Yazan: Pierre Charbonnier
Çeviren: Şehnaz Güve

İnsanlığın doğa ile olan kolektif ilişkisi, siyasi ekolojiye her zaman tarihi okuma için maddi bir temel sağlamıştır. Bu ilişkinin bozulması, bu okumayı daha da alakalı hale getiriyor. Filozof Pierre Charbonnier, bugün siyasi ekolojiye yön veren üç gücü sunuyor: yeşil sosyalizm, modernitenin radikal eleştirmenleri ve elit teknokrasi. Teşhisleri temelde farklılık gösterse de, çoğu onların anlaşmasına bağlı.

2020’de sona eren on yıl, küresel iklim hareketsizliğinin on yılıydı. Kuşkusuz, ekonomik sistemlerimizi gezegen sınırlarıyla uyumlu modellere dönüştüremememiz, 21. yüzyılın başlangıcını en iyi şekilde tarif ediyor.

Bu başarısızlık, mevcut siyasi yapılar arasında açılan uçurum, işler adına rekabetçilik ve üretkenliğe yönelik yarış ve Dünya sistem biliminin belirlediği çevre ve iklim zorunluluklarıyla açıklanabilir. Küresel tedarik zincirlerinin işlemesine izin veren ucuz enerjinin olumsuz dışsallıklarını gözden kaçırmak günümüzde imkansız. Daha radikal bir şekilde, sosyal adalet ve maddi refah taleplerimize cevap vermeye çalışan ekonomik çaba, aynı hedefleri tehdit ediyor. Çağımız, miras aldıklarımızla, afallamış halde ufukta gördüklerimiz arasındaki kopuklukla mimlendi.

Bugün kendimizi, istikrarlı bir iklim ve bereket idealiyle karakterize edilen, büyük ölçüde tahrip olmuş bir dünyadan gelen teknik ve ideolojik sistemlerin tutsakları olarak buluyoruz. İçinde yaşadığımız, içinde yaşayacağımız Dünya, önceki nesillerden farklı fiziksel özelliklere sahip olsa da, siyaseti bilgilendirici düşüncenin çoğu hala o kayıp dünyadan kaynaklanıyor. Özellikle, mevcut mülkiyet hakları sistemi ve üretkenlik kazanımları arayışı, çoktan uzakta kalmış bir geçmişin kalıntıları. Ev içi alanda özetlenen ve bireysel hareketlilik teknolojilerinin yönlendirdiği çağdaş öznellikler, günümüzün zorunluluklarından ve olanaklarından garip bir şekilde uzak görünüyor. Bu modern projeden doğan dünya, aynı zamanda bu projenin büyük bölümlerini de geçersiz kılıyor.

“Çağımız; miras aldıklarımızla, afallamış halde ufukta gördüklermiz arasındaki kopukluk ile mimlendi.’’

Sorunun bir kısmı, bu düşünme ve hareket etme yollarına ne kadar bağlı olduğumuzu abartmamız. Tarih, büyüme temelli toplumların çatışmasız inşa edilmediğini, bilim, teknoloji ve siyaset arasındaki kırılgan uyumun ürünü olduklarını ve bunların her zaman karşı hareket unsurları içerdiğini öğretir. Büyük teknik sistemlerin ataleti ve ilerleme idealleri kaçınılmazlıkla karıştırılmamalı: gelecekle ilişkimiz ve elimizdeki araçlar yeniden incelenebilir.

Hem politik hem de entelektüel olarak zorluklardan biri, tam olarak neyi miras aldığımızı, neyi saklamamız gerektiğini ve neyi atmamız veya reddetmemiz gerektiğini belirlemektir. Cevap, başlangıç noktanıza bağlı. Bu nedenle siyasi ekoloji, zamanı düşünmekle yakından ilişkili, çünkü iklim krizi siyasi zaman ufkumuzu tamamen altüst ediyor.

Çıkmazımızı Belirlemek

Eldeki siyasi görev hakkında düşünmekle ilgili en az üç zaman ölçeği söz konusu. Uzun vadede, toplumların yeşillendirilmesi, doğa ile kolektif ilişkimizi şekillendiren yapıların altüst olması olarak anlaşılabilir. O zaman çerçevesine göre amaç, modern projenin köklerine geri dönmek ve yaşayanlarla ve Dünyadaki yerimizle ilişkimizi yeniden müzakere etmektir. Orta vadede, endüstriyel kapitalizm ve eleştirileriyle tanımlanan zaman çizelgesi; politik ekoloji, sermayenin disiplinine dayalı yenilenmiş bir sosyal adalet çağrısı olarak görülebilir. Ve son olarak, kısa vadede, savaş sonrası Büyük İvme’nin veya hatta Asya’nın ekonomik büyümesinin zaman ölçeğinde; daha teknokratik bir bakış açısı, temelde bunu, karbonsuzlaşmış üretim sektörünü finanse ederek küresel süper güçlerin artan fosil yakıt kullanımlarının sona erdirilmesi sorunu olarak görmekte. 

Kullanılan ölçeğe bağlı olarak, farklı siyasi hayalperestler, değişim için farklı kaldıraçlar ve farklı hareketler ortaya çıkar. Büyük yeşil dönüşümün başarısı, bu üç proje arasındaki ittifaka ve birbirlerini hor görmeme yeteneklerine bağlı.

Ara aşama muhtemelen bugün sahnede ön plana çıkıyor. Siyasi ekolojinin inşaası için ana ideolojik itici güç, kökleri işçi hareketine ve sol popülizmin başarısızlığından sonra yeni bir toplanma çağrısına ihtiyaç duyan geleneksel soldan geliyor. Yeşil Yeni Düzen’in çeşitli versiyonları, çevresel zorunluluğa koordineli bir refah devleti tepkisi için ortak temeli oluşturuyor. Yeşil Yeni Düzen’in arkasında, sermayenin gücünün ancak eşitlik taleplerine özen gösteren bir hükümetin müdahalesi ile sınırlandırılabileceği ve bu taleplerin fosil yakıt ekonomisini kısıtlamaktan ayrılamayacağı fikri yatıyor. Tıpkı endüstriyel kalkınmanın kötülüklerinin iş kanunu ve sosyal korumayla karşılanması gibi, bugünün sosyalist programı da çevresel hastalıkları ele almalı.

Yakın zamanda A Planet to Win (Kazanılacak Gezegen) manifestosunda belirtildiği gibi [1], çevrecilik ve sosyalizmin evliliği, sınıf mücadelesinin geleneksel dilini yeniden harekete geçirmeye dayanır. Temel ilkesi, artan ekonomik güvensizliğin artan çevresel güvensizlikle el ele gittiği ve sosyal eşitsizlik etrafındaki çatışmaların eninde sonunda çevresel çatışmalara dönüşeceğidir. İşçi sınıfı seçmenlerinin, Trump ve Brexitçiler’in  koruma ve (şimdi kimlikle ilişkilendirilen) topluluk anlatısını başarıyla ‘hack’leyen muhafazakar neoliberalizmi tarafından kazanıldığı bir dönemde, zorluk bu toplumsal sınıfın siyasi hayalini geri kazanmak. Bu stratejinin 19. yüzyılın endüstriyel mirasından nasıl doğduğu açık: Büyüme ve teknolojik gelişmeye olan geçmiş inancıyla derinden kısıtlanmış olan sosyal adalet, artık sistemin sıfırlanmasına ve iş garantisi yoluyla ekonomik seçkinler tarafından istihdam şantajının sona ermesine bağlı.

Yeşil sosyalizm şimdi ABD’deki en güvenilir platform gibi görünüyor ve Avrupa’da güç kazanmaya başlıyor. Fakat bunun iki ana sınırlaması var. Birincisi, büyük ölçüde devletçiliğe dayanması. Çevresel adalet talepleri sandık aracılığıyla devlete iletildikten sonra, yasal düzenlemeler ve yatırımın yeniden yönlendirilmesi yoluyla ele alınır. Devlet aygıtının bu tür dönüşümlere karşı direnişinin ya da özel sermayenin kaçışının küçümsenmemesi gerektiği gerçeğinin yanı sıra; bu siyasi tahayyül, genellikle savaş zamanlarında kullanıldığı gibi tam bir seferberliktir. Başka bir deyişle, yerli (fosil yakıt sermayesi) veya yabancı (Suudi Arabistan gibi petrol ülkeleri) olduğundan emin olmadığımız bir düşmana karşı bir savaş ilanı anlamına gelir – dış politika gerektiren bir savaş ilanı. Yeşil sosyalizmin ikinci dezavantajı, tıpkı savaş sonrası refah devleti gibi, Küresel Kuzey’in, böylesi bir enerji dönüşümünü finanse edecek araçlardan yoksun; ancak iklim krizinden en çok etkilenecek Küresel Güney üzerindeki ayrıcalıklı konumuna dayanmasıdır. 

‘’Kullanılan ölçeğe bağlı olarak, farklı siyasi hayalperestler, değişim için farklı kaldıraçlar ve farklı hareketler ortaya çıkar.’’

Devletçilik ve küresel düşünmenin (göreceli) eksikliği, yeşil sosyalizmin, ikinci ekolojik projeye dair, eleştiri ve güvensizlik uyandıran iki yönüdür. Bu, doğa ile toplum arasındaki ilişki söz konusu olduğunda daha radikal olduğunu iddia eden ve çevreyi üretken bir ortağa indirgeyen yapıları yıkmayı amaçlayan düşünceden kaynaklanıyor. Buradaki zaman çizelgesi, sanayi toplumunun krizleri değil, bilimsel modernite veya dünyanın hayal kırıklığıdır. En azından 16. yüzyıla, astronomi ve fizikte insan aklının evrendeki merkeziyetini oluşturan bilimsel devrimler dönemine ve Batı’nın dünyanın geri kalanı üzerindeki egemenliğinin temeli haline gelen büyük keşifler dönemine kadar uzanıyor. Bu eleştiri, yaşayan Dünya ile sosyal ilişkileri basit bir biçimde sahiplenme ve sömürüye indirgenemeyen Amazon, Kuzey Kutbu ve Amerikan Yerlileri toplulukları gibi coğrafi ve kültürel olarak periferal olan düşünce türleri de dahil olmak üzere birçok kişi tarafından paylaşılıyor. Ama aynı zamanda baskın paradigmalardan kopmak isteyen moderniteden doğan hareketlerden de geliyor. Genelde büyüme amacına hizmet eden bir devlet egemenliğine karşı bölgesel mücadeleler, modern tarihin bu temel sorgulamasını yansıtıyor. Fransa’da, Notre-Dame-des-Landes’teki ZAD (zone à défendre – savunulacak bölge), gereksiz bir havalimanının inşasına karşı uzun süredir var olan, ancak şimdi sökülmüş bir protesto kampı; arazi ile kullanıcılarının ve vasilerinin radikal özerkliği arasındaki bağlantıyı sembolize ediyor. Bu hareketler, modernist matrisin tüm farklı bileşenleri olan egemenliğe, mülkiyete ve sömürüye karşı dönüyor.

Bu hareketlerin gücü, radikalizmleri, aynı zamanda zayıflıklarıdır. Birbiri ardına ‘özerklik adalarını’ geri alıyorlar ve yavaş bir kültürel ve yasal paradigma değişimi için bahse giriyorlar. Kişisel yatırım açısından pahalı olan ve genellikle zorunluluk nedeniyle günümüzün aşırı rekabetçi işgücü piyasasında iş aramak zorunda kalan ve refah devletinin yapılarını geride bırakma riskini alamayanlar için erişilemezler. Bu mücadeleyi metafizik bir düzleme yerleştirmek, onu insanın ve ekolojinin bir arada yaşadığı yapıları birleştiren uzun zaman çerçevesi içine yerleştirmek anlamına gelir. Her eleştiri türünün kendi hızı ve ritmi var ve özellikle bu eleştiri, iklim bilimi tarafından belirlenen son tarih için son derece yavaş görünür.

Son olarak, üçüncü bir seferberlik alanı, görünüşte daha az radikal, ancak çok daha hızlı bir çevresel uygulamaya dayanmakta. İklim çıkmazını, modern kozmolojinin kuruluşuna kadar uzanan derin ve uzun bir sürecin sonucu olarak değil, hatta genel olarak sanayileşmenin bir sonucu olarak değil, ‘Büyük İvmenin’ bir sonucu olarak görmek mümkündür. Bununla beraber, daha sonraki bir fenomen olarak, petrol kaynaklı enerji bolluğunu, bireysel hareketliliğe ve kitle tüketimine dayalı bir teknosferin inşasını ve GSYİH büyümesi ve bunun ölçülmesine dayanan refah devleti kurumlarını bir araya getirir. Bu ivmenin fiziksel özellikleri – boru hatları, havaalanları ve gayrimenkul – özellikle enerji ve tarımsal gıda endüstrilerindeki az sayıda şirkette ve egemen jeopolitik oyuncularla birlikte serbest piyasayı şekillendiren devletler üstü yasama organları gibi bir avuç güç ve bilgi odağında yoğunlaşan, teknolojik ve ekonomik elit tarafından kontrol edildiği anlamına gelir. 

Demir Hala Kızgınken

İklim hareketinin ortaya çıkardığı şey, bu karar alma yapılarının son derece güçlü, ancak düşündüğümüzden çok daha savunmasız olduğudur. En yıkıcı sektörleri hedefleyen etkili tasfiye kampanyaları, özellikle merkez bankaları tarafından ele alınırsa, fosil kapitalizminin yapılarını ve onlarla birlikte varlığımızı yöneten verimsiz ve eşitsiz tedarik zincirlerini felç edebilirler. Şehirlerin, ulaşım sistemlerinin ve konut altyapısının çevresel geçişini sağlamak için bütçesel sözde kısıtlamalardan kurtulan memurların ve inşaat mühendislerinin güçlendirilmesi aynı yönde ilerleyecek. Büyümenin talepleriyle bozulmadan ve uzmanlıkla desteklenen yeni bir hükümet sanatını şekillendirmek en makul hedef olarak görünüyor. Bütün bunlar, uygarlık bakımından değişimleri ve yeniden canlandırılmış bir doğal dünyaya doğru koşulsuz cömertlik için idealist çağrılardan daha az romantik geliyor. Güç testi, zorunlu bir sonraki adım olacak; muhtemelen yenilenmiş bir kültürel paradigmanın temelinden daha az heyecan verici gelecek; ancak kesinlikle uygulanması daha hızlı olacak.

‘’Bu uyum kuşkusuz kısmen anlıktır, ancak Machiavelli’nin dediği gibi, siyaset harekete geçmek için doğru zamanı yakalama sanatıdır.’’

Bu yeni yeşil elit, yukarıda açıklanan diğer iki hareketle aynı türden insanları bünyesine almıyor. Yine de sömürge sonrası otonomist ütopyacılar, Yeşil Yeni Düzen’in eko-Jakobenleri ve teknokratik devrimin bu savunucuları arasında gerçek ya da hayali bir düşmanlık olduğu açık. Teorik bir perspektiften, ister modernliğin kozmolojik yapıları, ister sanayileşmenin hastalıkları veya Büyük İvmelenme olsun, her sorunun uygun bir zaman ölçeğinde ele alınmasında ısrar edebiliriz. Ancak, bu üç temel tarih yazımına ilişkin varsayımın birbirini dışlamaması gibi, üç kritik karşı hareket ve onları harekete geçiren güçler de zorunlu olarak rekabete mahkum değil. Birbirlerini kazanmayı öğrenmeli ve üzerine inşa edecekleri ortak zemin oluşturmalıdırlar.

Gerçekte, farklı siyasi kimliklere, taktiklere ve iktidar pratiklerine rağmen, onların nesnel çıkarları -Fransa’da “mücadelelerin birleşmesi” dediğimiz şeyle- uyumludur. Bu uyum kuşkusuz kısmen anlıktır, ancak Machiavelli’nin dediği gibi, “siyaset harekete geçmek için doğru zamanı yakalama sanatıdır”.

DİPNOTLAR

[1] Manifestonun yazarlarından Alyssa Battistoni ve Daniel Aldana Cohen ile yapan söyleşiye (İngilizce) aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

The Return of the Green New Deal: Ecosocialism in the USA

Green European Journal’ın Mart 2020 sayısından alınmıştır. https://www.greeneuropeanjournal.eu/the-three-tribes-of-political-ecology/

Görsel: Alexandra Bowman/nytimes