Yazar: Edouard Gaudot[1], Natalie Bennet[2]
Çeviren: Ali Serdar Gültekin
Popülizm ve teknokrasinin kaçınılmaz başarısızlıklarıyla karşı karşıya kalan siyaset; pratik, toplumsal ve kolektif boyutunu yeniden keşfetmelidir. Bu söyleşide Edouard Gaudot ve Natalie Bennett, krizde liderlik üzerine ortak küratörlüğünü yaptıkları yeni bir seriyi tanıtıyorlar ve Yeşil düşüncenin sunabileceği alternatifleri araştırıyorlar.
Edouard Gaudot: Liderliği nasıl tanımlarsınız? Ne gerektirir ve nasıl ortaya konmalıdır?
Natalie Bennett: Bu konuyu ele almam, 2012 yılında İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi liderliğine aday olmaya karar vermemle başladı. Liderliğin nasıl olması gerektiğine dair fikirlerimi, parti siyasetine dair tek deneyimim olan Yeşiller’le edindim: ortak, toplumsal, çok sayıda insanı güçlendiren, tek bir kişiye odaklanmayan. Liderlik, parti için nispeten yeni bir makamdı, o zamana kadar sadece Caroline Lucas gibi büyük bir kişi bu makamda yer almıştı ve haklı olarak bu makamı ilk Yeşil milletvekili olmak için kullanmaya odaklanmış ve Birleşik Krallık’ın mutlak çoğunluğun oylarına dayalı oylama sisteminin (first-past-the-post voting system) muazzam engelini aşmıştı.
Yapmaya çalıştığım şeylerden biri, bu dönüm noktasına ulaştığımızda bir liderin ne yapması gerektiğini tanımlamaktı. Adaylığımı açık bir şekilde kendim seçilmek için değil, birçok insanın seçilmesine destek olmak için koydum.
Sonrasında gazeteciler bana “Lider olarak ne gibi yeni politikalar getiriyorsunuz? Neleri değiştiriyorsunuz?” gibi sorular yönelttiler. Onlara, Yeşil Parti’nin diğer partilerden farklı çalıştığını, liderin politika yaratmadığını ya da değiştirmediğini, sadece politikayı temsil ettiğini anlatmak için boşuna zaman harcadım. İngiliz siyasi kültürü, özellikle bireyin liderliğine odaklanma konusunda aşırıdır, ancak bunun genel bir uluslararası gerçeklik olduğunu düşünüyorum.
Anladığım ve uygulamaya çalıştığım Yeşil görüş bunun tam tersidir. Liderin rolü, partinin ve toplumun her üyesinin lider olmasını sağlamaktır (ya da olmalıdır). Her üye, sadece partiye katılarak kendi toplumuna liderlik etmek, toplumunu farklı bir yöne götürmek için adım atmış olur. Fırsat verildiğinde her yurttaş liderlik yapabilir.
Fakat bu, genel olarak toplumun büyük bir kesiminde desteklendiğini ve uygulandığını gördüğümüz liderlik modelinin 180 derece tersidir. Yeşil modelin anlaşılmasını sağlamak için çalışmak, öncelikle keşfetmemiz, daha derinlemesine anlamamız ve bunu nasıl açıklayabileceğimizi anlamaya çalışmamız gereken bir şey.
Bireysel güçlü liderlik fikrinden bahsettiniz. Bu kesinlikle dünyanın her yerinde yükselişini gözlemleyebileceğimiz bir şey. Sadece Avrupa’da değil, tüm dünyada sağ popülizmde bir artış var. Hindistan’da Narendra Modi iyi bir örnek, Jair Bolsonaro ve Donald Trump da akla geliyor. Bu çağımızın bir kaderi mi?
Francis Fukuyama’nın tarihin sonu tezinden bu yana, özellikle 1990’larda ve 2000’lerin başında, siyasetin ideolojiyle ilgili olmadığının düşünüldüğü bir dönemden geçtik; siyaset sadece mevcut sistemi yönetmekti. Rakipsiz tek bir ideoloji ve ileriye dönük tek bir vizyon vardı. O dönemde siyaseti, ‘yönetimcilik’ olarak görüyorduk.
Sonra 2007-2008 finansal çöküşü oldu. Toplumlarımızın tüm modeli açıkça çuvalladı, istikrarsızdı ve hepimizin güvenliğini riske atıyordu. O noktada hala alternatifler hakkında geniş çaplı tartışmalardan yoksunduk. Siyasetin köklü bir değişim sağlayabileceği fikri neredeyse yok olmuştu.
“Fırsat verildiğinde her vatandaş liderlik yapabilir.”
Biz hep birlikte -bunu geniş anlamda siyasetin ilerici tarafı olarak söylüyorum-; refah devletinin doğduğu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Britanya’da ve başka yerlerde olduğu gibi, bir vizyon çizmeyi, farklı bir geleceğin sadece mümkün değil, aynı zamanda gerekli olduğuna dair ortak bir anlayış inşa etmeyi başaramadık. Bu, insanların inandığı, oy verdiği (statükoyu şok edecek şekilde) ve gerçekleştiğini gördüğü dönüştürücü bir değişimdi.
İnsanların önünde, kolektif olarak neler yapabilecekleri fikrine dayanan böyle bir demokratik umut vizyonu olmadığında liderin alternatifi, beyaz bir atın üzerinde, çoğu kez askeri üniformayla gelen bir bireydir, genellikle de bir erkektir. Mesaj şudur: hayatta kalmak için gerçekten mücadele eden ve gelecekten korkan bir kişi olarak yapmanız gereken tek şey, bu kişinin ardına düşmek ve uygun adım yürümektir. Bu kolay seçenektir. Şu anda, her zamankinden çok daha fazla tek seçenek, sürdürülemez olana tek alternatif, dayanılamaz bir statüko gibi görünüyor.
İster sağ ister sol kanattan olsun, popülistlerin güçlü yanlarından biri “mantıklı görünmeleridir”. Tüm bunların bir yalan olduğunu ya da önerdikleri rüyanın bir kabus olacağını düşünebiliriz; ancak onlar noktaları [halka] hitap edecek şekilde birleştirmeyi başarıyorlar. Fransa’da Marine le Pen küreselleşmenin “orada” ucuz mal üretip “buradaki fakir insanlara” satmak anlamına geldiğini söylerken basit ama belagatli bir biçimde taşı gediğine koyuyor. Yelpazenin popülist olmayan ilerici tarafında “mantıklı” düşünebilen insanlar eksik mi?
Sorunlarımızdan biri de çok fazla mantıklı olmamız. Yeşiller olarak sistemik düşünce yapımızla ekonomik, sosyal, çevresel ve siyasi sistemlere bakıyor ve bunların hepsinin değişmesi gerektiğini söylüyoruz. Haklıyız, ancak basit, üç kelimelik bir slogana sığdırılması kolay reçeteler sunmuyoruz. Gerçek siyasi seçenekler fikrine yabancı olan bir dünyada siyasi değişimin, insanlar arasındaki ve insanlarla doğal dünya arasındaki ilişkilerin demokratikleşmesinin, -yani sömürgeciliğin ve hafriyatçılığın sonunun, bir “doughnut ekonomisinin”- resmini çiziyoruz.
Bu resmi çizmenin, insanlara sunmanın ve son derece ikna edici hale getirmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Ancak, bunu henüz başaramadık ve başaramamış olsak da – H. L. Mencken’in meşhur deyişiyle “her karmaşık sorunun açık, basit ve yanlış bir cevabı vardır”. Birinin, bir hışımla odaya girip “Cevabı biliyorum, sadece şunu yapmalısınız – beni takip edin!” demesine karşı koymak zordur. Bu çok basit, sunulması kolay bir resim, anlatılacak bir hikaye. Boris Johnson’ın Brexit ile “kontrolü geri almasına” bakın.
Yeşiller olarak bu kadar basit bir hikaye anlatmamız mümkün değil, işte bu yüzden resim çizmekten bahsediyorum. İnsanlara güçlendikleri, katılım sağladıkları ve seçeneklerinin olduğu, gelişebilecekleri ‘sağlıklı bir gelecek’ fikri vermeliyiz.
İşte bu nedenledir ki, evrensel temel gelir konusunda bu kadar tutkuluyum. Patronlar yerine insanlar kendi zamanlarını nasıl geçireceklerini seçerlerse, her insan kendi hayatının lideri olur. Şu anda sahip olmadıkları bir şekilde kontrol sahibi olurlar ve farklı bir yaşam tarzına dair kendi fikirlerini geliştirebilecekleri bir alana sahip olurlar.
Ancak popülistlerin bir sorunu var. Birkaç yıl sonra, basit cevaplarının başarılı olmadığı açıkça görülüyor. Sorunları yönetemiyorlar; yoksulluk, eşitsizlik ve çevresel bozulma gibi kalıcı sorunlarla başa çıkamıyorlar; çünkü yapamıyorlar. İnsanların hayatları iyiye gitmiyor ve popülistler günah keçisi arıyor. Bu çok tehlikeli bir nokta. Popülistlerin daha kararlı hale geldikleri, daha da otoriterleştikleri ve artan direnişe karşı kontrolü elinde tuttukları bir nokta ve elimizde buna dair pek çok tarihsel örnek var. Popülistler kısa vadeli kazanımlar elde edebilirler, ancak uzun vadeli çok büyük bir sorunları var. Ve bu, toplumlarımız için büyük bir tehdittir.
Popülizmin karşıtı ise “uzmanlık hükümetidir (teknokrasidir) ”. Örneğin, özellikle İtalya’da Monti ve Draghi gibi yüksek nitelikli ancak seçilmemiş uzmanlar tarafından yönetilen geçici hükümetler. Kamuoyu tartışmalarında sürekli uzmanlığa atıfta bulunulması, dönemin Adalet Bakanı Michael Gove’un Brexit kampanyası sırasında yaptığı kötü şöhretli yorumda da görüldüğü üzere, bir tepkiye yol açmıştır: “Bu ülkenin insanları uzmanlardan bıktı”. Teknokrasi, “beni takip edin çünkü ben biliyorum” demenin başka bir yolu değil midir?
Hiç kimse bir durumun her yönü konusunda uzman olamaz. Koronavirüslerin insan vücudundaki davranışları konusunda uzman olabilirsiniz ama bu sizi sosyoloji, ekonomi ya da siyaset uzmanı yapmaz. “Uzman hükümet” fikriyle ilgili en büyük sorun da budur. Elbette uzman bilgisine güvenmemiz ve ondan yararlanmamız gerekiyor. Pek çok bıkkın bilim insanı, Birleşik Krallık hükümetinin yeni bilimsel keşifleri kabul etmesini, kavramasını ve bunlara göre hareket etmesini nasıl sağlayacaklarını soruyor. Ama siyaset başlı başına bir uzmanlık alanıdır; kendi uzmanlığını gerektirir.
Bu durum iklim krizi için de geçerlidir. Elbette iklim bilimciler bize kaç ton karbon salabileceğimizi ve sınırların ne olduğunu söyleyebilir, ancak emisyonlarımızı nasıl azaltacağımız, zenginler ve yoksullar arasında nasıl dağıtacağımız, toplumda hangi seçimleri yapacağımız, tüm bunlar bir bilim insanının karar verebileceği ya da vermesi gereken şeyler değildir. Bu sorular için siyasi liderliğe ve kolektif karar alma mekanizmalarına ihtiyacımız var. Köy, banliyö, şehir düzeyinden başlayarak.
Bunu sağlamanın bir yolu, gelişmekte olduğunu gördüğümüz ve Yeşil ilkelerle tamamen uyumlu olan müzakereci demokrasidir. Şu anda sadece nispeten küçük bir ölçekteler, ancak İngiliz ve Fransız iklim meclisleri iyi cevaplar buldular; politikacıların vermeye hazır olduklarından çok daha cesur, daha güçlü cevaplar. İrlanda’da da eşit evlilik ve kürtaj konularında müzakereci demokrasi süreçleri yaşandı. İrlanda için harika liderlik örnekleri sundular.
Burada liderliği karar verme olarak görüyoruz. Ancak liderlik sadece seçim yapma değil, insanları yanınıza alma ve onları bir yere götürme kapasitesidir. İnsanları arzu edilen ve gerekli olduğunu düşündüğünüz çözüm doğrultusunda nasıl bir araya getirirsiniz?
Bu sorunun cevabının bir parçası da insanları topluca dinlemektir. Eğer şans verilirse, İrlanda örneğinde olduğu gibi, parlak liderlere dönüşebilirler. Ancak bu aynı zamanda, daha az resmi biçimde, siyasi platformların da kaynağı olmalıdır. Yeşil vizyonun kendi versiyonumu sunduğum, kitle fonlaması ile desteklenen Change Everything (Her Şeyi Değiştir) adlı bir kitabım çıkacak. Kitapta da belirttiğim gibi, bu vizyon on yıl boyunca binlerce insanla yapılan tartışmalar sonucunda oluşturuldu, test edildi, zenginleştirildi, destekçi bulamayan bazı kısımları bir kenara atıldı. Başarılı, siyasi olarak uygulanabilir, icra edilebilir bir vizyon tek bir birey ya da küçük bir ekip tarafından oluşturulamaz. Bu kolektif bir çaba olmalıdır.
Bunun yerine popülistler, bir tişörte sığdırılabilen ve kolay atılabilen sloganlarla, “düşmanları” belirleyip günah keçisi ilan etmeye yönelik taktikler kullanıyorlar. Bu da halkın yüzde 30’unu harekete geçiriyor; [öte yandan] birçoğunu siyasetle ilgilenme fikrinden uzaklaştırıyor, hatta oy vermemeye kadar götürüyor. Ortayolculardan, sadece “biz diğerleri kadar kötü değiliz” demeye odaklanan, mümkün olduğunca incitmeyecek sözlerle tasarlanmış siyasi platformlar elde edersiniz. Böyle bir yarışta enerji dengesinin nerede yattığını görmek zor değil.
Gerçek liderlik; insanları bir araya getirmek, fikirleri bir araya getirmek ve onları tutarlı bir bütün haline getirmekle ilgilidir. Farklı perspektiflerden farklı sesleri gerçekten dinlediğinizi ve kararı sentezlediğinizi gösterebilirseniz, “bakın, karar bu ve ben bu karara böyle ulaştım” diyebilirsiniz. Düzenli olarak böyle kararlar verirseniz insanlar size güvenecektir. Daha önce farklı sesleri dinlemiş olmanın verdiği bir geçmişe sahipseniz, ani bir karar vermeniz gereken noktaya geldiğinizde bu büyük bir fark yaratır.
Bu, bir bakıma güven inşa etmekle ilgili. Ancak, karşı karşıya olduğumuz zorluklar ve çelişkili dinamikler göz önünde bulundurulduğunda, bu dünyayı hala yönetme kabiliyetine sahip olup olmadığımızı merak ediyorum.
Savaşlar gibi kargaşalar, bazen büyük liderliklere yol açabilir. Churchill ilginç bir örnek: oldukça kötü bir Maliye Bakanı’ydı ama savaş zamanlarında harika bir başbakandı. Zelensky bir palyaço olarak görülüyordu ve şimdi savaş zamanlarında övülen bir tür liderliği temsil ediyor. Ancak doğru ile yanlış, arzu edilen ile arzu edilmeyen arasındaki belirleyici çizgiyi bulmanın çok zor olduğu zamanlarda yaşıyoruz. Kaotik ve kafa karıştırıcı bir ortamda yaşıyoruz.
Kaosu yönetebilecek liderleri nasıl üretebiliriz? Örneğin Fransa’da, Almanya’ya karşı 1871’de alınan ağır yenilginin ardından elitlerin başarısızlığını telafi etmek için Sciences Po kuruldu. Diğer pek çok ülkede de benzer örnekler var: müfredat, okullar, üniversiteler, seçkinleri üretebileceğiniz yerler kurmak. Şimdi bu liderleri nasıl üretmeliyiz? Dünya çok mu çılgın, çok mu kaotik, anlamlandırılması çok mu zor hale geldi?
Burada farklı bir bakış açım var ve bu milliyetten etkilenen bir bakış açısı olabilir. Fransa her zaman okullar, akademi ve teori fikrine yönelmiştir. Benim İngiliz/Avustralyalı bakış açım ise daha çok pratiğe yönelik. İnsanlar bana sık sık “siyasete nasıl girebilirim?” diye soruyor. Elbette gidip üniversitede siyaset okuyabilirsiniz ama siyaseti öğrenmenin asıl yolu onu yapmaktır. Sokağınızda bir çöp toplama etkinliği düzenlerseniz ya da okulunuzun kantininde plastik çatal bıçaklardan kurtulmak için bir kampanya başlatırsanız, siyaset yapma konusunda – ki ben bunu değişim yaratmak için başkalarıyla bir araya gelmek olarak tanımlıyorum – bir yıllık eğitimden öğreneceğinizden çok daha fazlasını öğrenirsiniz. Siyaset pratiktir. İşleri halletmek ve değişimi gerçekleştirmekle ilgilidir. Başarılı olamasanız bile, başarısızlıklarınızdan ders almış olursunuz.
“Gerçek liderlik insanları bir araya getirmek, fikirleri bir araya getirmek ve onları tutarlı bir bütün haline getirmekle ilgilidir.”
Toplumumuzda her gün çok az dikkat çekerek ya da hiç dikkat çekmeden adım atan çok sayıda lider var. Cornwall’da, eskiden porselen kili çıkarılan, ekonomik açıdan son derece yoksun bir köyde, çoğu emekli olmuş, el işi yapan bazı çok yoksul insanlar, bir çöp yakma fırını kurulmasına karşı bir kampanya düzenlemek üzere harekete geçmişlerdi. Onlar tanıdığım en harika liderler arasındaydı.
Ancak toplumlarımız tam tersi yönde ilerledi; hayatın her kesiminde liderlik, dar anlamda profesyonelleşti. İnsanların üniversite diplomaları ve nitelikleri var ama neredeyse hiç gerçek yaşam deneyimleri yok. Küçük, dar bir dünyada yaşıyorlar. Okul yemeklerini iyileştirmek için bir kampanya başlatan yemekhane çalışanı muhteşem bir kadının, bir sonraki liderlik seviyesine yükselmesini sağlayacak yollar bulmalıyız. Nasıl meclis üyesi olur? Nasıl parlamento üyesi olur? Ya da başbakan veya cumhurbaşkanı?
Geleneksel olarak Sosyal Demokratlar ve İşçi Partileri sendikal hareketten gelen insanları siyasi liderliğe taşımıştır. Örneğin John Prescott bir kamarottu ve sonunda İngiltere’nin başbakan yardımcısı oldu. Biz bu tür bir yolu neredeyse tamamen tıkadık. Oxford Üniversitesi Birliği liderliği sayılmaz!
Bir başka harika örnek de 17 yaşında Nobel ödülü kazanan Malala Yousafzai‘dir. Gençlerin deneyimlerinden çok daha fazla yararlanmalıyız. ABD ve Birleşik Krallık muhtemelen yaşlıların yaşlılar için liderlik yaptığı en uç örneklerdir. Kıta Avrupa’sında işler daha iyi görünüyor, ancak hala yeterince genç insan yok.
17 yaşındakiler, bugün 17 yaşında olmanın nasıl bir şey olduğu konusunda, 57 yaşında biri olarak benim olamayacağım şekilde uzmanlar. Tarihte inanılmaz derecede genç liderlerin olduğu pek çok örnek var: Louis Braille kendi adını taşıyan alfabeyi 15 yaşında icat etti; Mary Shelley Frankenstein’ı 18 yaşındayken yazdı; Genç William Pitt 24 yaşında İngiltere Başbakanı oldu; ve Büyük İskender, tam olarak istediğimiz model olmasa da, fetih seferine 18 yaşında başladı.
Peki liderleri nasıl bulacağız? Onlar dışarıda bir yerlerde; olağanüstü yetenekli, yaratıcı ve ilham verici insanları bulmak zor değil. Sadece ülkelerimiz ve dünya için karar verenlerin onlar olduğundan emin olmalıyız. Bu insanları bulmak ve en tepedekiler de dahil olmak üzere her düzeyde rol almalarını desteklemek, yenilikçiler ve öncüler olarak Yeşiller için doğal bir görevdir.
Bir yanda Meloni ya da Le Pen, diğer yanda Ardern ya da Marin arasında, iktidara bir cinsiyet biçmek mantıklı mı? Popüler görüş hala güç, erkeklik ve liderliği eşitleme eğiliminde. Elbette bu bir klişe ama “nihayet iktidarda bir kadın” gibi hem oldukça naif hem de dehşet verici pek çok yorum duyuyoruz. Ama bu “herhangi” bir kadınla mı ilgili? Peki ya bu dünyanın tüm Melonileri? İktidarla ilişkilendirilen güç ve erkeklik temsillerinden kurtulabilir miyiz?
Popülist sağın geleneksel liderlik modelinin çoğunlukla beyaz bir atın üzerinde kılıç sallayan bir erkek olduğuna şüphe yok. Kalın bir sesten fiziksel özelliklere kadar her şey. ABD başkanlık seçimlerini genellikle uzun boylu olan kazanır mesela. Elbette ırksal özellikler de var. Liderliğin ne olduğuna dair son derece önyargılı bir fikir var. Ama statükoyu destekleyen bir lider:- aslında bir kadının bu rolü üstlenmesi, cinsiyet olarak farklı ama siyasi olarak bilindik olması daha kolaydır. Gerçek demokratik değişimi sağlamak isteyen bir kadın içinse bu daha tehditkâr ve daha zor.
Bir de klişeler var. Pratik siyaset yaparken duyguları gösterme konusunda çok düşündüm. Gerçek duyguları neredeyse her zaman bilinçli olarak kapattım; çünkü gördüğüm kadarıyla, özellikle de Yeşil olarak, siyasette bir kadın olarak bunu yapmayı göze alamazsınız. Bu konuda gerçekten çok kontrollü olmalısınız. Erkekler de bazı açılardan bunu yapıyor; ama geleneksel anlamda güçlü liderlik olarak görülen şeyler tamamen cinsiyetlendirilmiş durumda.
Jacinda Ardern gibi liderlerin kişisel samimi tercihleriyle istifa ettiklerini gördüğümüz şu dönem çok dikkat çekicidir. Benzer bir şeyi yapan çok sayıda erkek lider düşünmek çok zor. Bence bu kesinlikle harika bir liderlik modeli. Bir süre katkıda bulundunuz, elinizden gelenin en iyisini yaptınız ve şimdi yeni bakış açıları ve yeni fikirler getiren başka birine yol açıyorsunuz. Bu açıkça, objektif olarak, gerçekten iyi bir fikir; ancak geleneksel siyaset modeline tamamen aykırı.
Yani iktidardan feragat etmek liderliğin bir işaretidir. Aynı zamanda, kişinin otoriteyi kaybettiği, dolayısıyla iddiasının ikiye katlandığı ve kesinlikle her şeyi, gerçeklikle ve insanlarla teması kaybederek iktidara sımsıkı tutunmaya çalıştığı an olarak otoriterliğe doğru sürüklenmekten de bahsettiniz. İşte bu an, otoriterleştikleri andır.
Gerektiğinde bayrağı devretmek gibi büyük bir liderlik anı söz konusu olduğunda akla sadece kadın liderlerin gelmesi (ve burada sizden cinsiyete dayalı bir yorum gelebilir) şaşırtıcı mı?
Evet, “Yoruldum, elimden geleni yaptım” demek gerçek liderliktir. Ve genellikle cinsiyete dayalı olarak ortaya çıkar. Peki neden? Sorunun bir yanı, kadınların güçlü olmak kadar pratik de olmak için toplumsallaşmalarıdır. Pek çok toplumda işlerin yürümesini sağlayan cinsiyet olmaları beklenir; ancak bu, “yetki bende” tarzında gösterişli bir şekilde değildir. Hedefleri sonuçtur, şan şöhret değil.
Dışarıdan bakıldığında, kadınların erkeklere kıyasla çok daha fazla cinsiyet ayrımına maruz kaldığı da bir gerçek. Erkekler gücü kuşanırlar ve neredeyse hiç kimse bir erkeğin nasıl göründüğüne dair yorum yapmaz. Öte yandan kadınlar sadece ne yaptıkları konusunda endişelenmezler, aynı zamanda nasıl göründükleri konusunda da endişelenmemek için oldukça fazla zaman harcamaktan başka seçenekleri yoktur. İmajları daha çok, liderliklerinde başarılı ya da başarısız olduklarının bir sembolü olarak görülüyor ve bu nedenle kadınlar da bunun gibi çok daha fazla baskı taşıyorlar. Bu yorucu ve bazı kadınlar iktidardan düşene kadar beklemek yerine bir kenara çekiliyorlar.
Yeşillere gelince: onların iktidarla tuhaf bir ilişkileri var. Hatta bazen “yeşil liderlik” bir oksimoron gibi geliyor. Liderlerini seviyor olabilirler; ama kişisel olarak iktidara sıkıca sarılmalarından korktukları için onlardan nefret etmeyi de çok seviyorlar.
“Kendi köyünde peygamber olamazsın” diye bir söz vardır ve Yeşiller içindeki büyük liderler genellikle bu şekilde tanınmak için mücadele etmişlerdir. Bu, özellikle siyasi sistemlerimizde, bir şeyler ortaya koymak için bireysel kapasiteye çok fazla dayatma ve değer yükleyen bir engeldir. Siz bu paradokstan ne anlıyorsunuz?
Yeşiller olarak, lider sıfatıyla seçilen birinden çok daha fazlasını talep ediyoruz. İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi’ni sık sık son derece demokratik olarak tanımlıyorum – ve bu, %95 harika bir şey. Ama aynı zamanda kolektif olarak kendimizi bırakmaya, güvenmeye de ihtiyacımız var. Mümkün olan her durumda yapmamız gereken şey, kolektif, işbirliğine dayalı bir liderliğe sahip olmak; deneyim sahibi, akademik olarak uzman pek çok insanı bir araya getirmek; bir dizi görüş almak ve ardından bir karar vermektir. Ancak bazen, ya yeterince önemli değildir ya da sadece zaman yoktur. Birilerinin karar verebilecek konumda olması gerekir.
Liderlik pozisyonundaki insanlardan fazlaca güven telkin etmeyen davranışlar gördüğümüz toplumlarımızda bu, kolay değil. Birçok yerde Yeşillerin bu kararları gerçekten alma fırsatına sahip olduğunu göremediğimizden, doğru yerden gelen doğru kişilerin işlerini yapmalarına izin verdiğimizde neler başarabileceğimizi gösteren net bir sicil kaydımız yok. Diğer taraftan, güvenmemiz gereken ve güvenmeyi öğrenmemiz gereken insanlar – ki Yeşil partilerin çoğu bir noktada yanlış insanlara güvenmiştir –[herkesi] dinleyeceklerini, başkaları tarafından yönlendirileceklerini ve üzerinde anlaşmaya varılmış ilkeler doğrultusunda hareket edeceklerini göstererek bu güveni kazanmış olanlardır.
Bu bir güven depolama, bir “siyasi sermaye” oluşturma meselesidir. Daha sonra bunu kullanmanız gerektiğinde ve gerçekten başka bir alternatifiniz olmadığında, insanlar kararınızı kabul edecektir. Örneğin ulusal güvenlikle ilgili durumlarda, iyi nedenlerle çalıştığınızı gösteremezsiniz. Dahili düzeyde, bir parti konferansı oturumuna başkanlık ettiğimde, odadaki pek çok kişi daha önce benimle çalışmış olduğu için, kolektif iradenin ifade edilmesi için bir yol bulmaya çalıştığımı biliyorlar, bu yüzden devam etmeme izin veriyorlar.
Yeşiller genellikle bir vizyon, bir ufuk ortaya koydukları için seçilir, seçtirilir ve iktidara getirilirler. Bizim bir yerlere ulaşmamızı isterler. Elbette bu bir yerel seçim olduğunda, kenti daha sürdürülebilir ve güzel hale getirmek söz konusudur ki bu da çok somut bir ufuktur. Ancak bu ufuk, Almanya, Belçika, İsveç ya da Lüksemburg gibi bir ülke söz konusu olduğunda, her şeyi tamamen değiştirmek, endüstriyel modeli ya da enerji modelini elden geçirmek olabilir.
Ancak, bir de günlük hayatın incelikleri ve yüzleşmek zorunda kalacağımızı düşünmediğimiz büyük sorular var. Örneğin Ukrayna’daki savaş; ama bu bir tren kazası, bir doğal afet, bir pandemi de olabilir… Tarih araya giriyor. Her zaman.
Sizce Yeşiller ipin iki ucunu tutabilecek, bir yandan ufku ve vizyonu koruyabilecek, diğer yandan da güvenilir olabilecek ve günlük yaşamı fiilen yönetme ve idare etme kapasitesine sahip olabilecek mi? Çünkü insanların gördüğü şey bu. Ufka güvenmek istiyorlar ama gördükleri bu gece ve yarın.
Hükümet konusunda hiç deneyiminiz yoksa bunun gerçekten zor olabileceğini düşünüyorum. Belki de, ister yerel ister ulusal düzeyde olsun, hükümette olmayı bile beklemiyorsunuzdur ve birdenbire kucağınıza düşer. Belki de vizyonunuz seçmenlerin hayal gücünü gerçekten yakaladı ve iki meclis üyesi üzerinden konseyi yönetmeye başladınız. Bir gün küçük bir muhalefet partisiyken, ertesi gün hükümet ya da konsey yönetimi oluyorsunuz.
Gerçekten yapmamız gereken şey, – Yeşil partilere büyük bir sorumluluk düşüyor; çünkü büyük bir siyasi değişim dönemindeyiz- çok erken bir aşamadan itibaren başarılı olursak ne olacağını düşünmektir. Başarının getireceği sorunlara karşı hazırlıklı olmalı, elimizden geldiğince iyi hazırlanmalıyız. Bu konuda bazı kişisel deneyimlerim var ve hala bunun izlerini taşıyorum. Başarının getirdiği sorunlardan bazılarını 2015 seçimlerinde, İngiltere ve Galler Yeşil Partisi’nin bir gecede küçük bir parti muamelesi görmeyi bırakmasıyla yaşadık. Birdenbire medya bizi sorgulamaya ve bize son 100 yıldır aralıklarla iktidarda olan partilere baktıkları gibi bakmaya başladı. Bu ani değişim bizim hazır olmadığımız bir şeydi.
“Peki liderleri nasıl bulacağız? Onlar dışarıda bir yerlerde; olağanüstü yetenekli, yaratıcı ve ilham verici insanları bulmak zor değil.”
İngiltere ve Galler’de ülkeyi dolaşıp yerel gruplarla konuşurken yaptığım şeylerden biri de, insanları başarı sorunları hakkında düşünmeye ve başarı için hazırlanmaya teşvik etmektir. Bunun son derece ayrıntılı olması gerekmiyor, ancak her türlü sonuç için eylemin temelini oluşturacak ilke ve kalıpları belirlemesi gerekiyor. Şok seçim sonucunun ertesi günü koalisyon görüşmelerindeyken ya da hatta (Birleşik Krallık’ta olabileceği gibi) işleri yürütmede tek başınızayken nasıl hareket edeceksiniz?
Yeşiller olarak Yeşil liderliğin neye benzediğini kolektif olarak sorgulamamızın, modelleri ve planları birlikte oluşturmamızın bir nedeni de budur. Geçmişin başarıları ve başarısızlıkları, elimizdeki örnekler nelerdir? Geçmiş deneyim ve örneklere dayalı olarak (iyiyi takip etmeyi ve kötüden kaçınmayı öğrenerek) uygulayabileceğimiz pratik bir modele ihtiyacımız var.
Dönemin İngiltere Başbakanı Harold MacMillan’a bir siyasi lider için en büyük zorluğun ne olduğu sorulduğunda verdiği cevap şu olmuştur: “Olaylar, sevgili oğlum, olaylar”: Siyasetin zorluğu, gerçekten bir gündem sunmak ve günlük olaylar tarafından ele geçirilmemektir. Bu çok büyük bir zorluk. Bunu nasıl yöneteceğimizi bulmamız gerekiyor.
Yani size göre Yeşil partiler için eksik olan şey, ki bu tüm Avrupa ve küresel Yeşiller’de yankı bulacak, eski solun dediği gibi bir “kadrolar okulu”. Kendi yapınızı, gelecekteki liderlerinizi ve aracılarınızı eğitmek ve öğretmek için bir okul. Garip bir şekilde, Yeşiller’in uygulamaya koymakta oldukça isteksiz olduğu bir şey. Ve bu sadece para meselesi olmayabilir. Öyle mi dersiniz?
Bu terminoloji beni içgüdüsel olarak geri çekiyor çünkü çok merkeziyetçi ve katı bir şeyi çağrıştırıyor. Geçen yıl Finlandiya’dan bir milletvekili ile Kiev’e gittim. Finlandiya genel olarak dünyanın en başarılı ülkelerinden biri olarak kabul ediliyor, ancak sınırındaki Rus devinden iklim sorunlarına kadar hala büyük zorluklarla karşı karşıya. Ondan öğrendiğim şeylerden biri de Finlandiya’da iş dünyasından siyasete kadar geniş bir yelpazeden insanların bir araya gelerek büyük bir krizle nasıl başa çıkacakları konusunda bir ay süren oturumlar düzenledikleriydi.
Öngördüğüm model, ezbere öğrenmeniz gereken Yeşil “kutsal kitaplar”, teknik bir kelime hazinesi ve takip etmeniz gereken, reçete belirleyen bir kitaptan oluşan katı bir müfredat değil. Bunun yerine, insanlara senaryolar üzerinde düşünmeleri, pratik örnekler üzerinde çalışmaları ve farklı ülkelerden Yeşillerin deneyim ve becerilerinden yararlanmaları için zaman ve alan tanınması. Avrupa genelinde ve ötesinde, her düzeyde hükümet deneyimi olan çok sayıda Yeşilimiz var. Onları, diğer pek çok Yeşil ile kaynaşmaya zaman ayırmaya, bunun gerçekleşmesini sağlayacak forumlar kurmaya gerçekten ikna etmeliyiz.
Bu, deneyim yoluyla pratik öğrenmeye, birbirimizden öğrenmeye, teorik modellerden ziyade gerçek pratiklerle uğraşmaya dayalı olacaktır. Aynı zamanda akıl hocalığı ve ahbaplık ilişkileri de kurulacak, böylece insanların bir sorun üzerinde konuşabilecekleri, belki de bunu daha önce yaşamış birileri olacaktır. Bunu İngiltere ve Galler’deki Yeşil Meclis Üyeleri Derneği aracılığıyla yapıyoruz ve iyi işliyor.
Son soru. Yeşiller uzun vadeli vizyonlarıyla hareket etmekteler. Ancak oraya ulaşmak için birkaç iyi Yeşil lider ve başarılı Yeşil partilerden daha fazlası gerekebilir. Tarihsel bir paralellik kuracak olursak: refah devletleri, partiler arasında ve toplumun her kesiminde yaygın olarak paylaşılan, dayanışma, sosyal güvenlik ve yeniden dağıtım, eşitlik, hakkaniyet gibi savaş sonrası güçlü değerlerin bir tür Gramsciyan hakimiyetiyle inşa edildi. Bu durum, Muhafazakarlar ve İşçi Partisi arasında ya da Fransa’da sağ ve sol arasında ya da Almanya’da CDU-SPD arasında bir dönüşümlü iktidar söz konusu olduğunda, demokratik sırayla yer değişiminin refah devletinin inşasını engellememesini sağlamaya gerçekten yardımcı oldu.
Şimdi ise ister enerji ister gıda konusunda olsun, bazı yeşil önlemler talep eden bir tür Gramsciyan ortak toplum kültürü var gibi görünüyor. Ancak görünen o ki Yeşiller bunu uzun soluklu politikalara dönüştüremiyor. Siyaset ve politikaları belagatli bir biçimde ifade etmek hala zor.
O halde Yeşil liderliğin, fikirleri gerçekten benimseyen ancak bunları çarçur eden insanlar tarafından sadece iletişim ve yeşil badana fırsatlarına indirgenmemesini sağlamak için eksik olan şey nedir? Yeşil partiler azınlık kültürlerini nasıl aşabilir ve gerçekten ulusların ve/veya Avrupa’nın kaderini ele geçirebilir?
Değişimin gerçekleşmesi gereken tarihi anlar vardır. Genel olarak konuşmak gerekirse, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Overton Penceresi“ olarak bilinen alanın esasen sosyal demokrasi tarafından işgal edildiği 35 yıl kadar bir süre geçirdik. Ardından Reagan ve Thatcher sonrası bu “Overton Penceresi” neo-liberal siyasi felsefeler tarafından dolduruldu.
Ancak bu pencere artık çok daha geniş bir şekilde açılıyor. Kamuoyu, neoliberalizmin uluslarımızı ve dünyayı başarısızlığa uğrattığının farkında. Siyaset iki yoldan birine gidecek: ya aşırı sağ popülist ya da “bizim” yolumuz. Bana göre Yeşil yol, bu gezegende herkesin iyi bir yaşam sürmesine yetecek kadar kaynak olduğu ve bunları adil bir şekilde paylaştığımız takdirde iklimi ve doğayı koruyabileceğimiz anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Buna karşın aşırı sağ, bunun zor ve tehlikeli bir dünya olduğunu, biz ve bize ait olanlar için elimizden geleni yapmamız ve diğerlerini, bu diğerleri kim olursa olsun, uzaklaştırmamız ve nihayetinde onları dışarıda tutmak için duvarlar inşa etmemiz gerektiğini söylüyor. Yeşiller olarak bireysel politikalara, harika fikirlere, pratik uygulamalara odaklanma eğiliminde olduğumuz için genelde bu resmi çizmiyoruz. Ancak bence bu çok ikna edici bir resim ve çok ikna edici bir şekilde sunulabilir.
Bu vizyonun temellerinden biri özendir; insanların birbirlerine ve doğaya özen gösterme fırsatına ve cesaretine sahip olmasıdır. Ayrıca zaman ve demokrasi de merkezi öneme sahiptir. Demokrasinin henüz kolektif olarak ele almadığımız son alanı, insanlara kendi zamanları üzerinde kontrol vermektir. Bu, demokrasinin en temel unsurudur.
Geçenlerde Financial Times Baş Ekonomi Editörü Martin Wolf ile tartışıyordum. Gerçek bir değişim yaşayamayacağımızı, sadece içinde bulunduğumuz parametreler dahilinde hareket etmemiz gerektiğini söylüyordu.
Ancak Yeşiller de gerçek değişim fikrini sunuyor. İnsanların aradığı şey bu, dolayısıyla bu tarihi anda Yeşil liderlik için muazzam bir fırsat var.
DİPNOTLAR:
[1] Edouard Gaudot tarihçi ve siyaset bilimcidir. Varşova’daki Avrupa Koleji’nde ve Avrupa Parlamentosu’nda çalışmıştır. En son yayınları arasında Dessine-moi un avenir (Bana bir gelecek çizin)(Actes Sud, 2020) ve Les 7 piliers de la cité (Şehrin 7 temel direği) (Plon, 2022) bulunmaktadır.
[2] Natalie Bennett Birleşik Krallık’ta Lordlar Kamarası’nın Yeşil üyesidir. İngiltere ve Galler Yeşiller Partisi’nin 2012-2016 yılları arasında liderliğini yapmıştır. Daha önce Bangkok Post, The Times ve Guardian Weekly’nin editörlüğü de dahil olmak üzere 20 yıl boyunca gazeteci olarak çalışmıştır.
Bu konuşma, siyasi liderlik krizine ve Yeşil düşüncenin sunabileceği alternatiflere adanmış bir dizi makale ve röportajın açılışını yapıyor. Tüm katkıları buradan okuyabilirsiniz.
Bu yazı, İngilizce olarak, 28 Haziran 2023 tarihinde, Green European Journal’da yayınlanmıştır.
https://www.greeneuropeanjournal.eu/what-is-green-leadership/adresinden indirilmiştir.
BU YAZI, YEŞİL AVRUPA VAKFI’NIN DESTEĞİ İLE YEŞİL DÜŞÜNCE DERNEĞİ VE YEŞİL SİYASET DERGİSİ ORTAKLIĞIYLA YAYIMLANMIŞTIR.
Görsel tasarım: Olcay Özkaplan