Yazan: Gustavo Hernández [1] ve Henkjan Laats [2]

Çeviren: Sema Alpan Atamer

‘Buen vivir’ kavramı, son yıllarda Latin Amerika’da görünürlük kazandı. Kökleri, yerlilerin dünya görüşlerinde bulunan ‘buen vivir’, insanlığın doğa ile ilişkisi anlayışına dayanır ki bu, modernitenin insan merkezciliğiyle temelde çelişir. Gustavo Hernández ve Henkjan Laats, kavramın yükselen yörüngesini ve Avrupa’daki etkisini ve yankılarını izliyor. Buen vivir, iki-bölgeli resmi diyaloğa dahil edilmekle ve Avrupa’nın orasında burasında ortaya çıkan yerel girişimlerle uyumu umut verici olmakla birlikte, daha fazla bilgi alışverişiyle, çok daha büyük faydalar sağlanabilir.

İklim değişikliğine ilişkin konulardaki Avrupa-Latin Amerika pozisyonuna dair acil bir karar, Haziran 2015’te Brüksel’de resmen kabul edildi. [3] Bu anlaşma, sivil toplum ile Avrupa Yeşiller Partisi arasındaki ortak bir girişimin meyvesiydi ve Avrupa Birliği ile Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu’nun (CELAC) ikinci Başkanlık Zirvesi’nden sadece bir hafta önce kabul edildi. Karar, “iklim değişikliğiyle mücadele ile eşitlik ve sosyal bağları güçlendirme gibi iki zorlu işi uzlaştıran yeni bir insan esenliği paradigması” bulmanın önemini vurguluyordu. [Anlaşma,] buen vivir (İspanyolca “iyi yaşamak”) gibi kavramların kullanılması ve dirençli, düşük karbonlu toplumlara geçişin yönetilmesine dair konular aracılığıyla iki bölgeli alışverişin güçlendirilmesine doğrudan atıfta bulunuyordu.

Yükselen bir kavram

Buen vivir, kalkınmanın baskın mantığını sorgulayan bir dizi fikri kapsar. Burada kilit mesele, doğayı nasıl yorumladığımız ve ona verdiğimiz değerdir. Buen vivir, çeşitli vücud buluş hallerinde, alışılagelmiş insan merkezli dünya görüşünden ayrılır ve insanoğlunun, çeşitlilik yelpazesinin bir ucundan öbür ucuna birarada varolmasını ve doğa ile uyum içinde yaşamasını temel alan alternatif bir düzen oluşturma imkanına çağırır.

Kavramın kökenleri, Güney Amerika’nın yerli topluluklarına kadar izlenebilir. Bununla birlikte buen vivir, 21. yüzyılın başındaki siyasi tartışmaların peşi sıra bölgede giderek daha fazla öne çıktı, özellikle de iki And ülkesindeki – Ekvador ve Bolivya’daki – anayasal tartışmalara dahil edilmesinin ardından. Ulusötesi bir yerli hareketi ile diğer toplumsal ve idari aktörler arasındaki ittifaklar da kavramın artan görünürlüğüne katkıda bulundu.

Sadece birkaç yıl içinde buen vivir, Latin Amerika’da ve ötesinde hızla yayıldı. 2009’da Brezilya’nın Belém kentinde düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’nda, buen vivir ana konulardan biriydi ve üç Güney Amerika başkanı, söylevlerinde bu kavramdan bahsetti. Ekvador Cumhurbaşkanı Rafael Correa’nın sözleriyle, “21. yüzyıl sosyalizmi, yerli halklarımızın geleneklerinden aktarılan ve ‘onurlu biçimde, doğayla uyum içinde ve tüm kültürlere saygıyla yaşamak’ anlamına gelen ‘iyi yaşam’ ya da ‘iyi yaşama’ kavramını benimsemiştir”. Bugün, Latin Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa’daki birkaç üniversite ve düşünce kuruluşu, kavramı tartışmakta (örneğin, Böll Vakfı, Latin Amerika Sosyal Ekoloji Merkezi ve Chapel Hill’deki Kuzey Carolina Üniversitesi). Hatta Asya’da bile – Çin ve Filipinler gibi ülkelerde – tartışmalarda yer bulmakta.

“Çevre sorununa” yönelik herhangi bir yaklaşım, ‘yerel bilgiden dolayı vatandaşlık’ gibi başka düşünme biçimleriyle diyaloğa davet ederek, insan ve doğa, canlı ve cansız arasındaki ikiliğin üstesinden gelmeli.

Buen vivir’in anlamı, yerli Quechua ve Aymara geleneklerinden kaynaklanır; ancak, Güney Amerika’da Amazon’daki toplulukların pratiklerinde ve Orta ve Kuzey Amerika’daki aktivist hareketlerde de varyasyonları bulunabilmekte. Kavramın, Budizm ve Taoizm ile felsefi benzerlikleri olduğu gibi; Güney Afrika’daki Ubuntu kavramı – “karşılıklı destek ve doğaya değer veren yaşam” – ile de benzerlikleri var. Buen vivir ayrıca, doğanın hakları için bir çerçeve oluşturulmasıyla bağlantılı olduğu kadar -Ekvador, dünyada anayasal düzeyde doğanın haklarını tanıyan ilk ülkedir–, yerli toplulukların maneviyatlarından ve dünya görüşlerinden yararlanarak mutluluk, esenlik ve ekonomik büyüme eleştirisini içine alan Avrupa tartışmaları ile de ilintili.

Birçok biçim ve bağlantılarına bakıldığında buen vivir, hem sonsuz ekonomik büyüme olarak anlaşılan kalkınmanın bir eleştirisi olarak, hem de modernitenin ötesine geçmeye çalışan bir söylemsel yönelme olarak anlaşılabilir. Uruguaylı ekolojist Eduardo Gudynas’a göre; refah, yaşam kalitesi ve “çevre” hakkında süregiden tartışmalar, Fransız filozof Bruno Latour’un “kriz halindeki çevrecilik”ten ayrılma olarak bahsettiği bir “biyomerkezli sapış” ile yeni bir anlam kazandı. [4]

Bu sapış, modernitenin insan merkezli duruşundan kopmayı ve doğanın ve kültürün birbirlerinden ayrılmasını geride bırakarak, bağlantılılıkların değerini anlamak üzere, çevreye yeni bir anlam yüklemeyi amaçlar. Sonuç olarak “çevre sorununa” yönelik herhangi bir yaklaşım, ‘yerel bilgiden dolayı vatandaşlık’ gibi başka düşünme biçimleriyle diyaloğa çağırarak, insan ve doğa, canlı ve cansız arasındaki ikiliğin üstesinden gelmelidir.

Buen vivir ile Yeşil Ekonomi arasındaki gerilim

Kavramın, Bolivya ve Ekvador anayasalarında (sırasıyla 2009 ve 2008’de) çerçevesi çizildikten sonra [5], buen vivir’in Avrupa Birliği’nin Latin Amerika ile ilişkisi bağlamında resmi bir belgeye entegre edilmesi için aradan neredeyse on yıl geçmesi gerekti. Haziran 2013’te Şili’de düzenlenen CELAC-AB Zirvesi’nin Santiago Bildirisi şöyle diyor: “Dünya gezegeni ve onun ekosistemlerinin evimiz olduğunu ve ‘Toprak Ana’nın birçok ülke ve bölgede ortak bir ifade olduğunu biliyoruz ve bazı ülkelerin, sürdürülebilir kalkınmanın desteklenmesi bağlamında doğanın haklarını kabul ettiğini kaydediyoruz”. Santiago Deklarasyonu’nda buen vivir’e açık bir atıf yer almasa da, formülasyonu ve müzakeresi, iki dünya görüşü arasındaki belirli gerilimleri ve çelişkileri akla getirmekte.

Bildirge, yeşil ekonomiyi başat kavram olarak kabul etti. AB’nin Avrupa 2020 stratejisi (Avrupa Komisyonu tarafından 2010’da öne sürülen 10 yıllık bir ekonomi stratejisi) ile yakından ilişkili olan yeşil ekonomi kavramının, Avrupa için büyük bir iş fırsatını ifade ettiği iddia edildi. Yeşil çözümlerde bir öncü olarak AB’nin avantajına yönelik (özellikle Çin ve Kuzey Amerika’dan gelen) boy ölçüşmelere karşılık, Avrupa ve Latin Amerika, Sürdürülebilir Kalkınma İttifakı bayrağı altında birliklerini yeniden teyit ettiler.

Bununla birlikte, yeşil ekonomiyi yönlendiren kavram, tamamen tartışmasız kalmadı ve (AB’ye sızdırılan mektuplara göre) Bolivya Çokuluslu Devleti en az iki fırsatta, Santiago Deklarasyonu’nun metnini, büyümenin sınırlarından bahsedilmesi ve yeşil ekonominin, katı bir kurallar dizisi olmaktan ziyade politika yapma seçenekleri için yararlanılacak bir kaynak olarak kabul edilmesi amacıyla değiştirmeye çalıştı.

Buen vivir kavramı, kalkınmaya eleştirel bir gözle bakan fikirler arasındaki diyaloğun ürünü olarak, Avrupa’da zemin kazanıyor.

Avrupa’da nispeten öne çıkan diğer bir kavram olan Yeşil Yeni Düzen, özü itibariyle bir “yatırım planı” olarak tasavvur edilmekte ve üretkenliği vurgulamakta. Bu noktadan hareketle, bir yeşil modernizasyon biçimi olarak düşünülebilir. Temel varsayımlarının kökten farklı olduğu düşünüldüğünde, bu durum, buen vivir ile Yeşil Yeni Düzen arasındaki herhangi bir diyaloğu sorunlu hale getirmekte. Bir kavram olarak buen vivir, özünde çoğulcudur, farklı yorumlara ve uygulamalara açıktır; öte yandan Yeşil Yeni Düzen, tek bir mantık ve doğrusal ilerleme kavramı tarafından yönlendirilmektedir. Bununla birlikte, çok önemli bir ortak noktaları bulunmakta: kalkınmanın, maddi birikim olarak anlaşılmasını sorgulama niyeti ve kaynak kullanımını yönetmenin daha iyi yollarının aranması.

2019’da ilan edilen AB Komisyonu’nun Avrupa Yeşil Mutabakatı, ekonomik büyümenin merkezde olmasını, her nekadar “kaynak kullanımından bağlaşımı kesilmiş” olsa da, bir kez daha onayladı. Komisyon başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Yeşil Mutabakatı’na “yeni büyüme stratejimiz” adını verdi ve anlaşma, iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, ozon tabakasının incelmesi ve su kirliliği gibi sorun alanlarına yönelik net veya yeterli hedefler belirleyemediği için sivil toplum tarafından eleştirilere maruz kaldı. Yeşil Yeni Düzen’de olduğu gibi, Yeşil Mutabakat’ın da üretkenliğe odaklanması, sonuçta buen vivir ile uyumlu değil.

Avrupa’daki tartışmalarda Buen vivir

Platon ve Aristoteles’in zamanından bu yana neredeyse tüm büyük filozoflar, neyin “iyi yaşam” oluşturduğu üzerine kafa yordular. Bununla birlikte, iyi yaşam kavramını buen vivir’den ayıran şey, doğa ile olan ilişkinin önemi. Buen vivir; insanları, Toprak Ana’nın veya doğanın yapısının ayrılmaz bir parçası olarak görürken; modern felsefe, doğayı insan amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak gören John Locke ve René Descartes’ın araçsal rasyonalizmi üzerinden, aralarında belirli bir mesafe yaratır. Michel de Montaigne ve Jean-Jacques Rousseau gibi filozoflar, her ne kadar doğanın insanlar için önemine vurgu yapsalar da, araçsal yaklaşım, iyi yaşamın modern felsefi fikirlerine ve güncel politikaların çoğuna siner. Modern Avrupa felsefesinde elbette bundan uzaklaşmak için çeşitli çabalar var; bunlardan en bilineni, Bruno Latour tarafından tanımlanan James Lovelock’un Gaia hipotezi. Ama yine de, Martha Nussbaum, Amartya Sen, Simon Blackburn, Robert Skidelsky ve Fernando Savater gibi yazarların iyi yaşam üzerine yakın zamandaki etkili felsefi metinleri, buen vivir’in öne sürdüğü biyomerkezci sapışla açık bir şekilde çelişen insan merkezci yaklaşımı savunur.

İngiltere’de 2015 parlamento seçimlerinde ortaya çıkan iyi yaşam kavramı, evde yetiştirilen veya yerel bazlı gıda, kompost yakıtlı arabalar ve yenilenebilir enerji üzerinden tanımlandı. Bu terim, devlette kesinti yapmayı savunan Muhafazakar Parti adayı David Cameron’ın, müktesep yerelleşme, “büyük toplum” fikirleri ve diğer yeşil gibi görünen politikaları ön plana çıkaran seçim kampanyasının göze çarpan özelliği oldu. Almanya’da, sendikalar ve Şansölye Angela Merkel, çalışan sınıflar için çalışma koşullarının kötüleşmesine karşı bir alternatifi tanıtmak için Almanca’daki eşdeğer ifadeyi, gutes Leben’i kullandılar. Bununla birlikte, iyi yaşamın bu versiyonunun kalbinde bir paradoks yatmakta: Bir yandan söylem statükoyu değiştirmeye çalışırken; öte yandan, sendikaların toplumsal hareketler olarak yeniden keşfedilmesine işaret etmekte; ama doğayı, insani gelişmenin bir ortağı olarak görmeyi başaramamakta. [6]

Avrupa’da buen vivir’in ilk resmi kabulü, 2015 EuroLat acil kararının onaylanmasıyla oldu. Karar, “atalardan kalma bilgiler”den bir unsuru dahil etmenin önemini resmen tanımanın yanı sıra, buen vivir kavramı da dahil olmak üzere, dünyanın diğer köşelerinde yapılan değerli katkıları tekrar gözden geçirmeye çağırdı. Bununla birlikte, karar somut bir şekilde uygulanmadı ve 2015’ten bu yana AB’nin Latin Amerika ile resmi ilişkileri çerçevesinde buen vivir’den daha fazla söz edilmedi.

Avrupa ve Latin Amerika arasındaki bilgi alışverişi, hem teori hem de politik pratik olarak buen vivir’in kurgulanması için bir katalizör işlevi görebilir.

Siyasi düzeyde, hem Latin Amerika hem de Avrupa’daki hükümetler, buen vivir ilkelerini anlamak ve uygulamak söz konusu olduğunda çeşitli engellerle karşılaşırlar. Bu, insan ve doğa arasındaki araçsal ilişkinin, modern kültürde sımsıkı kök salmış olmasına bağlanabilir. Bruno Latour, Avrupa’nın, “siyasi oryantasyon bozukluğuna” dokundurarak, bu bağlamda karşı karşıya olduğu zorluklara işaret ediyor: sosyal demokratlar ekonomik büyümenin yeniden başlamasını beklerken; kapitalizmin pençesine sıkışan ve kendi tarihlerini gözden kaçıran yeşiller, “ekoloji”nin “doğa” ile daha az, kendi beslenmemiz ve geçim kaynaklarımızla daha çok ilgisi olduğunu unutuyorlar.

Avrupa’da geçiş hareketleri

Avrupa’da buen vivir’i hükümet düzeyinde bünyeye katma süreci sorunlu hale gelirken, yerel düzeyde konseptin mantığını yansıtan süreçler ortaya çıkmakta. Geçiş ihtiyacının -gıdadan tarıma ve eğitimden ekonomiye- kabul edilmesi, Avrupa’da ana akım haline geliyor; ancak, politika oluşturma düzeyinde bu süreçlerin, ekonomik büyüme ve sonsuz teknolojik “ilerleme” gibi klasik paradigmalar dahilinde kalmaya devam edip etmeyeceğinin görülmesine hala ihtiyaç var.

Buen vivir’in ‘kalkınma-sonrası (post-development)’ düşüncesiyle ilintili görünen yeni fikirler ve girişimler arasında, örneğin, Hollanda’daki Noardeast-Fryslân Şehir Meclisi’nin Wadden Denizi’ne özel haklar vermesi ve bağımsız bir yönetim yetkilisinin atanması sayılabilir. Temmuz 2020’de Murcia’daki İspanyol Los Alcázares, Belediyesi, Avrupa’nın en büyük tuzlu su lagünü olan Mar Menor’u resmen bir haklar öznesi olarak tanıdı. Yeşil Parti tarafından İsveç’te Ekim 2019’da, doğa haklarının Anayasaya dahil edilmesi için bir parlamento önerisi sunuldu.

Burada odak noktası, yalnızca toprak merkezli hukukun ilerletilmesinde değil, aynı zamanda toplumsal ekonomi, açık bilgi, geçiş kentleri, müşterekler, kentsel tarım ve kooperatif konutları gibi cihetlerde. Bu fikirler, enerji, ulaşım, gıda ve sosyal hizmetler gibi sektörlerdeki yerel dönüşüm projelerinden ortaya çıkıyor. Bu fikirler, (“ilerleme” söyleminde olduğu gibi) tek bir mantığa göre işleyen mega söylemler olmadıkları için, hegemonik önerilerin çoğundan farklılar. Yorumlamaya açık olmaları ve dış, yerel faktörlere kolayca adapte olabilmeleri, daha geniş kültürlerarası diyalogdan yana oldukları anlamına geliyor.

Son on yılda, özellikle – Yunanistan ve İspanya gibi – 2008 ekonomik krizinden en çok etkilenen ülkelerde, agroekolojik tarım, yerel para birimleri, yerel pazarların ve ürünlerin teşviki ve doğrudan demokrasi gibi buen vivir kavramıyla ilgili pratik deneyimlerde ve siyasi önerilerde artış oldu. Bu, gezegenin durumu hakkında büyük endişe duyulan bir zamana denk geliyor. Bu girişimler, özellikle yeşil yerel yönetime sahip yerlerde siyasi destek görmekte. Örneğin Amsterdam’da, Czaar Peterstraat’ın işletme sahipleri ve sakinleri tarafından müşterekler perspektifi taşıyan bir ‘iyi yaşam’ planı önerildi; ve yerel halk ve Belediye Meclisi tarafından olumlu karşılandı.

Alternatifler için genişleyen alan

Buen vivir kavramı, kalkınmaya eleştirel bir gözle bakan fikirler arasındaki diyaloğun ürünü olarak, Avrupa’da zemin kazanıyor. Yine de, kalkınmayı eleştiren tüm fikirler buen vivir ile bağlantılı değil, çünkü birçoğu hala bir ekonomik büyüme modelinde kökleşmiş durumda. Buen vivir ile ilişkili olduğunu iddia edemeyecek diğer kavramlar ise, yorumlama açısından sınırlı ufku ile sosyal ilerleme merkezli hegemonik mega söylemler. Bununla birlikte, Avrupa’da buen vivir ile bağlantılı yeni ortaya çıkan deneyimler, gıda, eğitim, sosyal hizmetler, ulaşım, enerji üretimi ve son zamanlarda koronavirüs krizi sonucu sağlık gibi yerel ve dönüştürücü kilit alanların toparlanmasına yönelik ilgiyi ifade ediyor.

Her nekadar buen vivir kavramı, Avrupa Birliği ile Latin Amerika arasındaki (doğrudan veya dolaylı) resmi diyaloğa dahil edildiyse de, ekonomik büyüme fikrine kilitlenmiş konvansiyonel modernite anlayışına tekrar tekrar geri dönen bir söylemin hegemonyasının gölgesinde kaldı. Buen vivir’in kabul edilmesi; pratiği, teori ihtiyacının önüne koyduğu için, 2015 acil kararı belki de zamanının ötesindeydi. Avrupa ve Latin Amerika arasındaki bilgi alışverişi, hem teori hem de politik pratik olarak buen vivir’in kurgulanması için bir katalizör işlevi görebilir. Bunu akılda tutarak, Avrupa’daki başarılı yerel deneyimlerin – katılımcıların kendilerini toprağın sahibinden ziyade ayrılmaz bir parçası olarak kabul ettikleri – doğa ile ilişkilerini yeniden değerlendirmeye dayalı- alternatif bir “düzen duygusu” yaratmaya çalıştıklarını açıkça görmek mümkün. Amsterdam gibi şehirlerin, buen vivir kavramını şimdiden keşfetmeye başlamasıyla, bu eğilimin Avrupa Birliği’ne yayılmaya yönelmesi olası.

DİPNOTLAR:

[1] Gustavo Hernández, Kültürlerarası Köprü’de eş direktördür. Latin Amerika Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin AB temsilcisi ve Heinrich Böll Vakfı’nın AB Ofisi’nde kıdemli danışmandır.

[2] Henkjan Laats, Küresel Güney’den Küresel Kuzey’e aktarıma vurgu yaparak, uygulamaların, bilginin ve değerlerin dengeli aktarımını ve değişimini kolaylaştıran bir aktivistler ve uzmanlar ağı olan Kültürlerarası Köprü’nün yöneticisidir.

[3] Bu anlaşma, İki Bölgeli Stratejik Ortaklığın bir parlamenter kurumu olan EuroLatin Amerikan Parlamenterler Meclisi’nden (EuroLat) ortaya çıkmıştır.

[4] “Siyasal ekolojinin doğa ile hiçbir ilgisi yoktur” şeklindeki imalı bir ifadesiyle Bruno Latour, ana akım çevre hareketlerinin (yani Avrupa’daki yeşil partilerin), siyasi ekolojiyi, geleneksel siyasi metodolojiler ve politikalar aracılığıyla doğanın korunmasına ve yönetimine içinden çıkılmaz bir şekilde bağlı olarak tasavvur ettikleri sürece, başarısızlığa mahkum olduklarını savunuyor.

[5] Aynı kavram Bolivya’da ‘vivir bien’ olarak adlandırılmaktadır.  

[6] Sendikacılar, emekten ve doğadan, eşit derecede gerekli zenginlik kaynakları olarak söz etmezler. Doğa ve çevre, işçilere yaşam kalitesi, refah ve sağlık sağlayan bir şey olarak kavramsallaştırıldı; üretim sürecinde bir ortak olarak anlaşılmadı”. Räthzel, N. and Uzzell, D. (2011). “Trade Unions and Climate Change: The Jobs versus Environment Dilemma”. Global Environmental Change, 21, pp. 1215–1223.

28 Aralık 2020 tarihinde Green European Journal’da yayımlanmıştır. https://www.greeneuropeanjournal.eu/buen-vivir-a-concept-on-the-rise-in-europe/ adresinden indirilmiştir.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan