatta çökmesine yol açtı. Sadece ekonomik bakış açısıyla şekillenmiş neoliberal küreselleşmenin Dünyayı ve toplumları ne kadar kırılgan hale getirdiği ortaya çıktı. Covid-19 sonrası yaşananların küresel ekonomik ilişkileri bir şekilde dönüştürmesi kaçınılmaz. Küresel değer zincirleri kısalacak, sağlık teçhizatı gibi kimi ürünler için belki hiç olmayacak. Kriz öncesinde zaten yükselmekte olan korumacılık daha da mı artacak, yoksa kuralları ve kurumları yeni çağın gereklerine göre belirlenmiş bir uluslararası düzen mi tesis edilecek bunu göreceğiz. 

İnsanlar işini kaybederken, yoksulluk hızla yükselirken iklim krizi ile mücadele geri plana mı itilecek? Öncelikle bunların aynı kökten türemiş, temelinde doğayla ‘seviyeli‘ bir ilişki kurmayı başaramamış insanlığın ve anaakım ekonomik modelin ürettiği kardeş krizler olduğunu tespit etmemiz gerekiyor. Bu da iklim krizi ile mücadelenin Covid19 ve benzeri pandemilere karşı sistemi daha dirençli kılacak şekilde tasarlanabileceği sonucuna getiriyor.

İçinde insanları öldürecek derecede birçok virüs taşıyarak yaşayagelmiş yarasalar ne oldu da insanlık için bir tehdit haline geldi? Bir yanda iklim değişikliği kaynaklı yangınlar, kuraklık, seller, diğer yanda neoliberal gıda sisteminin yolaçtığı ekokırım sebebiyle hızla daralan yaban yaşam alanları. Dünya coğrafyasında insan eli değmemiş alan %25’e düşmüş durumda. Kentleşme, tarım arazisi açmak gibi faaliyetler neticesinde tropikal ormanlar ve habitatlar bir daha geri gelmemek üzere yokoluyor. Son iki yüzyıl içinde, Dünya otlaklarının %70’i, savanaların %50’si, ılıman yaprak döken ormanların %45’i ve tropik ormanların %27’si başta tarım ve otlatma olmak üzere çeşitli amaçlarla dönüştürülmüş durumda (UNCCD, 2015). Toprak kullanım desenindeki bu değişim karbon yutaklarını azaltarak iklim krizini derinleştiriyor. Burada, iklim değişikliği ve pandeminin ortak kökleri bir kere daha ortaya çıkıyor. Ormansızlaşma neticesinde yaban hayatın daralması, vahşi hayvanlarla insan temasının artması demek. Hızla artan yaban hayvanı ticaretini de gözönüne aldığımızda, bir zamanlar yaban hayat içinde sınırlı kalan hastalıkların insanlara bulaşma noktalarının hızla arttığını görebiliriz. 

Enerji ve gıdaları mevcut biçimde üretmeye devam ettiğimiz müddetçe pandemilerden kurtulmak mümkün değil.  Ekonomik, toplumsal ve ekolojik alanlarda geniş çaplı bir ekonomik dönüşüm gerekiyor. Bu yazıda Yeşil Yeni Düzen programının iklim krizi ve Covid-19 pandemisinin körüklediği ekonomik, toplumsal ve ekolojik krize çare olup olamayacağını tartışacağım.

Tarihi Geri Plan

Yeşil Yeni Düzen karşımıza ilkin 2007-2008 Küresel Ekonomik Kriz döneminde çıktı. Krizin ABD ekonomisinde yarattığı tahribat akıllara 1929 Büyük Buhranı’nı getirmişti. Buhran o kadar ağırdı ki, yıllardır birikmekte olan toplumsal talepler birdenbire gerçekleşebilir hale gelmişti. Bu ağır şartlar altında 1933’te iktidara gelen F. D. Roosevelt ekonomik ve toplumsal sonuçları bugün bile hissedilen büyük bir dönüşüm programı başlattı. Adına Yeni Düzen (New Deal) denilen program aslında bir toplumsal anlaşma idi. Aynı dönemde Avrupa’nın büyük bölümü Faşizm ve Bolşevizm adları altında başka bir dönüşüm süreci yaşamaktaydı. Geriye dönüp bakıldığında birçok benzer noktaları (görkemli, büyük altyapı projeleri, toplumu mobilize etme biçimleri) olsa da, Yeni Düzen liberal kalması istenen sistemin kurtarıcısı oldu. Müesses nizamın ana figürü iş dünyası birtakım ayrıcalıklarından vazgeçti; hareket alanının kısıtlanmasını kabul etti. Sıradan insanlar da buna karşılık ‘daha radikal’ arayışlardan vazgeçip, alımgücü gittikçe artan kitle tüketiminin bir parçası olmayı kabul ettiler.

Yeni Düzen’in etkisi ABD ile sınırlı kalmadı. 2. Dünya Savaşı biter bitmez ABD ve İngiltere öncülüğünde savaş-sonrası Dünyanın meselelerini ele almak için kurulan BM, IMF, DB gibi çoktaraflı kurumlar da Yeni Düzen ruhu taşımaktaydı. Başta ABD olmak üzere Dünyanın birçok ülkesinde 1950-1960’lar orta sınıfın hızla yükseldiği, sosyal devletin kurumlarıyla oluştuğu “kapitalizmin altın çağı” olarak hatırlanır.

Günümüzde Covid-19’un da şiddetlendirdiği boyutları ile Büyük Buhran’ı aşan bir ekonomik ve toplumsal kriz altında akıllara çare olarak Yeni Düzen’in gelmiş olmasında şaşılacak birşey yok. Ancak ‘iklim krizi’ bu yeni düzenin ‘yeşil’ olmasını şart koşuyor. 

Yeşiller: Yeşil Yeni Düzen’in ilk ve en ilkeli savunucusu

İçinde yaşadığımız krizin ancak bütüncül bir anlayışla çözülebileceğini gören ve Yeşil Yeni Düzen’i rapor/gazete köşelerinden kurtarıp sokağın talebi haline getiren Yeşiller hareketi olmuştur. Avrupa’daki yeşil partilerinin çatı örgütü olan Avrupa Yeşiller Partisi’nin 2009 yılındaki Avrupa Parlamentosu seçimleri için açıkladığı manifestonun adı “Avrupa için Yeşil Yeni Düzen” [1] idi. Bu seçim, Avrupa halkında da karşılığını bulmuş ve 2004 seçimlerinde kazanılan 35 milletvekili sayısı 2009’da 48’e yükselmiştir. 

2009 Türkiye ekonomisi için de oldukça karanlık bir yıldı. TÜİK’in geriye dönüp sonradan yaptığı revizyonlarla “teğet geçti” algısı canlı tutulmaya çalışılmış olsa da, ekonomi o yıl %9 küçüldü ve (henüz nasıl düşük gösterileceği kararlaştırılmamış) işsizlik oranı %11’den %14’e yükseldi. Krizin etkilerini azaltmak adına dünyanın diğer ülkeleri gibi Türkiye de kendi çapında ekonomik teşvik paketleri açıkladı. Ne yazık ki Türkiye bu fırsatı değerlendiremedi ve aşağıda daha ayrınıtlı göreceğimiz üzere, enerji ve karbon-yoğun büyüme patikasına sapladı kendisini. 

Hızlı toparlanma için inşaat sektörü seçildi. Duran ekonomik çarkları tekrar döndürmek amacıyla hükümetlerin büyük inşaat/altyapı yatırımları yapması çok karşılaşılan bir durum olsa da; Türkiye inşaatı uzun vadeli büyüme modelinin merkezine yerleştirdi. Ve ekonomi giderek kırılganlaştı. İnşaat için demir-çelik ve çimento gerekiyordu. Bunlar içinse enerji. Bir yandan termik santraller inşa edilirken, patlayan enerji ithalatını düşürmek için yerli kömür teşvik edildi. İş güvenliği ve çevre standartları; iş dünyasının talepleri, hükümetin cesaretlendirmesi ile aşındırıldı. Yaratılan düzenin ne kadar acımasız ve kısa görüşlü olduğunu 2013 Soma Maden Faciası kadar açıklıkla başka ne anlatabilir? Yanlış bir kararın (kısa yoldan büyüme için inşaata yüklenmek) yarattığı sıkıntılar bir felaketle sonlanan daha büyük yanlışlara sebep olmuştu; ve bu süreç farklı alanlarda hala devam ediyor. 

Türkiye’de bunlar olurken Avrupa’da yeşil dönüşüm başlamıştı bile. Yeşil Yeni Düzen, görünürlüğünü arttıran Yeşillerin yerel yönetimleri altında ete kemiğe büründü ve diğer siyasi akımlar içinde de popülerleşti. Öyle ki, 2019 Aralık ayında AB’nin yeni kalkınma programı olarak duyurulan “Avrupa Yeşil Düzen”’ini [2] açıklayan kişi AB Komisyonu’nun Hristiyan-Demokrat Başkanı Alman Ursula von der Leyen oldu. YYD’e “gönül indiren” son siyasi hareket, radikal politikaları ile tanınan Yunanistan eski Maliye Bakanı Yanis Varufakis’in liderliğini yaptığı DİEM25 oldu.

Bu tabii ki Yeşil hareketin, özellikle Avrupa Yeşilleri’nin bir başarısıdır. Yaşadığımız çoklu krizi doğru tespit eden (sadece ekonomiye ya da sadece ekolojiye odaklanmayan), çözümleri bu kapsamda üretmeye çalışan hareket, özellikle sahip olduğu yerel yönetimlerde hayatı ve sistemi dönüştürmeye başladı. Avrupa’da ve Dünyada bugün bahsettiğimiz Yeşil Dalga’nın arkasında bu başarılı sicil yatıyor. 

Geçmişten Dersler

Covid-19 pandemisi tüm dünyayı öncesinde rastlanmamış bir ekonomik krize itince, kurtarma paketleri, reformlar tekrar gündeme geldi. Bu tartışmalarda en ilgi çekici unsur geçmişten ders almaya olan istek denilebilir [3]. Hangi sektörleri kurtaracağız, hangilerini kendi hallerine bırakacağız? Hükümetlerin sonsuz mali kaynağı olmaması, desteği kısıtlı sayıda sektörün/aktivitenin alabilmesi demek. Tabii ki bu soruya cevap verebilmek için birtakım kriterlere ihtiyacımız var. Katmadeğer yaratıyor mu, istihdamı arttırıyor mu, cari dengeye katkısı ne, çevre kalitesini arttırıyor mu ilk akla gelen kriterler. Madem teşvikler vatandaştan toplanan vergilerle finanse ediliyor; o halde bu seçimin toplum ve bir parçası olduğu doğanın yararına yapılması beklenir. Böylesi bir toplumcu bakış açısına sahip değilseniz bile, bu kriterlerin mümkün olduğunca çoğunu sağlayan sektör ve aktivitelerin desteklenmesi rasyonelitenin bir gereğidir.

Örneğin, otomotiv sektörü yeni araba satsın diye hurda teşviği ve taşıt kredisini ucuzlatmanın üretim istihdam etkisi kısıtlı, çevre kalitesine katkısı ise oldukça kısıtlı ya da olumsuz olacaktır. Oysa, vatandaşın çatısına kuracağı güneş panellerini, evinin izolasyonunu teşvik etmenin üretim, istihdam, cari açık ve çevre kriterlerinin tümünü karşılayacağını anlayabiliyoruz hemen. Bu da bizi, kurtarma paketlerini tasarlarken dikkate alınması gereken en temel ölçütün akıtılan paradan öte, teşviklerin niteliği olduğu sonucuna getiriyor. 

2007-2008 krizine karşı GSYH’sının benzer oranlarındaki mali kaynağı teşvik olarak dağıtmış Türkiye ve bazı ülkelerin 2020 görünümleri, niteliğin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.

Türkiye halen 2018 inşaat-enerji balonunun patlamasının yaralarını sarmaya çalışıyor. Içerde giderek otoriterleşerek yönetebilen Hükümetin acilen ihtiyaç duyduğu dış finansmanı (hem de Covid-19 sonrası büyük ülkeler piyasaları paraya boğmuşken) bulması giderek zorlaşıyor. Covid-19 öncesi her yıl 25-30 milyar dolar olan turizm geliri de bu yıl için hayal oldu. Kısacası ekonomi hem iç hem de dış dengesizlikten muzdarip. Bir yandan vergiler arttırılırken, yerli para hızla değer kaybediyor. 2007-2008 kriz paketleri yeşil olsaydı durum farklı olur muydu? Buna evet cevabı verdirecek birçok işaret mevcut.

2007-2008’deki Küresel Ekonomik Kriz’e karşı ülkelerin izledikleri kurtarma programlarını değerlendiren çalışmalar, kaynaklarını yeşil dönüşüme ayırmış ülkelerin ortalama performanslarının daha iyi olduğunu gösteriyor [4, 5].

2008-2009 küresel krizinde Obama yönetiminin uygulamaya koyduğu Amerikan Yeniden Yatırım ve Kurtarma Kanunu (ARRA) ile kullanıma sunulan 831 milyar dolarlık teşvik paketinden %11’lik pay alan temiz enerji paketinin düşük karbonlu enerji yatırımları açısından olumlu sonuçları olmuştur. ARRA’nın 2009-2015 yılları arasında temiz endüstrilerde 900 bin yeni iş yarattığı hesaplanmıştır. 2008’den bu yana rüzgâr enerjisi kapasitesinin 4, güneş santrali kapasitesinin ise 50 kat arttığı, bu yatırımlar sayesinde yenilenebilir enerjinin 20 eyalette fosil enerjiye karşı maliyet avantajını yakaladığı görülmüştür. Açıklanan paketler elektrikli araba ve batarya imalatını tetiklemiş ve bu sanayilerin maliyetlerini ciddi biçimde düşürüp rekabet güçlerini arttırmıştır. Bunun sayesinde 16 üreticinin piyasaya 28 farklı elektrikli araba modeli sunmuş ve 2008’de trafikte birkaç bin olan elektrikli araba sayısı 2015’te 400 bine ulaşmıştır.  Sanayi ve istihdam kazanımları açısından önemli potansiyellerin hayata geçirildiği bu ARRA paketi sayesinde, emisyonlarda kalıcı düşüşler sağlanamasa da, 2008-2012 arasında 270 milyon ton azaltım sağlamayı başardığı raporlanmaktadır.

Çin hükümetinin 2008-2009 arasında açıkladığı 586 milyar dolarlık (2008 GSYH’nın %12,5’i) kurtarma paketinde yeşil yatırımların payı 221 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Kurtarma paketinin %5,25’i enerji tasarrufu, kirlilik kontrolü ve ekolojik iyileştirme önlemlerine, %9,25’i ise enerji-yoğun sektörlerin teknik ve yapısal dönüşümüne harcanmıştır. 2010-2012 arasında demiryollarına yapılan 100 milyar dolarlık yatırımların ulaştırma sektöründe enerji etkinliğini ciddi oranda arttırdığı raporlanmaktadır [6]. Şebekeye bağlı rüzgâr kapasitesi 2009 yılında bir önceki yıla göre %110 artarak 17,6 GW’a ulaşmış, aynı yıl hükümet düşen dış talebi canlandırmak adına yurtiçinde ulusal güneş paneli teşvik programı başlatmıştır. Bu politikaların uygulandığı bölgelerde yeşil istihdamın %53,4, ve yeşil girişim sayısının %61,8 daha yüksek olduğu hesaplanmıştır.

2008-2009 arasında Avrupa Birliği çapında açıklanan kurtarma paketinin büyüklüğü bölge GSYH’nın %1,5’ine denk gelen 200 milyar avroydu. Toplam paketin %13,2’si enerji verimliliği ve diğer yeşil kurtarma önlemlerine ayrılmıştı. Bunun içinde binaların enerji verimliliğine ayrılan pay %75 olurken, %20 demiryollarına ve %5 de araçlara harcanmıştır. Küresel krizin hemen sonrasında AB içinde kimi hükümetlerin içine girdiği borç krizi sonucu bazı önlemler tam uygulanma şansına sahip olamamışsa da yeşil dönüşüm AB için hem kurtarma hem de reform paketlerinde ağırlığını giderek arttırmıştır.

Bu deneyimlerin de gösterdiği gibi kurtarma paketlerinin üretim, istihdam ve çevresel etkileri paketlerin mali büyüklüğü kadar nitelikleriyle de ilgilidir. 2008 Küresel Krizi sonrası açıklanan paketler “yeterince” yeşil dönüşüm odaklı olsaydı, 10 yıl sonra yaşanacak COVID-19 krizinin ekonomiye bu denli hasar verip veremeyeceği, üzerinde düşünülmesi gereken bir sorudur.

Avrupa Yeşil Düzeni ve Türkiye’ye Etkileri

Ara başlık tuhaf gelmiş olabilir. “Ne yani Avrupa istediğini ilan etsin bundan Türkiye’ye ne?” denilebilir. Oysa durum hiç de öyle değil. Tabiri caizse yeni bir dünya kuruluyor. Buna Yeni İklim Rejimi diyebiliriz. Uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkileri belirleyen kurallar dönüşüyor. Ülkeler ya buna uyum sağlayacak ve dönüşecek ya da oyundan dışlanıp geride kalmayı göze alacak.

Avrupa Yeşil Düzeni sadece AB’yi değil AB ile ticaret yapan (nerdeyse tüm dünya) her ülkeyi az ya da çok ilgilendiriyor. AB 2050’de iklim-nötr bir kıta yaratmayı hedefliyor. Bunun için ekonomisini uzun yıllardır dönüştürmeye başlamış olsa da önümüzdeki 10 yıl içinde AB çapında 1 trilyon avroluk bir kaynağı mobilize etmesi bir yenilik. Gıda sisteminden ulaştırmaya, enerji sisteminden ağır sanayiye bir dönüşüm hamlesi başlıyor. Bu dönüşümün kaçınılmaz olarak yaratacağı eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için Adil Geçiş Mekanizması mevcut. Yani, kömür madenleri kapanacaksa işsiz kalacak işçilerin emekli edilmesi, yeniden beceri kazandırılıp işgücü içinde tutulmasına özen gösteriliyor. Buraya kadar saydıklarım AB’nin kendi iç işleyişiyle ilgiliydi. Avrupa Yeşil Düzeni’nin diğer ülkelere etkisi ise iki mekanizma üzerinden gerçekleşecek. Bunlar, Sınırda Karbon Uyarlaması (Border Carbon Adjustment) mekanizması ve Döngüsel Ekonomi (Circular Economy) yönetmeliğidir.

İklim hedeflerine daha hızlı ve etkin bir şekilde ulaşmak isteyen AB, bir karbon fiyatlama sistemi olan Salım Ticaret Sistemini (ETS) Sınırda Karbon Uyarlaması (SKU) mekanizmasıyla reforme etmeyi planlamaktadır. SKU, karbon kaçağını önlemek amacıyla AB-içi ve AB-dışı üreticilerin karbon fiyatlaması kaynaklı rekabet güçlerini dengelemeyi, bunun için AB bölgesine birlik dışı ülke ihracatının içerdiği karbon yoğunluğuna bağlı olarak vergiye tabi kılınmasını amaçlamaktadır. SKU devreye girdiğinde Türkiye’nin AB27 bölgesine ihracatı, içerdiği karbon yoğunluğuna bağlı olarak vergilendirilecek; bu da sektörlerin ihracat gelirlerini ve rekabet gücünü düşürecektir. Yapılan çalışmalar sadece AB ile ticarette bunun Türkiye’li ihracatçılara yıllık maliyetinin, ton karbon başına 30 ya da 50 avro ödenmesine bağlı olarak,  1,1-1,8 milyar avro olacağı hesaplanmıştır [7].

AYD’nin Türkiye ekonomisini etkileyecek bir diğer kanalı olan “Döngüsel Ekonomi” düzenlemelerinin alt unsurlarından biri olan Eko-tasarım Direktifi ile ürün dayanıklılığı, geri dönüştürülmüş içeriğin artırılması, karbon ve çevre ayak izinin düşürülmesi, ürünlerde tek kullanımın ve erken eskimenin önüne geçilmesi/kısıtlanması, üreticinin üründen ürün ömrü boyunca sorumlu olması hedeflenmektedir. Bu da AB’ye yüksek miktarda beyaz-eşya, otomotiv ihraç eden sektörün ihracat pazarını korumak için ürün gamını buna uygun dönüştürmesini gerektiyor.

Ticari ve ekonomik düzenlemeler Türkiye’yi bir dönüşüme zorluyor. Ama sadece onlar değil. Açıklamalara bakılırsa AYD, AB’nin anayasası olma yolunda hızla ilerliyor. “AB’nin bundan sonra diğer ülkelerle imzalayacağı hiçbir anlaşma, AYD’nin küresel hedefleri ile uyumsuz olamayacaktır” deniliyor. Güncel olarak Türkiye, AB ile Gümrük Birliği Modernizasyonu müzakereleri yürütüyor. Doğu Akdeniz’deki gerilimler vd. bir yana, Türkiye’nin mevcut iklim politikası ile bu müzakereleri başarılı biçimde sonlandırması mümkün değil. AB bunun için Paris İklim Anlaşması’nın Parlamentoda onaylanmasını şart koşabilir. Hatta bunun yanına sera gazı indirim hedefini sorumluluğunu yansıtacak biçimde yukarı doğru revize etmesini isteyebilir. Bir de giderek derinleşen Yeşil İklim Finansmanı havuzuna erişim meselesi var. Birçok gelişmekte olan ülke dönüşümlerini finanse etmek için şartları oldukça uygun bu kanalı kullanabiliyorken Türkiye ev ödevlerini yerine getirmediği için bu fonlardan faydalanamıyor. 

Yeşil Dönüşüm niye bu kadar zor?

Türkiye üzerine son dönemde yapılan genel denge çalışmaları, yeşil bir dönüşümün mevcut politikalara göre daha çok büyüme, istihdam ve daha az sera gazı emisyonu yaratacağını buluyor. Bu tür çalışmalar Dünyanın birçok ülkesinde aynı sonucu gösteriyor: Yeşil dönüşüm iyi fikir. Bunun için doğa aşığı olmanıza gerek yok. Enerji dönüşümü ve verimliliği için attığınız her adım, üretimi ve istihdamı arttırıyor. Günün sonunda enerji faturanız ve cari açığınız, aynı işi daha az enerjiyle halledebildiğiniz için emisyonlarınız düşüyor. Ayrıca yukarda da belirtildiği gibi, bir termik santrale kıyasla yeşil dönüşüme fon bulmak günümüz şartlarında hem daha kolay hem daha ucuz.

Türkiye’ye döndüğümüzde, aslında yeşil dönüşüm için gereken mevzuatın temel taşları olduğunu görüyoruz. Sorun yasal altyapının, mevzuatın olmamasından çok, bunların kağıt üzerinde kalıyor olması. Temel eksiklik arkada siyasi bir iradenin olmayışı. 

Türkiye’nin yeni bir ekonomik hikayeye ihtiyacı var. Bu yılın Ekim ayının başında ekonomi yönetiminin açıkladığı YEP (Yeni Ekonomi Programı) 2012 yılında şaşalı törenlerle duyurulan Vizyon 2023’ün çöktüğünün acı bir itirafıdır. 2023’te 2,5 trilyon dolar gelir (GSYH), 500 milyar ihracat, en büyük 10. ekonomi olma gibi şatafatlı hedefler yerle yeksan oldu. YEP’in 2023 GSYH öngörüsü 875 milyar dolar ile 2012’nin bile gerisinde.  Sadece o da değil, aşağıdaki tablodan görüleceği üzere Türkiye 2020 itibariyle birçok göstergede bu hedeflerin açıklandığı 2012’nin bile çok gerisinde artık. 

Tablo 1. Hayaller ve Gerçekler

 20122020
Enflasyon8,90%11,80% (Eylül 2020)
İşsizlik8,40%13,4% (Haziran 2020)
Genç işsizlik17,50%26,1% (Haziran 2020)
Kişi başı gelir ($)10.5049.042 (2019)
İşyerinde Ölümler8781.736 (2019)
CO2e (milyon ton)447523 (2018)
Mutluluk (%)6152,4 (2019)
Kaynak: TÜİK, İSİG Meclisi 2019 Raporu

Vizyon 2023 ruhunun eseri Kanal İstanbul gibi çılgın projeler, Türkiye’yi kalkındırmak yerine yoksullaştırmıştır. Vizyon 2023, yaşadığımız krizin temel sebebidir. Bu sürdürülemez yapıda inat edilirse ekonomideki daralma devam edecek; yeni istihdam yaratılamayacaktır.  

Sonuç yerine

Türkiye’nin acilen yeşil bir dönüşüme ihtiyacı var. Bunun nasıl olacağını tartışmaya başlamak gerekiyor. 

İnşaat olmasın, elektrik üretmeyelim demiyoruz; ama inşaatı ve enerjiyi elleri kolları her yere uzanan iş insanlarından nasıl kurtaracağız?

Küçük çiftçiyi aracılardan, tekelci tüccarların elinden nasıl kurtaracağız? Sağlıklı ve ucuz gıdaya erişimi nasıl sağlayacağız?

Mezunlarına ancak bir devlet memurluğu hayali kurdurabilen eğitim sisteminden gençlerimizi ve çocuklarımızı nasıl kurtaracağız?

Kapsamlı ve sistemli düşünmemiz gerekiyor. Sadece ekonomiyi kurtarmak yetmiyor, aksine krizi derinleştiriyor.

Türkiye’de Devlet çok vergi topluyor. Vergi tabanının da genişlemesiyle, kamunun halktan ve iş dünyasından topladığı kaynak muazzam boyutta. Parayı nereye harcayacaklarını şaşırmış vaziyetteler. Bu kaynaklar üretim maliyetlerini düşürüecek altyapı vs. yatırımlara harcansa, bir getiriden bahsedilebilirdi. Oysa, sanki kaynak yokmuş gibi Hazine garantileri altında inşa ettirilen otoyollar, köprüler, havaalanları, şehir hastaneleri hem çok daha pahalıya mal oluyor hem de fiyatlarının yüksekliği nedeniyle üretim maliyetlerini arttırıyor.

Türkiye ekonomisini krize götüren köhne düzen budur. Türkiye’nin yatırım ortamı bozulmuştur. İş dünyasında geçer akçe fikir, inovasyon, girişimcilik becerileri değil; iktidar ile olan ilişkilerdir. Bunun değişmesi için kamunun hükmettiği kaynakların küçülmesi ve devletle ihale üzerinden iş yapmanın cazibesinin azalması gerekiyor. 

Dünya 1930’ların krizini sosyal refah devletini kurumsallaştırarak atlatabildi. 21. yy’ın iklim değişikliği ve Covid-19 ile daha da ağırlaşmış krizini ise “ekolojik toplumu” kurarak atlatabilir. Kimi istisnalar, kimi geri dönüşler yaşansa da, Dünya ülkelerinde gidişat bu yönde. Olgulaşmaya başlayan Yeni İklim Rejimi ile uyumlu politikalar gütmek, Türkiye’nin sorunlarının çözümü için tek yol. Aksi durumda, Türkiye’nin bırakın ülke liginde üst sıralara çıkmayı, elinde kalanı koruyabilmesi bile mümkün görünmüyor. 

[1] https://europeangreens.eu/sites/europeangreens.eu/files/2009_Manifesto.pdf

[2] https://eur-lex.europa.eu/resource.html?uri=cellar:b828d165-1c22-11ea-8c1f-01aa75ed71a1.0002.02/DOC_1&format=PDF

[3] Henry MS, Bazilian MD, Markuson C. Just transitions: Histories and futures in a post-COVID world. Energy Res Soc Sci. 2020;68:101668. doi:10.1016/j.erss.2020.101668

[4] https://www.iea.org/articles/green-stimulus-after-the-2008-crisis

[5] Agrawala, S., D. Dussaux and N. Monti (2020), “What policies for greening the crisis response and economic recovery?: Lessons learned from past green stimulus measures and implications for the COVID-19 crisis”, OECD Environment Working Papers, No. 164, OECD Publishing, Paris, https://doi.org/10.1787/c50f186f-en.

[6] https://www.iea.org/articles/green-stimulus-after-the-2008-crisis

[7] https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/10633-ekonomik-gostergeler-merceginden-yeni-i-klim-rejimi-raporu

Ahmet Atıl Aşıcı: İTÜ, IPM-Mercator 2020-2021 Araştırmacısı

Görsel: Pixabay