Yazan: Prof. Dr. Ali Osman Karababa

Salgın hastalıklar çok eski dönemlerden bu yana insan sağlığı açısından (ulusal düzeyde veya dünya çapında) büyük önem taşımaktadır. Tarihsel kayıtlar tutulmaya başladığından beri dünya başta veba, çiçek hastalığı ve grip olmak üzere pek çok salgına ve pandemiye şahit olmuştur. Bu olayların uygarlıklar üzerindeki ve toplumsal hafızadaki izleri konuyla ilgili kaynaklarda görülmektedir. Hatta salgınların uygarlıkların sonunu getirdiği, Aztekler örneğinde olduğu gibi, kayıtlarda görülmektedir.

Salgınlar ve ekolojik yıkımlar

Salgınlara neden olan etkenlerin önemli bir bölümünün, özellikle 20 ve 21. yüzyılda ortaya çıkanların, ekolojik yıkımlarla ilişkili olduğu, normal yaşam koşullarında sıkı ilişkiler içinde olmadığımız yabanıl yaşam canlılarından insanlara bulaştığı gözlenmektedir.

Kapitalizmin doğayı meta olarak görmesi ve sermayenin dur durak bilmeyen kâr hırsı günümüzde hem dünyada hem de ülkemizde ekolojik yıkımların en önemli itici gücü olmuştur. Bu bağlamda ülkemize baktığımızda, mutlak korunması gereken doğal alanların, ormanların, meraların, doğal ve tarihi sit alanlarının çok rahatlıkla sermayenin talanına açıldığı, bu konuda çıkarılan ulusal mevzuata ve imzalanan uluslararası anlaşmalara uyulmadığı görülmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) dikkat çektiği salgın hastalıklar listesinde yer alan Nipah virüsü, Ebola virüsü ve Marburg virüsünün meyve yarasalarından kaynaklandığı; SARS (Şiddetli Akut Solunum Yetmezliği Sendromu) hastalığının misk kedisinden insanlara bulaştığı, Zika virüsünün Rhesus maymunlarından sinekler aracılığıyla insanlara taşındığı, Kırım Kongo Kanamalı Ateşi’nin ve Lime hastalığının keneler aracılığıyla insanlara bulaştığı, Rift Vadisi Ateşi’nin inek ve koyunlardan sivrisinek ve diğer kanla beslenen sinekler tarafından bulaştırıldığı, Lassa Humması’nın virüsü taşıyan farelerin idrar ve dışkısı ile insanlara bulaştığı, MERS (Orta Doğu Solunum Sendromu) hastalığının yarasalardan develere, develerden de insanlara bulaştığı bilinmektedir. [1]

DSÖ yukarıda sıralanan, öncelikli olarak dikkat çektiği hastalıklardan sonra listeye “X Hastalığı” adını verdiği, dünyanın herhangi bir yerinde ölümcül bir salgına neden olabilecek yeni bir virüsün ortaya çıkma olasılığının her zaman var olduğunu belirtmektedir.

Ancak 2019 Aralık ayında ilk kez ortaya çıkarak pandemiye neden olan ve hâlâ önemini koruyan Covid-19 hastalığı, DSÖ listesindeki X Hastalığı’nın yerini almış görünmektedir. Covid-19 pandemisi sonrasında yeni bir “X Hastalığı” beklentimiz sürecektir.

Yukarıda sıralanan tüm hastalıkların etkenleri ve bulaşma yolları göz önünde bulundurulduğunda; ekolojik dengelerin bozulmaması, insanların yabanıl yaşamın bu denli içine girmesine yol açan ekolojik yıkımlara neden olacak girişimlerden uzak durulması gerektiği somut olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ekolojik ayak izimiz

Dünyanın ortalama ekolojik ayak izi kişi başına 2,75 küresel hektar, toplamda ise 22,6 milyar küresel hektar düzeyindedir. Ancak dünyanın biyolojik kapasitesi kişi başına 1,63 küresel hektar düzeyindedir. Bu da dünyada kişi başına ekolojik ayak izimizin biyolojik kapasitemizden 1,1 küresel hektar daha fazla olduğunu, var olan biyolojik kapasitemizi aştığımızı göstermektedir. Türkiye’nin ekolojik ayak izine baktığımızda; kişi başına ekolojik ayak izimizin 3,3 küresel hektar, biyolojik kapasitemizin 1,52 küresel hektar olduğunu, ekolojik ayak izi durumumuzun 1,81 küresel hektar olduğunu görmekteyiz. [2] Bu durum ülkemizin doğasını ciddi biçimde tahrip ettiğimizi, doğal varlıklarımızı aşırı tükettiğimizi göstermektedir.

Sağlıklı işleyen ekosistemler toplumların sağlıklı olması için gerekli olup; temiz hava, tatlı su, ilaç ve gıda güvenliği sağlarlar. Ayrıca sağlıklı ekosistemler hastalıkları sınırlar ve iklimi dengeler. Ancak Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından ortaklaşa yayımlanan bir durum raporuna göre, biyolojik çeşitlilik kaybı daha önce görülmemiş oranlarda artmakta ve dünya çapında insan sağlığını etkilemektedir. [3]

Biyolojik çeşitlilik kaybının ardında, insanların dünyayı giderek daha fazla işgal etmesi ve işgal ettikleri alanları kendi yaşam biçimlerine uydurmaya çalışması (kentleşme, endüstriyel tarım ve hayvancılık, madencilik faaliyetleri vb.), bunu yaparken de ekosistemleri tahrip etmesi yatmaktadır. Teknolojinin gelişimine bağlı olarak da dünyanın farklı coğrafyalarında, hatta günümüzde Kutup bölgelerinde bile ekolojik yıkımlar artarak devam etmektedir.

Çevre üzerindeki insan baskısı, mekânsal ve zaman açısından değişimler göstermekle beraber, ekonominin yoğun katkısıyla gezegenin biyolojik çeşitliliği değişmektedir. Karasal çevre üzerinde insan ayak izinin kümülatif ve standartlaştırılmış bir ölçüsünü oluşturmak için, 1993 yılından 2009’a kadar 1km²’lik alanda altyapı, arazi örtüsü, doğal alanlara insan erişimi gibi veriler kullanılarak değerlendirme yapıldığında; insan nüfusu %23 artar ve dünya ekonomisi %153 büyürken, insan ekolojik ayak izinin %9 arttığı görülmektedir. Yine de, gezegenin kara yüzeyinin %75’i ölçülebilir insan baskısı yaşamakta, dahası baskılar aşırı derecede yoğun, yaygın ve hızlı biçimde yüksek biyolojik çeşitliliğe sahip alanlarda yoğunlaşmaktadır. [4]

Şekil 1’de kapitalist düzenin neden olduğu ekolojik yıkımların, çatışmaların ve savaşların sonucunda karasal alanlarda, denizlerde, tatlı su alanlarında ortaya çıkan değişimler ve bu değişimin canlı türleri üzerindeki etkisi gösterilmektedir. Şekilde de görüldüğü gibi doğal ekosistemlerdeki bozulmanın düzeyinin %47’ye ulaştığı, türlerin en az %25’inin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gözlenmektedir.

Şekil 1: Doğada Doğrudan ve Dolaylı Değişim İtici Güçlerinin Neden Olduğu Biyoçeşitlilik Kayıpları ve Doğadaki Küresel Azalma Örnekleri [5]

Ormansızlaştırma

Bilindiği gibi ormanlar önemli karbondioksit yutakları olup fotosentez sürecinde atmosferik karbondioksitin kontrol altında tutulmasını sağlarlar.

Orman ağaçlarının küresel kapsamı ve dağılımı konusunda yapılan haritalama çalışmaları küresel ağaç sayısının yaklaşık 3,04 trilyon olduğunu ortaya koymaktadır ki bu, önceki tahminlerden daha üst bir seviyedir. Bu ağaçların yaklaşık 1,30 trilyonu tropikal ve subtropikal ormanlarda, 0,74 trilyonu kuzey bölgelerde ve 0,66 trilyonu ılıman bölgelerde bulunmaktadır. Ağaç yoğunluğunda biyom düzeyindeki değişimler, iklim ve topografyanın daha küçük ölçeklerde yerel ağaç yoğunluklarını kontrol etmedeki önemini ve ayrıca dünyanın çoğu yerinde insanların yıkıcı etkisini göstermektedir. Öngörülen ağaç yoğunluklarına dayanarak, her yıl 15 milyardan fazla ağacın kesildiğini ve insan uygarlığının başlangıcından bu yana küresel ağaç sayısının yaklaşık %46 oranında azaldığı tahmin edilmektedir. [6]

Ormansızlaşmanın ve orman bozulmasının azaltılması, önemli bir sera gazı olan karbondioksiti tahmini olarak yılda 0,4–5,8 gigaton. düzeyinde düşürür. Orman ekosistemleri, küresel biyolojik çeşitliliğin büyük bir bölümünü barındırır, biyojeokimyasal döngülere büyük ölçüde katkıda bulunur ve su kalitesi kontrolü, kereste stokları ve karbon tutumu dahil olmak üzere sayısız ekosistem hizmeti sağlar. Sürdürülebilir orman yönetimi, topluluklar için uzun vadeli geçim kaynakları sağlayarak, ormanın (ekim veya yerleşim yeri gibi) amaç dışı kullanımlara açılma olasılığını düşürür. Kereste, lif, biyokütle, kereste dışı kaynaklar ve diğer ekosistem işlevlerini ve hizmetlerini sağlamayı amaçlayan sürdürülebilir orman yönetimi, sera gazı emisyonlarını azaltabilir ve adaptasyona katkıda bulunabilir. [6][7]

Dünyanın akciğerleri olarak nitelenen yağmur ormanları bağlamında ormansızlaştırma sürecine bakıldığında Latin Amerika’da orman kaybının %71’inin nedeni endüstriyel hayvancılık, %50-91’inin nedeni ise yasadışı ve kayıt dışı kereste ticaretidir. [8]

Ormansızlaştırmanın en hızlı yaşandığı Endonezya’da ormanların yok edilmesinden köylüler sorumlu tutulsa da, palmiye yağı üretimi nedeniyle yok edilen ormanların %90’ı, daha büyük ulusötesi gıda şirketlerine satış yapan, büyük özel işletmeler eliyle yok edilmektedir. Bu yıkım nedeniyle tropik ormanlardaki ağaçların yaşam süresinin %33 azaldığı ortaya konmuştur. [8]

Küresel iklim krizinin bulaşıcı hastalık döngülerine etkisi

Şekil 2’de görüldüğü gibi iklim krizinin yol açtığı sıcaklık artışı, yağışlardaki düzensizlikler, deniz seviyesinin giderek yükselmesi, ormanların hem insanlar tarafından yok edilmesi hem de iklim krizinin neden olduğu yangınlar sonucu yok oluşu ve güneş ışınlarının etkisiyle insanlarda sağlık sorunlarına yol açabilen virüs, bakteri, mantar gibi canlılarda ortaya çıkan değişimler sonucu enfeksiyon hastalıklarının görülme sıklığında artış beklenmektedir. Bu artış kimi zaman salgınlara kimi zaman da içinde bulunduğumuz dönemin en önemli sağlık sorunu Covid-19 örneğinde olduğu gibi pandemilere neden olmaktadır.

Şekil 2: İklim Krizi ile Enfeksiyon Hastalıklarındaki Artış Arasındaki İlişki



Enfeksiyon hastalıklarının doğrudan ve dolaylı bulaşma biçimleri Şekil 3’te görülmektedir. Hastalıkların bir bölümü insandan insana veya hayvandan hayvana doğrudan bulaşırken, bazı hayvan hastalıkları in-sanlara da bulaşabilmektedir (zoonozlar). Bazı hastalıkların ise insandan insana veya hayvandan hay-vana bulaşabilmesi için vektör adı verilen, hasta canlıdan sağlam canlıya hastalık etkenlerini taşıyan sivrisinek, karasinek gibi aracı canlılara gereksinim vardır. Buradaki önemli nokta ise bu döngüler için-de bazı virüslerin hayvanlarda görüldüğü ve insanlar için normalde sağlık sorunu oluşturmadığı halde zaman içinde ekolojik yıkımlar ve küresel iklim krizi gibi nedenlerle artan temas sıklığı yüzünden, kimi zaman doğrudan kimi zaman aracı canlılarla kimi zaman da Covid-19 örneğinde olduğu gibi mutasyon geçirerek insanlara bulaşabilmektedir.


Şekil 3: Enfeksiyon Hastalıklarında Dört Farklı Bulaşma Zinciri Tipi [9]

Yapılan bir çalışmaya göre yarasalar büyük ölçekli salgınlara neden olan koronavirüs grubundan SARS-CoV-1 ve SARS-CoV-2 virüslerinin olası zoonotik kökenidir. Bir bölgede bulunan koronavirüslerin sayısı, yerel yarasa türlerinin zenginliği ve bu türlerin coğrafi dağılımını etkileyen iklim değişikliği ile yakından ilişkilidir. Çin’in güneyindeki Yunnan eyaleti ve komşu bölgede yer alan Myanmar ve Laos, küresel iklim değişikliğine bağlı yarasa zenginliğinde artışın sıcak noktasını oluşturmaktadır. Bu durum, bölgede yarasa kaynaklı 100 farklı koronavirüs türünün gelişimi ve aktarılmasında kilit rol oynamış olabilir.[10]

Şekil 4’te Dengue ateşi, Zika virüsü, Chikunyunga ve Sarı ateş (Yellow fever) hastalıklarının yayılmasına aracılık eden Aedes aegypty cinsi sivrisineğin dünyada bölgelere göre dağılımının bugünkü (2020) durumu ve iklim krizi sorunu çözülmediği taktirde 2080 yılında ulaşması öngörülen durum yer almaktadır. Şekilden de anlaşılacağı gibi küresel iklim krizinde ortalama sıcaklık artışına koşut olarak Aedes aegypty cinsi sivrisineğin küresel dağılımında ve hastalık bulaştırabileceği ay sayısında, doğal olarak da bulaştırabileceği hastalıkların yayılımında artış olacaktır. [11] Buradan da iklim krizinin, vektörlerle bulaşan hastalıkların görülme süresinin artmasında ve yayılım alanlarının genişlemesinde etkili olacağı anlaşılmaktadır.

Şekil 4: Aedes aegypty Cinsi Sivrisineğin Dünyada Aylara Göre Dağılımı (2020 Yılındaki Durum ve Sıcaklık Artışı Engellenmediği Koşullarda 2080 Yılı Öngörüleri) [11]

Daha büyük bir etkiyle daha hızlı ve daha uzağa

21. yüzyıldaki salgınlar hiç olmadığı kadar uzağa ve daha hızlı yayılıyor. Daha önce yerelde görülen salgınlar artık çok hızlı bir şekilde, aslında sadece kıtalararası bir uçağın uçabileceği kadar hızla, küresel hale gelebilir. Böylece dünyanın bir tarafından diğer tarafına uçan bir birey saatler içinde ve hatta semptomlar göstermeden önce yeni bir hastalığı başkalarına bulaştırabilir. Ve böylece hastalık etkeni, kökeninden çok uzakta yeni bir yayılım alanı bulmuş olur. Örneğin, 2009 grip salgını dokuz haftadan kısa bir süre içinde tüm kıtalara ulaşmıştı.[12]

Salgınların toplumsal ve uluslararası hareketlilik nedeniyle hızla yayılabildiği Covid-19 örneğinde (Şekil 5) olduğu gibi görülebilmektedir. Covid-19 olgularının ilk bildiriminin Aralık 2019’da yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda 19 Mart 2020’ye kadar geçen üç aylık bir dönemde tüm dünya ülkelerine yayılması durumun vahametini göstermektedir.

Şekil 5: Covid-19 Mart 2020’ye Kadar Erken Dönem Hareket (Seyahat) Güzergâhları [13]

Sonuç:

Salgınlar toplumsal açıdan derin izler bırakan ve eşitsizliklere yol açan önemli sağlık sorunlarıdır. Eldeki bilimsel veriler ışığında salgınlarla ekolojik yıkımların ve iklim krizinin doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Salgınlara karşı hazırlıklı olmak için riskleri önceden belirleyecek çok disiplinli araştırmalara ve risk analizine ihtiyaç vardır. Covid-19 pandemisi hem ülkemizin hem de dünyanın pandemilere yeterince hazırlıklı olmadığını göstermiştir.

Öneriler:

  1. Ekolojik dengelerin bozulmasına neden olacak girişimlerden titizlikle kaçınılması,
  2. İklim krizini önlemek ve küresel ortalama sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlayabilmek için Paris Sözleşmesi’ne uyulması,
  3. Türkiye’nin Paris İklim Sözleşmesi’ni acilen imzalaması, konuya yönelik etkin politikaların geliştirilmesi ve yatırımların yapılması,
  4. Tek sağlık yaklaşımının benimsenmesi,
  5. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele edebilmek için etkin izleme (aktif, pasif sürveyans) ve kayıt sistemlerinin oluşturulması (var olanların güçlendirilmesi),
  6. Salgın oluşturma riski bulunan patojenlerin (ilgili tüm disiplinlerin katılacağı) araştırmalarla önceden belirlenmesi ve gerekli uyarı sistemlerinin kurgulanması,
  7. Salgınlarla mücadele için uluslararası ilişkilerin ve işbirliğinin geliştirilmesi.

KAYNAKLAR

[1] https://www.healtheuropa.eu/priority-diseases-list-updated/84290/ (6.2.2021 tarihinde erişildi).
[2] World Population Review (2021). Ecological Footprint by Country 2021. https://worldpopulationreview.com/country-rankings/ecological-footprint-by-country (17.2.2021 tarihinde erişildi).
[3] WHO (2015). Biodiversity and Health. https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/biodiversity-and-health (6.1.2021 tarihinde erişildi).
[4] Venter, O. ve Diğ. (2016). Sixteen years of change in the global terrestrial human footprint and implications for biodiversity conservation. Nature Communications, 7:12558 | DOI: 10.1038/ncomms12558 |www.nature.com/naturecommunications 
[5] The Global Assessment Report On Biodiversity And Ecosystem Services, Copyright © 2019, Intergovernmental Science-Policy Platform on Biodiversity and Ecosystem Services (IPBES), ISBN No: 978-3-947851-13-3
[6] Crowther, T.W. ve Diğ. (2015). Mapping tree density at a global scale. Nature 525, 201–205 (2015); doi:10.1038/nature14967.
[7] IPCC (2019). Shukla, P.R., Skea, J., Calvo Buendia, E. ve Diğ. (Ed.) Summary for Policymakers. In: Climate Change and Land: an IPCC special report on climate change, desertification, land degradation, sustainable land management, food security, and greenhouse gas fluxes in terrestrial ecosystems.
[8] ETC Group (2017). Bizi Kim Doyuracak. https://www.bugday.org/blog/bizi-kim-doyuracak/ (5.1.2020 tarihinde erişildi).
[9] Climate change and infectious diseases J. A. Patz, A. K. Githeko, J. P. McCarty, S. Hussein, U. Confalonieri, N. de Wet. https://www.who.int/globalchange/publications/climatechangechap6.pdf (10.2.2021 tarihinde erişildi).
[10] Beyer, R. M., Manica, A., ve Mora, C. (2021). Shifts in global bat diversity suggest a possible role of climate change in the emergence of SARS-CoV-1 and SARS-CoV-2. Science of The Total Environment, 145413. https://doi.org/10.1016/j.scitotenv.2021.145413.
[11] How does climate change affect disease? https://earth.stanford.edu/news/how-does-climate-change-affect-disease#gs.sz6fx7 (10.2.2021 tarihinde erişildi).
[12] WHO (2018). Managing Epidemics. https://www.who.int/emergencies/diseases/managing-epidemics-interactive.pdf?ua (6.1.2021 tarihinde erişildi).
[13] Prince, J., Simon, D. (2021). Travelers From Italy May Have Driven First US COVID-19 Wave More Than Those From China. https://theconversation.com/travelers-coming-from-italy-may-have-driven-first-us-covid-19-wave-more-than-those-from-china-study-suggests-153843 (5.2.2021 tarihinde erişildi).

Görsel için kaynak: Bioneers.com web sitesinden alınmıştır.


BU YAZI YEŞİL DÜŞÜNCE DERNEĞİ İLE YEŞİL SİYASET DERGİSİ’NİN ORTAK YAYINIDIR.