Yazan: Berkay Erkan

2021’deki COP 26 zirvesinin ardından küresel ısınma için alınacak önlemler konusunda pek çok hükümet, ‘harekete geçiliyor’ görüntüsü veren bir gayret içinde. Fakat artık kritik bir döneme girdiğimiz de açık. Bundan sonraki gelişmeler ve alınacak önlemler hakkında duruma daha yakından bakarak önümüzdeki süreçte izlenecek siyaset üzerine daha çok düşünmek gerekiyor.

İklim krizi ile mücadele ve ekonomik büyüme

Düne kadar iklim krizini anlatmak büyük bir sorundu. Küresel ısınma konusunda inkarcı tutuma karşı yoğun bir mücadele vermek gerekiyordu. Sonunda artık kimse iklim krizini açıktan inkar edemiyor. Bu edememe hali oldukça önemli; çünkü egemenlerin uzun zamandır benimsettikleri kalkınma, refah gibi tercihler ile doğallaştırılan ilerleme planlarının da tıkandığını gösteriyor. Özellikle 80’lerden sonra neoliberal politikaların sırtında güçlenen bir akım haline gelen küreselleşme ve modernleşmenin ufku ilerleme, zenginlik, refah ve akılcılık gibi kavramlarla doluydu. Bunlar özellikle 80’lerden sonra her ekolojik yıkım ve tahribatı gözlerden gizlemeye etkin bir işlev gördü. Sonuçta her şeyi insana göre değerlendiren bir anlayış kolaylıkla benimsenebildi ve böylece yapılanlar insanlığın çıkarına olarak etiketlendiği sürece gerisini teferruat sayan bir bakış da meşrulaşabildi. Bu anlayış küreselleşme ile eklemlenmiş modern toplum planlarının en önemli ideolojik dayanaklarından biri  oldu. Ama işler Dünya’yı Antroposen’in kapısına getirdiğinde durum değişti.  BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında her yıl gerçekleştirilen taraflar konferanslarında (COP’larda) yürütülen müzakereler ve bunlar sonucunda ortaya çıkan anlaşmalar, imzacı ülkelerin hemen harekete geçmelerini garanti etmese de egemenlerin artık küreselleşme-modernleşme planlarına uygun bir Dünya olmadığını fark ettiklerini ortaya çıkardı. Sonunda iklim krizinin artık açık inkar olanağı kalmadı. Ancak ortaya koskoca bir soru çıktı: Uygarlık ve ilerleme kavramında içselleştirilen bütün ekonomik ve toplumsal kararları almaya, aynı zamanda küresel ısınmayı önlemeye çalışırken, nasıl devam edilecek?

“Çözümü, eski düzeni koruma anlayışı ile ekolojiyi merkeze alan anlayış arasındaki mücadele belirleyecek.”

Önümüzde bu anlamda hayli kritik bir dönem var. COP’lardaki tartışmalar ve anlaşmalar egemenlerin planlarını eskisi gibi yürütemeyeceklerini ve bunları gözden geçireceklerini resmileştirmiş oldu. Yani bunun anlamı, yeni koşullarda yeni bir strateji ve planların yapılacağı. Düne kadar açık inkarcılığı savunan egemen kesimler, bu konuda var olan düzeni koruyacak şekilde dizayn edilmiş çözümlere dayanan yeni bir strateji benimseyecekler. Buna karşılık ekolojiyi savunan tüm güçler ise kriz karşısında daha köklü, radikal çözümleri talep edecekler. Bütün bunlar küresel ısınmayı durdurmak için gereken emisyon hedeflerine ulaşabilmek açısından çok dar bir zaman aralığı ile sınırlanmış durumda. Küresel ısınma hedefi, sanayileşme öncesi döneme kıyasla 1,5 santigrad dereceyi geçmemek, 2050 yılına kadar da emisyonları sıfırlamak şeklinde belirlendi. Bu hedeflerin tutturulmasında şimdiden önemli sıkıntılar var ve 2030 yılında 1,5 derece hedefinin geçileceğinin hemen hemen kesinleştiği yönünde çoğunluk hemfikir. Bütün bunları göz önüne alınca önümüzdeki dönemde çözümün nasıl olacağının önemi ortada. Bunu da temelde farklı olan iki anlayış; diğer bir deyişle, eski düzeni koruma anlayışı ile ekolojiyi merkeze alan anlayış arasındaki mücadele belirleyecek.

Yeni “savaş” alanları

Doğal olarak toplumsal çıkarlar ekseninde var olan çatışmalar yeni koşullarda da sürecek. Giderek iklim krizi ve ısınmanın olumsuz sonuçları hayatı daha kötü etkilemeye başladıkça, bu çatışmanın eski düzeni sürdürmek isteyenler ile doğayı yani yaşam alanlarını koruma bilincinde olanlar arasında bir “savaş” halini alacağını söylemek mümkün. Ekoloji mücadelesinde 50 yıllık aktif bir geçmişe sahip olan Yeşiller ise, dünyanın sıcak savaş ve çatışma potansiyeli yüksek bu koşullarında şimdi en önde görünen politik güç ve mücadelenin kendiliğinden doğal öncüsü, bir bakıma temsilcisi konumunda. Bu durumda yapılacak seçimlerin işlerin doğal akışı içinde kendiliğinden ekolojiyi temel alan bir anlayışla belirleneceğini ummak hayal. Bunun için baş edilmesi gereken pek çok zorluk olacak. Yeşiller açısından koşulların bu açıdan değerlendirilmesi özellikle önemli.

İnsanın kendisini koruma altında ve güvende hissetmesi en temel haktır. Eğer küresel ısınma durdurulamaz ise yaşayacağımız dünya, bu hissi doğal olarak edindiğimiz bir yer olmaktan çıkacak. Yani bundan böyle güven gereksinimi, hayatımızın en büyük sorunu olarak seçimlerimizi yönlendirecek. Bununla beraber gıda, su, toprak başta olmak üzere her konuda paylaşım çok önemli bir diğer konu olacak. Şüphesiz bu dün de en önemli sorunlardan biri idi; ama bu kez yaşanabilir alanlar gibi, eldekini korumak gibi bambaşka boyutlar kazanacak. Bu çerçevede küresel sınmaya karşı her köklü çözüm adımı, bildiğimiz toplumsal yaşamı etkileyecek, sarsacak, gelişmeler mevcut yapıya sığmayacak. Sonuçta, toplumsal hayatın yeni koşullara uyum sağlamak için değişme zorunluluğu ile karşı karşıya kalınması kaçınılmaz hale gelecek. Bu adımlar küresel ısınma tehlikesini atlatmak ve güvenli bir yaşam için olsa da kayıp olarak sayılabilecek değişiklikleri de içereceğinden bunun taşıdığı çatışma ve huzursuzluk potansiyeli, uyum açısından sorunlar yaratma riskini de arttıracak. Daha şimdiden hayatımızın ne kadar kötü ya da iyi olacağı belirsizlikler ile dolu, rahatsız edici bir soru. Bugün dünyada çok küçük bir azınlığın, kaynakların çok büyük bir kısmını kontrol ettiği gerçeği göz önüne alınırsa; geleceğin, yaşam olanakları açısından nasıl tehlikeler taşıdığını söylemek gereksiz. Bu da ister istemez yeni çatışma alanlarının artması demek. Göçmen sorunu şimdiden bunun ip uçlarını veriyor.

Yakın bir zaman önce dünkü inkarcıların bu sefer yeni araç ve politikalar geliştirerek mevcut yapıyı korumaya çalışmalarının bir örneğini gördük; AB’nin nükleer enerjiye ve doğal gaza ilişkin ‘sürdürülebilir yatırım’ olarak değerlendirme kararı bu konuda bize bir fikir veriyor. Bilindiği gibi Avrupa’nın iklim hedeflerini yakalamasına katkı sağlayan, çeşitli koşulları yerine getiren gaz ve nükleer enerji projeleri, sürdürülebilir yatırım listesine dahil edilecek. Bu kararın alınmasında rol oynayan en önemli faktör bunun eski yapıyı koruyucu olmasıdır. Fosil kaynaklara dayanan günümüz toplumlarında bütün yapı merkezi ve hiyerarşiktir ve bunu koruyacak ise varsın nükleer hatta yenilenebilir enerji santralleri olsun çok fark etmeyecek onlar için. Merkezi hiyerarşik düzeni koruyan her çözüm, yeni koşullarda kabul edilebilir. Bu merkeziyetçilik ve hiyerarşi, kapitalizme özgü genetik bir özellik. Yani eğer eskinin devamı açısından öncelikle korunması gereken bir şey varsa en başta gelen şey, bu özelliğinin devamıdır. Dolayısı ile çözüm önerileri ve toplumsal tercihlere bakarken olaylara bu mercekle bakılmalı.  

“Toplumsal mücadelelerde ekonomik, siyasal her alandaki seçim, her talep dayandığı ideolojik temele göre şekillenir.”

Ama sürecin bu yönde ilerlemesi kaçınılmaz ve doğal bir gelişme değil elbette. Bunu daha çok taraflar arasındaki ilişki belirleyecek. Toplumsal mücadelelerde ekonomik, siyasal her alandaki seçim, her talep dayandığı ideolojik temele göre şekillenir. Bu nedenle sosyal pratik, aslında ideolojik mücadelenin sürdüğü bir arenadır. Bugün de öyle; ideolojik mücadele iki temel anlayış arasında devam ediyor. İklim anlaşmaları gibi örnekler ise bugün ekolojiyi ve yaşam alanlarını savunanların bu zeminde önemli bir mevzi kazandığını gösteriyor. Yeşil Partiler dün olduğu gibi bugün de mücadelenin en önemli gücü. Ancak pek çok konuda ağırlıkları olsa da gelinen bu nokta, henüz yeni bir gelişme. Avrupa’da yükselen yeşil dalga bir bakıma ileriyi aydınlatıyor; ama geleceğin olası ekonomik ve sosyal alanda çıkacak problemleri ile henüz karşılaşılmadı. Krize karşı alınacak önlemlerin belirlenmesinde bazı unsurların etkisi çok artacak. Bunların başında da belirsizlik, endişe ve güvensizlik var.

Radikal değişiklikler her zaman ürkütücüdür. Bunun ortaya çıkaracağı değişiklikler, var olan koşulları etkileyeceğinden belirsizlik ciddi bir sorundur. Bu anlamda fosil kaynakların terk edilmesi, hele hele bunun hızlı bir dönüşüm olması hiç kuşkusuz özellikle önemli; çünkü her yönde değişim dalgalarının yayılmasına yol açacak. Bunun neden olacağı belirsizlikler korkutucu boyutlara varabilir. Dolayısıyla buna yer bırakmayan, endişeleri kaldıran çözümlerin toplumda kabul görecek olması şaşırtıcı olmaz. Nitekim egemenlerin en çok yararlanacakları şey de bu olacaktır; var olan hayat tarzını koruyan çözümler sunmak. Buna karşılık yapılabilecek şey ise sadece değişimin yeni ve cazip bir yapının parçası olarak göründüğü çözümler sunmak olabilir. Eğer bu yoldan toplumun benimseyeceği adımlar atılamaz ise egemenlerin nükleer enerji konusunda olduğu gibi işleri kolayca yönlendirmesi mümkün olur.

“Sorunu, kapitalizmin duvarları ile çevrili jeopolitiğin labirentlerinde bir çıkış yolu bularak aşmak gerekecek.”

Elbette eskiyi yeni biçimlerde koruyan çözümlerin dünyayı gelecekte daha büyük tehlikelerle yüz yüze getireceğini biliyoruz. Sorun temelde mevcut sistemle ilgili. Bu nedenle sorunu kapitalizmin duvarları ile çevrili jeopolitiğin labirentlerinde bir çıkış yolu bularak aşmak gerekecek. Bu nasıl mümkün olacak? Yeşil partilerin çözmesi gereken problem işte bu.

Yeşillerin yolu

Şimdilik Yeşiller her alanda toplumsal kararlar alacak düzeyde güçlenmiş, yönetime gelmiş değil. Ama  yıllardır vermiş oldukları mücadelede haklı çıkmalarının sağladığı bir ideolojik üstünlük kazandılar. Bu yüzden önerilerinin hükümetler ve toplum nezdinde artık ciddi bir ağırlığı var. Yine de durum henüz kapitalizm karşısında sosyal demokratlarınkini hatırlatıyor; sistemin radikal değişimi yerine kusurlarını düzeltmeye çalışmak. Oysa ulaşılan ideolojik pozisyon gelecek için büyük bir avantaj ve daha fazla gecikmeden bu üstünlüğü tahkim edip pekiştirmek gerekiyor. Bu ise, önerilerinin güven veren bir vizyonun çekiciliğini taşıması, seçeneklere yön verecek bir toplumsal tahayyülü anlatması ile mümkün. Her problem her deneyim bunun için bir fırsata dönüşmeli. Böylece süreç içerisinde toplumsal gücü arkasına almayı başarabilir.

“Kriz karşısında her önlemin ekolojiyi merkeze alma zorunluluğu var.”

Kriz karşısında her önlemin ekolojiyi merkeze alma zorunluluğu var. Bugüne kadar Yeşiller de dahil ekoloji mücadelesi ile ekonomi ve diğer toplumsal sorunlar ayrı düşünüldü; kolları aynı yatakta birleşerek akan bir nehir olmadı. Ama artık bu kendiliğinden olmasını bekleyeceğimiz bir gelişme değil, bu bir zorunluluk. Tarihsel olarak bu dönemin dünden farkı, sorunların ve değişimin küresel boyutunun olması. İklim krizi ve ekolojik tahribatın sonuçları, toplumsal değişimde yeni ve küresel bir faktör. Bu kaygıyı taşıyan, bu yaklaşımı sahiplenen kesimler yeni bir kollektif oluşturarak, toplumsal değişimin itici gücü olabilir. O nedenle Yeşil Partiler ilk önce buna ön ayak olarak gerçekleşmesini sağlamak durumunda. Tıpkı kapitalist toplumun feodal dönemden çıkışı gibi; gelişen burjuvaların karşılıklı yeminler ile birlikler kurduğu süreç tek tek bireyler olmaktan çıkıp kollektif bir ortaklık sağlayarak mevcut yapıyı değiştirmelerini sağladı.  Fransa’da 1789 Ağustosunda artık bir sınıf olarak toplumsal egemenliği aldıklarını “Ulusal Meclis feodal rejimi tamamıyla yıkmıştır.” (1) diye ilan eden bu yeminli ortaklık, burjuvazi idi.

Dünya ile birlikte kendilerini ve yaşamlarını koruyabilecek bir gelecek isteyenlerin, “biz kendisini savunan doğayız“ bilincinde olanların, bugün karşılıklı törensel bir bağlılık yemini etmelerine gerek yok. Tehlike karşısında bir araya gelmek bir zorunluluk; tek çıkar yol. Yeşiller açısından şimdi bu zorunluluk, çekici bir vizyonun yaratacağı umudun bir yemin gibi bağlayıcı olmasını başarmak. Bu umutları güçlendirmek için henüz toplumun beklentisi ve yüzü her yerde onlara dönükken mücadelede heyecan veren bir vizyon ortaya koyabilirler. Şimdiye kadar geleceğe dair umutlar “başka bir dünya mümkün” sloganında ifadesini buldu. Artık sadece bunun mümkün olduğunu söylemek değil, onun nasıl olduğunu da anlatmaya başlamanın zamanı. Ancak bu şekilde  yaşanabilir güvenli bir geleceği elde etmenin ön koşulu olan ideolojik mücadeleyi kazanarak en büyük mesafe katedilebilir.

KAYNAKLAR:

(1) Marc Bloch –  Feodal Toplum. Islık yayınları, ikinci baskı 2014  S. 24

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan