Yazan: Berkay Erkan

Dünyanın küreselleşme ile birlikte girdiği değişim süreci gittikçe hızlanıyor.  Her şeyin birbirine daha çok bağımlı hale geldiği bu süreç içerisinde Covid 19 pandemisi çapında bir olayın küresel nizamı hiç olmadığı kadar sarsması elbette kaçınılmazdı. Öyle anlaşılıyor ki daha da uzun süre bu sarsıntının etkileri hissedilecek.

Şurası açık, pandemi alıştığımız dünyada çok ani değişikliklere neden oldu; kamusal yetersizlikler, yönetim acizlikleri, uluslararası dengeler ve hatta tutunduğumuz kültürel referanslar sarsıldı. Bu bir kriz ve pandemi uzadıkça yaşadığımız bu zemindeki kaymayı anlamlandırmak da zorlaşıyor. Fakat hayatımıza yansıyan sonuçlarını anlamak da bir o kadar önemli. Ne var ki değişimin güncel görünümleri ile gelecek hakkında bir öngörüde bulunmaya çalışmak çok sınırlı bir yaklaşım olur. Ancak bu görünümlerin arkasındaki koşulları hesaba katarak olayları kavramak, hangi yöne ilerleyebileceğini görmek mümkün olabilir. Bu çerçeveden bakarak gelişmeleri iki eksende ele alabiliriz. İlki pandeminin etkisi ile oluşan önemli bir toplumsal durum diğeri ise günümüzde kapitalist sistemin koşullarıdır.  

Salgın şoku ve kollektif bilinç

Pandeminin hayatlarımızı sarsan çok etkisi oldu ama en kesin ve dolaysız etki toplumun hızla yeni bir bilinç düzeyine çıkışında görüldü.

Covid 19 salgını hayatın bundan sonra bir daha eskisi gibi olmayacağını tartışmasız şekilde gösterdi. Pandeminin etkisi ile bu yargı çarpıcı bir hızla gelişti ve dünyada büyük değişimlerin kaçınılmazlığı yönünde kollektif bir bilince dönüştü.  “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” çok kullanılan bir motto oldu. Gelecek dönemde hayatın nasıl normalleşeceği hala belirsizliğini korurken eskiye ait çok şeyin yıkılıp kaybolacağında şimdiden herkes anlaşmış durumda.

Bu durumun önemli sonuçları olacak elbette. Ama en önemlisi bugünden toplumun değişime açık, hazır hale gelmesi ve bu yönde güçlü bir beklentinin oluşması. Toplumsal ölçekte geniş çaplı değişimler zordur. Bütün toplumun kendiliğinden değişime açık hale gelmesi bu anlamda büyük ve önemli bir gelişme şüphesiz.

Hemen her ülkede güvenlik güçlerinin yetkilerini arttıran, merkezi otoriteyi güçlendiren yasalar çıkarılıyor. Devlet, daha şimdiden pandeminin en kazançlı çıkanı.

İklim krizi ile mücadelede pek çok alanda bir dönüşüm gerekliliği düşünüldüğünde Yeşiller açısından bu durum olumlu olarak değerlendirilebilir. Ama öyle görünse de bu gelişme, iki tarafı keskin bir kılıç gibi adeta. Çünkü aynı olgu toplumun egemen kesimleri için de çok kullanışlı bir durum yaratıyor. Özellikle siyasal alanda şimdiden istedikleri yönde değişimleri topluma benimsetmek için bundan yararlanmaya başladılar bile. Hemen her ülkede güvenlik güçlerinin yetkilerini arttıran, merkezi otoriteyi güçlendiren yasalar çıkarılıyor. Devlet, daha şimdiden pandeminin en kazançlı çıkanı. Hükümetlerin sürekli toplumu manipüle etmek için herşeyden nasıl yararlandıklarını dikkate alırsak durumun önemi daha iyi anlaşılabilir. Dolayısı ile bu yeni kollektif bilinç, kendiliğinden toplumun lehine sonuçlar doğuracak bir gelişme değil.

Naomi Klein, sermaye kesiminin bu durumdan çıkarları doğrultusunda nasıl yararlandığını gösteren yaklaşımı, “şok doktrini”  ya da “felaket kapitalizmi” diye nitelendirmişti. Klein’a göre, neo -liberal politikalar ile kurulan küresel düzenin gelişmesinde Allende’nin Şili’de ABD tarafından hazırlanan darbe ile devrilmesinden başlayarak bunun pek çok örneği bulunmaktaydı. 1975 yılında, yöntemin akıl hocalarından Milton Friedman, Şili’de darbeci Pinochet’ye yazdığı mektupta bu yaklaşımın nasıl kullanılması gerektiğini belirtiyordu:

“Eğer bu şok yaklaşımı benimsenecekse, çok yakın bir zamanda sonuç alınacağının bütün ayrıntılarıyla, açıkça duyurulması gerekir. Kamuoyu ne kadar bilgilendirilirse, gelen tepkiler düzenleme yapmayı o kadar kolaylaştıracaktır.” (1)

Burada Friedman’ın sözünü ettiği “bilgilendirme”yi, korkutarak  yönlendirme ve “gelen tepkiler”i de tepkisiz hale getirme diye tercüme edebiliriz. 

Zamanla bu yaklaşımdan, bazen yaşanan kasırgalar gibi çeşitli doğal afetler, bazen 11 Eylül gibi terör eylemlerinin yarattığı travmalarda yararlandılar. Ama şimdiye kadar olaylar sınırlı kalmış, ulusal ölçeklerde yaşanmıştı. Örneğin 11 Eylül’ün ABD’nin yeni hamlelerine uygun şekilde kullanılması, öncelikle ABD yönetimi ve arkasındaki sermaye sınıfının çıkarlarıydı; Şili ya da Sovyetler Birliğinin çöküşü gibi olanlar da o ülkelerin soyulmasını sağlıyordu. Pandemi ile bu kez küresel çapta benzer bir durumun içinde dünya. Şimdi kritik soru şu: Covid 19 salgınının neden olduğu koşullarda bu kez küresel bir şok yaklaşımı mümkün mü?

Göründüğü kadarı ile şimdilik böyle açık bir küresel eğilim yok. Pandemi sadece toplum için değil bütün bir sistem için şok edici oldu. Toplumun tamamı, yönetimler ve sermaye sınıfı da henüz bu şokun etkisini atlatabilmiş değil. Her düzeyden sınıfsal refleksler ile gelişen eğilimleri, henüz bilinçli bir tercih olarak nitelendirmek için erken. Ama bu çerçevede koşulların değerlendirildiği ve gelecek planlarının mayalandığını düşünmek için geçmişten gelen yeterince deneyimimiz var. Sadece şimdilik bunun nasıl bir sonuca bağlanacağını kestirebilecek kadar netlik kazanmamış durumda. Yine de bu “felaket kapitalizmi” seçeneğinin masada olduğunu akılda tutmak en doğru yaklaşım olur. Biçimi ve tarzı daha farklı, ama sermayenin çıkarları doğrultusunda sistemin güçlendirileceği yeni yöntemler bulunacaktır. Örneğin salgın nedeni ile ortaya çıkan özel koşullar, sınırlı kaynaklar etrafında yeni çatışma dinamikleri yarattı. Bu, sermaye sınıfının, küresel çapta tek tek ülkeler düzeyinde uygulanacak yeni eylem ve stratejilerde uzlaşmayacağı anlamına gelmiyor. İklim krizi karşısında izlenecek tutum ya da siyasal yapıda daha merkezi ve otoriter yönetimlerin gerekliliğini düşündürmek ve yaşatmak için şok etkisini kullanmak gibi.

Pandemi aynı zamanda bu çapta yeni bir deneyim. O nedenle beklenmedik yeni gelişmelerin ortaya çıkması da olası. Örneğin bütün dünyada birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzu göstererek işbirliği ve dayanışmanın gelişmesini, dolayısıyla daha farklı bir geleceğin kapısını da aralayabilir. Aynı şekilde toplumda herşeyin değişeceği yönünde gelişen kolektif bilinç, iklim krizi ve küresel ısınmanın etkileri karşısında siyasi çabaların desteklenmesini sağlayabilir, yeni bir dünya yönünde değişim arzusunu yükseltebilir. Bütün bunlar doğru siyasi politikaların başarısını kolaylaştırarak bu yönde bir toplumsal dalga yaratabilir. Yani bu sefer pandemi ile yaşanan şokta, olayların pusulası tek bir yöne sabitlenmiş değil.

Pandemi ve kapitalizm

Gelecek öngörülerimiz açısından dikkate alınması gereken bir diğer faktörün kapitalist sistemin bugünkü koşulları olduğunu belirtmiştik. Gerçekten de bundan sonra gelişecek olaylar ne olursa olsun içinde bulunduğu sistemin sınırları içinde olacak. Dolayısı ile, hem etkileyecek hem de etkileneceği için pandemi sonrası gelişmelerin yönünü bu koşulları anlayarak değerlendirebiliriz.

Daha önce Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çöküşünde tarihin sonunu ilan eden F. Fukuyama pandemi hakkında şöyle diyor:

“Sonunda, dünyanın bazı kısımları diğerlerinden daha hızlı olmak kaydıyla bundan illaki çıkacaktır. Şiddetli küresel ihtilaller muhtemel görünmüyor ve demokrasi de, kapitalizm de, ABD de daha önce dönüşüm ve adaptasyon becerisini kanıtlamıştı. Ama bir kez daha şapkadan tavşan çıkarmaları gerekecek.” (2) .

Her ne kadar “tarihin sonu”nu ilan ederken sahip olduğu cesaretten yoksun olsa da, kapitalizmin dönüşüm ve adaptasyonu konusunda bir kez daha koşullara göre sistemin kendisini yenileme umudunu koruyor; ama bugün işler yine şapkadan tavşan çıkarmak gibi sürprizlere bağlı ise bu da bir sorun. Sürprizler beklendiği gibi olmayabilir. O zaman sistemin ihtiyacı olan şeyin ne olduğu sorusuna cevap aramalı.

…kapitalist sistemin sürdürülebilirliği, sürekli büyümeye dayanır. Bu kronik “büyüme” sorunu aynı zamanda sistemin kanseridir.

Basitçe ifade edersek kapitalizm, “daha fazla, daha çok” üzerinden işler. Yaşayabilmesi için sürekli kar edilmeli, bunun için bir yandan üretim artmalı, bu üretim ise artan tüketim tarafından emilmeli ve bu böyle devam etmelidir. Hem üretimin hem tüketimin artması; bunun için gerekli olan şeylerde de bir ucuzlama gerektirir. Ucuzlamanın koşulu ise çok olmaktır. Bu ise bir kısır döngü yaratır. Başka bir deyişle kapitalizm için ulaşılması gereken bir denge hali yoktur. Bu yüzden kapitalist sistemin sürdürülebilirliği, sürekli büyümeye dayanır. Bu kronik “büyüme” sorunu aynı zamanda sistemin kanseridir.

Büyüme için üretim – tüketim dengesi bir sarmal şeklinde devam etmelidir. Ancak birbirine bağlı iki merkezden biri diğerini dengeleyemediği zaman sistemin işleyişi aksar, bunalıma girer. Kapitalizmin tarihi bunlarla yazılmıştır. Halen 2008’de başlayan benzer bir bunalım atlatılabilmiş değil. Pandemiden sonra çeşitli kurumlardan açıklanan rakamlar da şimdiye kadar olanlardan daha büyük bir ticaret daralması ve gayri safi hasılada küçülme ile büyük bir resesyonun belirtilerini ortaya koyuyor. Yani pandemi kapitalizmin küresel bunalımını daha da ağırlaştıracak bir basınç yaratıyor. Bunun sonucunda yaşanacak bir kırılma çok ağır ekonomik ve sosyal çalkantılara yol açabilir. Bu koşullarda bunalımı atlatmak için sistemi çevirebilecek yeni bir tüketim ve üretim dengesinin kurulması zorunlu ama nasıl?

Bugün pazar ve kaynakların paylaşımında, kurulu küresel sistemin kendi içinde sınıfsal dengeler de bozuluyor. Durum normal koşullarda bile zorlaşmışken pandemi denkleme yeni parametreler ekledi. Ekonomik ve sosyal hayat sınırlandı, gelirler artmıyor, işsizlik en büyük sorun haline gelmeye devam ediyor. Öte yandan gelişmiş AB ve ABD pazarları zaten doymuş durumda. Asya pazarı ise Çin’in etkisinde. Bütün bu koşullarda sistem nefes almakta zorlanıyor, deyim yerinde ise kalp yetmezliği çekiyor. Büyüdükçe kalbin damarlara yeterince kan pompalayamaması gibi, küresel çapta sistem kendi bünyesinde dengeyi sağlayacak kanallarda akışkanlık azalıyor, tıkanmalar yaşıyor. Bu daralma kaçınılmaz şekilde uluslararası rekabeti daha da sertleştiriyor. Uluslararası ilişkilerde gittikçe artan bir gerilim birikmesi var. Belki de sahiden şapkadan tavşan çıkarmanın tam sırası ama nasıl?

Toplumsal düzeyde mevcut gelir düzeyi ve dağılımı ile tüketimde bir artışı beklenemeyeceği çok açık. Bu durumda sistemin canlanması için piyasada yetersizlik durumunda devletin telafi edici maliye politikaları uygulayarak özel tüketim ve yatırım harcamalarını uyarmasını öneren Keynes politikaları benzeri bir yol, en makul araç olarak öne çıkıyor. Ancak şimdilik sermaye sınıfında bu anlamda genel olarak benimsenmiş bir anlaşma görüntüsü yok. Buna rağmen koşullar değerlendirildiğinde bu yaklaşımın, sistemin uyum ve esneklik gösterebilmesinin ideal aracı olarak giderek daha çok kullanılacağının belirtileri var. Covid 19 pandemisi nedeni ile doğan sosyal ve ekonomik destek programları bu yönelimin yeni zorunlulukları şimdiden. Öte yandan bu politikaların öne çıkması açısından başka bir kesişim noktasında daha dünya.

Mecburi istikamet: Yeşil dönüşüm!

Kapitalizm tarihi bir bunalıma daha sürüklenirken, şapkadan yeşil dönüşüm çıkabilir. Sistem ekonomik olarak tıkanmaya başladığında iklim krizinin sonuçları, kurulu yapıyı sorgulatıyordu. Bir yandan doğanın tahribi diğer yandan krizin önlenmesi için zorunlu değişim bilincinin artması ile sistem günden güne kuşatılıyor. Her yerde, sürdürülebilir kaynaklara dönme yönünde artan baskının etkileri ile enerji başta olmak üzere yeşil dönüşüm bunalımın atlatılması için ideal fırsatlar veriyor. Böylece eski yapı yenilenirken ortaya çıkacak büyük harcama artışları, yeni üretim alanları yaratarak, gelirleri ve nihayet tüketimde artışı sağlayabilir. Nitekim enerjide yenilenebilir kaynaklara dönüşüm ile birlikte elektrikli arabalar gibi hemen her alanda yeni yapısal dönüşüme uygun araçlara dönük gereksinim, büyük bir pazar ve üretim artışı yaratabilir. Bugün için tüketim harcamalarının yetersizliği karşısında kamu yatırım harcamalarının artışı sayesinde doğacak gelir artışı ile artan tüketim harcamaları giderek sistemin yeniden rahatlamasına yol açabilir.

Kapitalist sistemin yeşil dönüşüm ile alacağı nefes, kendiliğinden daha demokratik ve barışçıl bir dünya doğurmayacak.

Avrupa başta olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerde bu yönde bir tercih, her geçen gün daha da netleşiyor. Yeşiller gibi bunu savunan siyasal hareketler güçlenirken, büyük sermayenin karşı yönde direnişi de yavaş yavaş zayıflayarak, dönüşümün, sistem lehine bir tercih olarak görülme eğilimine girdiğini gösteriyor. Ancak bu eğilim henüz sermayenin yeni tercihi olarak küresel çapta bütün olarak benimsenmiş değil. ABD bu anlamda oldukça özel bir konumda ve son yıllarda yaşanan siyasi gelişmeler, yani Trump’ın gelişi ve gidişi, bu ülke düzeyinde kapitalist sermayenin içinde yaşanan çekişmenin bir yansıması olarak da değerlendirilebilir. Nihayet Biden’ın gelişi ile, sistemin yeşil dönüşüm yönünde çalışması için bir tercihin ağırlık kazandığı söylenebilirse de, henüz bu mutabakatın tam olarak sağlanmasında iç çatışmaların bittiğini söyleyebileceğimiz gün gelmiş değil. Trump’ın başkanlığı kaybetmesine rağmen aldığı oy sayısı, iklim krizi karşısında pazar payını arttırmak için mevcut paylaşımı değiştirme yönünde çatışma ve savaşlara önem veren tercihin ağırlığını göstermesi bakımından çok dikkat çekici. Fakat ABD’de olan çekişmeler ne olursa olsun, yeşil dönüşüm bir seçenek olarak dünyada her geçen gün güçlenmeye devam ediyor. İklim krizi yüzünden artan toplumsal baskı ve talep, bu yönde bir seçeneğin benimsenmesini zorluyor. Bu seçeneğe yönelen ülkelerde zamanla kendisini hissettirecek olan ekonomik rahatlama ve bunun istihdam artışı, refah artışı gibi yansımaları görüldükçe bu kaçınılmaz hale geliyor. Bu noktada kapitalizmin içinde bulunduğu bunalımdan çıkma arayışları tarihsel bir kesişme noktasında.

Kapitalist sistemin yeşil dönüşüm ile alacağı nefes, kendiliğinden daha demokratik ve barışçıl bir dünya doğurmayacak. Sistem, doğası gereği, bir yandan yeni unsurları kendi iç yapısına uyumlu hale getirmek için uğraşırken diğer yandan da toplumsal ölçekte buna uygun bir yapının oluşması için çalışacak. Başka bir deyişle, enerjide yenilenebilir kaynaklara dönüşümü içselleştirirken diğer yandan onu olabildiğince sağlam bir merkezi yapıda gerçekleştirmek için çalışacak. Örneğin pandemi ile gelişen koşullar; e-ticaret, ofissiz çalışma vb. farklı araçları geliştirirken, sistem bunların merkezi denetimde kalmasını; toplumu, otorite ile olan bağlarını zayıflatıcı ilişkilerin gelişmesini önleyecek şekilde düzenlemeye uğraşacak. Bu anlamda kamu harcamalarının önemi dikkate alındığında, istediği siyasal yapıyı dayatmak için şok yaklaşımı da dahil büyük bir avantaja sahip olacak. Bunun için örneğin ucuz ve temiz enerji sağlamak gerekçesi ile devlet ya da özel sektör eliyle büyük yatırımları teşvik etmesi yeterli. Çünkü bu tarz bir yapı zorunlu olarak yatırımların korunması ve enerjinin dağıtımı için kamusal baskı ve denetlemeyi gerekli kılacak. Bunun için de güçlü bir siyasal yapının zorunluluğunu söylemeye gerek yok. Benzer gelişmeler için her alanda şok yaklaşımı ile meşruiyet aranması kaçınılmaz olduğuna göre, gelecek öngörülerimizi buna uygun olarak düşünmeye başlamak gerek.

Daha şimdiden siyasal temelde özellikle Avrupa sahnesinde görünür olan bu ve benzer çekişmeler yeşil siyaset açısından dikkate alınması gereken ip uçları veriyor. Bu çerçevede yeşillerin merkezi ve otoriter siyasal yapıları güçlendirmek yerine, toplumun otorite ile olan bağlarını asgariye indirecek şekilde yeşil politikalar geliştirmesi önem kazanıyor. Üstelik aynı kolektif bilinç bu sefer, sadece sistem için değil daha barışçı ve yaşanabilir bir gelecek tahayyülünü gerçekleştirmek isteyenler için de bir kapı açıyor.

KAYNAKLAR

(1) Klein, N.,Şok Doktrini: Felaket kapitalizminin yükselişi, Agora kitaplığı Yayınları, Mayıs 2010.

(2) Fukuyama, F., Foreign Affairs Temmuz- Ağustos 2020 sayısı, akt: https://fikirturu.com/jeo-strateji/fukuyamaya-gore-pandemi-sonrasi-siyasal-duzen/

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan