Yazanlar: Amélie Canonne [1], Nicolas Haeringer [2]
Çeviren: Yeşil Politika Okulu 2021 Dönemi Yeşil Ekonomi grubu gönüllüleri
(Sümeyye Elis Yıldızlı, Sefa Sakarya, Simay Karaduman, Irmak Erdemli, Hediye Cerit, Gökçen Bayram, Sercan Köksal)
Eylül ayındaki BM Genel Kurulu’nda Xi Jinping, Çin’in yurtdışındaki kömür santrali projelerine yaptığı tüm yatırımları durdurma sözü verdi. Duyuru, Birleşik Devletler, AB ve COP26’ya ev sahipliği yapan İngiltere’nin kesat liderlik dönemi arka fonuna karşın ortaya çıktı. Bu 50 milyar dolarlık yatırımları tasfiye kararı, iklim diplomasisi için ne anlama geliyor? Amélie Canonne ve Nicolas Haeringer, Çin’in hamlesinin büyüklüğünü değerlendiriyor ve enerji geçişine alternatif bir iklim adaleti yaklaşımının ana hatlarını çiziyor.
Peki ya Eylül 2021 iklim jeopolitiğinde kritik bir eşik ise? Üzerine yeterince yorum yapılmamış ama küresel enerji devrimine giden yolda bariz bir kilometre taşı olabilir mi? BM Genel Kurulu esnasında; Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Çin’in yurt dışında kömürlü termik santrali “inşa etmeyi” durduracağını ilan etti. Bu duyurunun reklamı geniş çapta yapıldıysa da olası sonuçlarının tüm boyutları henüz anlaşılmadı. Eğer Emmanuel Macron veya Joe Biden aynı taahhütlerde bulunmuş olsaydı, medyanın ilgisi muhtemelen çok daha farklı olur, – “umut geri geldi” başlıkları (her yerde) filizlenirdi. Xi Jinping, Çin’de kömürün sonunu ilan ederek, dünya düzenini ve geleceğini değiştiriyor.
İyi fikirler gökten düşmez
Xi Jinping, yurt dışındaki kömürlü termik santrali projelerine Çin tarafından yapılan tüm yatırımı durduracağın vaat etti. Somut olarak, bu karar, Çin’in en az 44 yeni elektrik santrali inşaatını desteklemeyi durdurması, mevcut kömür çıkarma işlemlerinin bundan etkilenmemesi anlamına geliyor. Çin tarafından yaklaşık 50 milyar dolarlık yatırım tasfiye edilecek; bu da söz konusu duyuruyu, fosil yakıt yatırımlarından çıkış kampanyalarının başladığı 2010’ların ilk yıllarından bu yana yapılan en önemli duyurulardan biri haline getiriyor.
Bundan birkaç gün sonra, “Bank of China” (Çin’in 5 büyük devlet bankasından biri) madencilik faaliyetleri dahil olmak üzere gelecekteki tüm kömür projelerinden derhal çekileceğini taahhüt etti. Xi Jinping’in ilanı, (tam da) bu sebeple, daha da büyük bir yankı buldu. Çin’in yabancı madencilik faaliyetlerinin çoğunun Pekin’in iç tüketimini beslediği bilindiğinden, bu durum Çin’in yurtiçi enerji dönüşümünde hızını artırdığını göstermektedir.
“Çin tarafından yaklaşık 50 milyar dolarlık yatırım tasfiye edilecek; bu da söz konusu duyuruyu, fosil yakıt yatırımlarından çıkış kampanyalarının başladığı 2010’ların ilk yıllarından bu yana yapılan en önemli duyurulardan biri haline getiriyor.”
Kömür çağını geride bıraktık. Soru, artık kömür ile çalışan santrallerin kapatılıp kapatılmayacağı değil; daha ziyade, son kömürlü termik santralin en kısa sürede kapatılmasının nasıl mümkün hale getirileceğinin organize edilmesidir. Şu var ki, şimdiye kadar, kömür projeleri yine de çoğalmaya devam etti: Eğilimler başka, patika bağımlılığı [3] (bu durumda: belirli bir enerji karışımının yapısal etkileri) başka bir şeydir.
Bu tasfiyenin bir hareket zaferi olduğu da vurgulanmalıdır. Eğer Çin sınırları dışındaki projelerden başlayarak bu tasfiye hareketini hızlandırıyorsa, bu, kömür altyapılarına direnen hareketlerin sayısındaki artışın da bir sonucudur. Kenya, Gana, Bangladeş ve Filipinler’de kömür ile çalışan yeni elektrik santrallerinden etkilenen topluluklar yaşamın yok edilmesini durdurmak için kitlesel olarak harekete geçiyor.
Ortak ama farklılaştırılmış sorumsuzluk
Bu yılki COP’un öncesinde, (aktivistler de dahil) pek çok insan Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği veya Konferansın başkanlığını yürütecek olan İngiltere’den bile gelecek liderliği bekliyordu. Elbette; Joe Biden, gelişmekte olan ülkeleri destekleyen Yeşil Fon’a ABD’nin katkısını artırma sözü verdi; ancak aynı zamanda karışık mesajlar da gönderdi. Biden Hükümeti, IPCC Raporunun bu projeleri iptal etmek için “yeterli sebep” sunmadığını savunarak, Meksika Körfezi’nde daha fazla petrol ve gaz arama ve sondajına ruhsat verdi. Trump gitti, ancak iklim inkarı Beyaz Saray’ı tamamen terk etmedi.
Avrupa Birliği için burada ayrıca söz konusu olan, etkisini kaybediyor olması. AB, iklim değişikliğine karşı mücadele konusunda (ki bu, Avrupa’nın jeopolitik güç kaybını dengelemek gibi, tamamen araçsal nedenlerden dolayı bile önemli bir seçim olabilirdi) gerçek bir lider olarak adım atmayı hiçbir zaman başaramadı. Avrupa’nın kırsallaşması devam ediyor ve AB’nin iklim değişikliği konusundaki tarihsel sorumluluğunu kabul etmemesi, sürece bilfiil katkıda bulunuyor.
“Bu yılki COP’un öncesinde, (aktivistler de dahil) pek çok insan Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği veya Konferansın başkanlığını yürütecek olan İngiltere’den bile gelecek liderliği bekliyordu.”
Bunun yerine Pekin, en az on yıldır üzerinde çalışılan yenilenebilir enerjiyi yerleştirme stratejisini arkasına alarak, aktif iklim diplomasisi yönünde önemli bir değişiklik yaptı. Çin bunu yaparak, iklim değişikliği sorumluluğundaki üzerine düşen payını yerine getirme taahhüdünü gösteriyor. (Çin’i) Kendi eylemsizliklerinin günah keçisi haline getirmeye çalışan tüm hükümetler, bu emisyonların önemli bir kısmını kendi iç pazarlarına ithal ettiklerini kabul etmeyi seve seve unutuyorlar.
Fark burada çok açık, neredeyse insafsız. ABD, petrol ve gaz şirketlerine federal arazide sondaj yapma izni vermeye ve kömür ekonomisine tereddütsüz destek sağlamaya devam ederek ağırdan alıyor. İngiltere, artan gaz fiyatları nedeniyle kömür santrallerini çalıştırıyor. Fransa, son kömürlü termik santralini kapatmak için karşılıklı mutabakata dayalı bir senaryo oluşturmayı başaramadı ve bir yandan, tahmin edilemez boyutlardaki mali israf simgesi haline gelmesine rağmen, nükleer enerjiye sarılırken, bir yandan da Total’i pervasızca maden çıkarma telaşında desteklemeye devam ediyor.
Bu arada Avrupa Birliği; gazı, düşük karbonlu bir geçiş enerjisi olarak düşünüyor ve iki kat sorunlu yeni altyapı projelerine yatırım yapıyor:: Orta ve Doğu Avrupa üye devletlerinin Rusya’ya bağımlılıklarından kurtulmalarına yardımcı olmuyor ve gelecekteki fazlasıyla çok emisyonlara kontratlarla bağlanıyorlar.
“Ne kadar uzun süre beklersek, sosyal maliyet o kadar yüksek olacaktır.”
Elbette, Pekin’in elektrik üretimini azaltma veya maden çıkarmaktan uzaklaşma niyetinde olmadığı göz önüne alındığında, Çin’in kömürden çıkışı, alternatif enerji kaynağının ne olacağı sorusunu gündeme getiriyor. Bu, Çin’in Asya ve Afrika’daki ortaklarına, alternatif, daha ölçülü bir kalkınma modeli izlemelerine yardımcı olacağı anlamına da gelmiyor. Çin, kademeli olarak kömürden çıkışını dengelemek için hem kendisini büyük bir gaz oyuncusu olarak konumlandırıp hem de nükleer enerjiye yaptığı yatırımları pekala artırabilir.
Dahası, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın temsili rejimlerinin irade ve dönüştürücü hırslarının eksikliği, demokrasinin enerji sistemlerimizi derinden dönüştürmek için gerekenlerle bağdaşmadığı fikrini besleyebilir. Devletler, değişimi geciktirerek, bir son çare olarak otoriter yaklaşımın ortaya çıkması için gerekli koşulları yaratıyorlar. Gelecekte yapılması öngörülenler, daha acı verici ve sevilmeyen seçenekler olacak ve -yine de daha acilen yapılması gerekecek. Ne kadar uzun süre beklersek, sosyal maliyet o kadar yüksek olacaktır- fosil yakıt sektörü çalışanlarını (ve sendikalarını), işlerini savunma ihtiyacı ile yeni bir model icat etmeye aktif olarak katkıda bulunma arzuları arasında rehin tutmak da yardımcı olmuyor.
İklim adaletine doğru mu?
Beijing, yukarıdan aşağıya, güçlü devlet yaklaşımını somutlaştırıyor. İnsan haklarına çok az önem veriyor, özellikle de Uygurlarla olan ilişkilerinde. Geçişe yönelik yukarıdan aşağıya yaklaşımlar, “sistemi değiştirmemizi” sağlamayacak. Xi Jinping, Elon Musk ve Google’ın CEO’su tarafından ortaya konulan gelecek tasavvuru, nihayetinde tek ve aynıdır: düşük karbonludur (büyük ölçüde “tarafsızlık” fantezilerine dayalı olsa bile); ancak esasen, demokratik olmayan teknolojiler etrafında organize edilmiştir; devletin rolü ve “azınlıkların” haklarının tanınması ise tek varyasyondur. Piyasa mı yoksa otoriterlik mi? Geleceğin iki tasavvuru arasında sıkışıp kaldık ve bunların hiçbiri özgürlükçü olarak kabul edilemez.
Xi Jinping’in tek bir açıklamayla, Avrupa ve ABD iklim politikalarını gölgede bırakmayı başarması, batılı liderlerin kayıtsızlığının ve sorumsuzluğunun altını çiziyor. Uluslararası toplumun, bu açıklamaları, iddialı kararları ertelemek için kullanması ve COP26’nın önemli bir bölümünün, Paris Anlaşması’nın “kerameti kendinden menkul kehanetinin” gerçekleşmiş olmasını alkışlayarak boşa harcanması riski var. 21 Eylül açıklamaları bunlardan sadece bir tanesi ve çok yetersiz bir adım.
“Xi Jinping’in tek bir açıklamayla, Avrupa ve ABD iklim politikalarını gölgede bırakmayı başarması, batılı liderlerin kayıtsızlığının ve sorumsuzluğunun altını çiziyor.”
Kömürden çıkış sürecini iki yönden hızlandırmak önemli: sektöre yatırım yapmaya devam eden özel finans kuruluşlarına (özellikle Japonya ve ABD’de) baskı yapılması ve mevcut altyapıların kapatılmasını hızlandırılması. Söz konusu olan, fosil yakıt endüstrisinin ortadan kalkması için yönetilen azaltımıdır. Burada Avrupa, ön saflarda yer alanlardan biri: 166 kömür santrali henüz kapatılmamış durumda.
Bu nasıl başarılır? İklim adaletine giden yolda tek bir seçeneğimiz var: küçük ölçekli öz-üretimi kolaylaştıran, yerel ihtiyaçlara ve kapasitelere göre paylaşılan ve yeniden bölüştürülen adem-i merkeziyetçi bir enerji sistemi inşa etmek . Dolayısıyla, insanların enerji dönüşümü üzerindeki kontrolü ve aşağıdan yukarıya bir yaklaşım ihtiyacı konusunda ısrar etmek önemli.
Bu, iklim hareketinin yalnızca yerel mücadelelere odaklanması gerektiği anlamına gelmez. Çin’in açıklamasının diplomatik ve jeostratejik etkileri, dışişleri bakanlıkları ve piyasa analistleri için olduğu kadar çevreci hareketler için de önemli bir meseledir: Çin’e (veya diğer otoriter devletlere) insan hakları konusunda taviz vermeden dönüşümde başarılı olmamızı sağlayacak araçlar henüz tamamen icat edilmediğinden, diplomasi ve dış politika hususu bizi gittikçe ilgilendiriyor.
“İklim adaletine giden yolda tek bir seçeneğimiz var: küçük ölçekli öz-üretimi kolaylaştıran, yerel ihtiyaçlara ve kapasitelere göre paylaşılan ve yeniden bölüştürülen adem-i merkeziyetçi bir enerji sistemi inşa etmek”
Batılı güçler için, “taviz vermemek”, genel olarak askeri gerginlik (Bkz. son Avustralya denizaltı olayı) ve olası ekonomik ve ticari yaptırımlar anlamına gelir; en savunmasız olanların etkilendiğini, “siyasi, ekonomik ve askeri seçkinlerin” asla zayıflamadığını çok iyi bilsek de..
Genel olarak Avrupa Birliği, özelde ise Fransa, burada demokratik bir çıkmaza giriyor. Avrupa, karbon fiyatlandırmasını (AB Emisyon Ticareti Sistemi doğrultusunda), enerji geçiş politikalarının tek değilse de ana unsuru haline getirerek ve bu sistemin kaçınılmaz olarak tetiklediği eşitsizlikleri dengelemek için herhangi bir gerçek yeniden dağıtım politikası izlemekten ya da bunları büyük kamu yatırımlarıyla telafi etmekten imtina ederek, sosyal acil durum ile iklim acil durumu arasındaki büyük ölçüde yapay [nitelikli] karşıtlığı güçlendiriyor. Oysa ki enerjiye erişim meselesi merkezi konumdadır– Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketinin yanı sıra Şili ve Lübnan’daki 2019 protestoları, geçişin maliyetini çalışan ve orta sınıf kesimlere ödeten politikalara tepki olarak patlak verdi. Mevcut enerji krizi de benzer tepkileri tetikleyebilir – ve hatta Çin’de bile insanlar şu anda elektrik kesintilerini protesto ediyor.
Küresel enerji krizi yalnızca insanların öfkesini körükleyebilir ve öfkenin, fosil yakıtlar ve ulus ötesi şirketlerden ziyade enerji geçişine yöneltilmesi riski var. İklim adaleti hareketinin önündeki zorluklardan biri, bu öfkeyi, tabandan gerçek bir enerji geçişi inşa etmek için, geniş bir harekete kanalize etmek. Sosyal adaleti, temel hak ve özgürlüklere saygıyı ve iklim acil durumunu bağdaştırmak istiyorsak, bu, mümkün görünen tek ufuk olmaya devam ediyor.
DİPNOTLAR:
[1] Amélie Canonne, uluslararası hukukta uzmanlaşmış bir avukattır. Attac üyesidir. Fransa’da ticaret ve iklim politikalarında uzman olarak transatlantik anlaşmasına karşı Avrupa muhalefet kampanyasına liderlik etmiştir.
[2] Nicolas Haeringer, 350.org’un Hareket Ortaklıkları Yardımcı Direktörüdür.
[3] Ç.N.: Patika bağımlılığı: bireylerin, grupların, toplumların yahut insanlığın belirli eyleyişleri sonucu girdiği bir yolun, bir kalıbın, daha sonraki yönelimlerini koşullaması, hareket alanını belirli ölçülerde sınırlandırması.
Bu yazının aslı, İngilizce olarak 12 Ekim 2021’de Green European Journal’da yayınlanmıştır.
https://www.greeneuropeanjournal.eu/from-the-end-of-coal-to-climate-justice/ adresinden indirilmiştir.
Görsel tasarım: Olcay Özkaplan