Yazan: Ümit Şahin [1]

Türkiye’de bir siyasi hareket olarak Yeşilleri kabaca üç kuşak halinde incelemek mümkündür. Sosyal ve siyasi hareketlerde kuşaklar genelde on ya da yirmi yıllık dönemler için belirlenir. Yeşiller için bu bölümlemeyi yirmi yıllık dönemler şeklinde yapmanın daha uygun olacağını düşünüyorum.

Dünyada yeşil siyasi hareketler 1970’te doğmuştur. [2] Ancak 1980 öncesinde Türkiye’de yeşil hareket yoktur, hatta doğa korumacı ve çevreci hareketler bile çok sınırlıdır. Türkiye’de yeşil siyasi hareket 1980’lerde ortaya çıkmıştır ve 1980’ler-1990’lar birinci kuşağı, 2000’ler-2010’lar ikinci kuşağı, 2020 sonrası ise üçüncü kuşağı oluşturur. Bu dönemlerde yaşanan gelişmelere biraz daha uygun olması açısından bu bölümlemeyi tam 20 yıllık dilimler yerine aşağıdaki gibi yapmak çok yanlış olmaz:

  • Birinci Kuşak Yeşiller: 1984-2000
  • İkinci Kuşak Yeşiller: 2000-2016
  • Üçüncü Kuşak Yeşiller: 2016 sonrası

Bu sınıflamadaki “Yeşiller”i, sadece kurulan yeşil siyasi partiler olarak değil, içinde yer aldıkları ya da öncülük ettikleri hareketler olarak da anlıyorum. Elbette her kuşağın (en az) bir de Yeşiller Partisi vardır. Bu partilerin kurulma, kurul(a)mama, çözülme, dağılma, kapanma/kapatılma, birleşme, bölünme, yeniden kurulma hikayeleri neredeyse bütün bir yeşil siyasi partiler tarihinin ana gövdesini oluşturur. Ancak yeşil siyasi partiler kendi adlarına seçimlere katılamadıkları için, içinde yer aldıkları ve/veya öncülük ettikleri nükleer karşıtı, ekoloji, kent, iklim vb. hareketlerde yaptıkları (bazen kurulmadan önce ve kapandıktan sonra bu hareketlerde daha etkili olduklarını da not ederek) ve ekoloji, çevre, iklim vb. hareketlerin geneliyle olan ilişkileri bu partilerin dahil oldukları kuşağın hikayesi içindeki diğer bir ana gövdedir. Belki bu anlatıdaki bir diğer unsur (ana gövde denebilecek hacimde olmasa da) yeşil partilerin girdikleri siyasi işbirlikleri, ittifaklar ve seçim deneyimleridir. Ancak bu tür bir geniş tarihsel anlatı bu yazının sınırlarını aşıyor.

Onun yerine bu yazıda bu dönemleri (kuşakları) belirlemeye ve aralarındaki siyasi odak farklarını epeyce ihtiyari kabul edilebilecek bu sınıflamaya uygun olarak anlatmaya çalışacağım. Tabii bu yazının sınırları bu karşılaştırmayı büyük ölçüde gözlem ve deneyimlerimden yola çıkarak yapmamı gerektiriyor. [3] Bu nedenle bu yazıyı kaynaklara eğilen daha analitik bir çalışma için bir ön düşünme denemesi olarak kaleme alıyorum.

Birinci Kuşak Yeşiller: Çevre ve Ekoloji

Yeşil hareket ve yeşil partiler, kendilerini çevre ve ekoloji hareketlerinden ayırmak için siyasetin ilgi alanı içindeki bütün temalarla ilgili görüş ve çalışmalarına vurgu yaparlar. Bu vurgu kimi zaman ekonomiye, kimi zaman barış mücadelelerine, kimi zaman demokrasiye ve ülkenin güncel siyaset sorunlarına kayar. Zaten yeşillerin küresel ilkeleri ve Türkiye’de kabul edilen 10 ilkesi şiddetsizlikten doğrudan demokrasiye, feminizmden sosyal adalete kadar geniş bir kapsamdadır. Ancak yine de çevre ve ekoloji konusundaki fikirleri, eylemleri ve politika önerileri Yeşiller’in ayırt edici yanı olarak kalmaktadır. Yeşil düşünce öncelikle insanın doğa ile ilişkisini yeniden tanımlamaya, bir etik sorun olarak insanın çevresiyle olan ilişkilerine odaklanır. Bir ideoloji olarak ele alındığında yeşil düşünce veya ekolojizmin mevcut sisteme yönelik yaptığı çözümleme, sanayi toplumunun yarattığı yıkımla, çözüm yolu ise insanın doğayla olan olumlu ilişkisini (çoğu zaman çözülmeyi aşma anlamında) ‘yeniden’ kurmakla ilişkilidir. Yeşillerin çeşitlilikle, özgürlükle vb. ilgili ilkeleri bile çoğu zaman ekoloji literatürüne yapılan göndermelerle anlaşılmaya çalışılır.

Türkiye’de ekoloji siyasetine olan ilginin adının konması 1990’ları bulmuştur. Bugün anladığımız anlamda ekoloji hareketleri de yine aynı dönemde kitleselleşmeye başlar (özellikle nükleer karşıtı hareket ve Bergama çevresindeki siyanürlü altına karşı mücadele bağlamında.) Burada en ilginç nokta Yeşiller’in bundan çok önce, 1980’lerde ortaya çıkmasıdır. Bu durumun nedenleri daha önce başka yazılarda tartışılmıştı. [4] Bu yazıda, sadece Yeşiller’in ilk kuşağının, dönemin koşullarının da etkisiyle, çok erken harekete geçmesinin belirleyiciliğine vurgu yapmakla yetinmek istiyorum. Yeşiller’in ilk kuşağını oluşturanların çoğu soldan gelen, çoğu 1980 öncesinde çeşitli sol örgütlerle, kimileri de Avrupa’daki alternatif hareketlerle bağı olan kişilerdi. Hareketin Avrupa’daki yeşil hareketle ilgisi ilk ilişkilerin kurulmasından çok önce Avrupa’da (özellikle de Almanya’da) yeşil partilerin başarısından alınan ilhamla ilişkilidir. Alman Yeşillerinin Almanya’daki yeni solun içinden doğduğu düşünüldüğünde 80 sonrası ‘yenilenme’ çabası içinde olan Türkiye solunun bu ilgisi anlaşılabilir. Bu nedenle sol fikir dünyasından geldiği için zaten politik düşünen ve muhalif olan bir grup insan, dönemin hızlı büyüme anlayışının Gökova’da, Dalyan’da ya da büyük kentlerde çevreye ve toplumsal ilişkilere yönelik baskısını hızla ve bu kez yeşil siyaset üzerinden okumuşlardır. Birinci Yeşiller Partisi’ni kuran bu ekibin yanı sıra bir de yine Avrupa’daki yeşil hareketten ilham alan, ancak daha ideolojik (hareketler bağlamında da daha çoğulcu) Radikal Yeşiller vardır. [5]

…birinci kuşak Yeşiller, eski soldan kopan, kurucu, heyecanlı ve önce çevreci, sonra ekolojist bir kuşak olarak nitelenebilir.

Birinci kuşağı tarihlerken askeri yönetimin sona ermesiyle Aralık 1983’te iktidara gelen birinci Turgut Özal hükümetinin kurulmasının hemen ardından Gökova termik santrali projesine karşı yapılan ilk eylemleri, dolayısıyla 1984 yılını başlangıç noktası olarak alıyorum. Dönem Almanya’da Yeşiller Partisi’nin federal parlamentoya girdiği 1983 seçimlerinin sonrasıydı ve ilk Gökova eylemlerinden itibaren konu bir çevre ve siyaset tartışmasına dönüştü. Öte yandan Radikal Yeşiller’in 1985’ten itibaren eşcinsellerin ve seks işçilerinin haklarını merkeze alan, hayvan haklarından, antimilitarizmden, ateizmden bahseden, eylemci ve sert siyasi tarzı bu dönemi bir hayli etkiledi. Aynı dönemde, normalde saf bir doğa koruma mücadelesi sayılabilecek olan Dalyan’daki Caretta Caretta kaplumbağalarını turizm yatırımlarından koruma mücadelesi, yeşiller ve anarşistler tarafından politikleştirildi. Yeşiller Partisi bu ilk üç-dört yılda hareketin sadece çevreci değil aynı zamanda “alternatif” olmasına yönelik hızla yoğunlaşan ilginin ardından kuruldu. (Bu dönemde medyada yayımlanan haberleri ve araştırma dosyalarını incelemek bu konuda iyi bir fikir verebilir.)

1988’de kurulan birinci Yeşiller Partisi’nde yer alan liberal ve sol kanatların çekişmesi sıklıkla anılır, ancak dönemin yeşil hareketinin asıl hatırlanması gereken yanı, kurumsal çevre hareketlerinden büyük ölçüde yoksun bir ülkede yeşil siyasi parti üzerinden çevre gündemini görünür kılabilmiş olmasıdır. Yaklaşık üç yıl aktif bir siyasi parti olarak süren ve çözülüp dağılma sürecine girmişken 1994’te kapatılan birinci Yeşiller Partisi’nin en önemli mirası da dağılmasının ardından çevre ve ekoloji hareketlerinin yaptığı patlamadır. Eğer yasalar ve dönemin siyasi koşulları izin verseydi ve parti seçimlere girebilseydi çok farklı bir durumdan bahsedebilirdik, ancak daha sonraki dönemlerde de süren bu eksiklik bir hareket partisi olarak kalmasına, hatta bir süre sonra partinin silinip geriye hareketin kalmasına neden olmuştur. Radikal Yeşiller ise medyada çok görünür olmuş ve kendine özgü geniş sayılabilecek bir taban oluşturmuş, hatta pek çok hak mücadelesini (özellikle LGBTİ+ haklarını) ilk kez gündeme taşımasıyla tarihe geçmiş, ancak partileşememiştir.

Birinci kuşak Yeşiller 90’lı yıllar boyunca başta nükleer karşıtı hareket olmak üzere aktivist ve düşünsel ekoloji hareketlerine öncülük ettiler. Bu dönemi birkaç merkezli, nispeten büyük ve yerelin kentlerden beslendiği ekoloji hareketleri belirler. Bu hareketlere de pek çok yerde partinin eski kadroları veya onlara yakın isimler öncülük etmiştir. Çıkan dergiler (Ağaçkakan, Toplumsal Ekoloji vb.) hem kuramsal yazılarla hem de canlı, tartışmalı polemiklerle doludur. Parti kapatıldıktan sonraki dönemde Yeşiller’in yeniden siyaset sahnesine dönmesi için girişilen çabalar ise hem kişisel anlaşmazlıklar hem de dönemin ağır siyasi gündemi (savaş ve ekonomik krizler) nedeniyle başarısız olmuştur. Sonuç olarak birinci kuşak Yeşiller, eski soldan kopan, kurucu, heyecanlı ve önce çevreci, sonra ekolojist bir kuşak olarak nitelenebilir.

İkinci Kuşak Yeşiller: İklim Krizi, Avrupa Birliği ve Barış

İkinci kuşak Yeşilleri belirleyen öncelikli koşul Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık süreci oldu. Bu dönem demokrasi, barış ve çoğulcu bir toplumsal yaşamın en azından bir umut olarak canlı olduğu yıllardır. İkinci kuşağın miladı çok nettir, çünkü dönemin Ecevit hükümeti önce 1999’da idam cezasını kaldırarak AB sürecinin önünü açmış, ardından 2000 yılında Akkuyu nükleer santral ihalesini nükleer karşıtlarının itirazlarını gerekçe göstererek iptal etmiştir. Birinci partinin kapatılmasından bu yana “Yeşiller” imzasıyla yayınlanan ilk manifesto 5 Haziran 1999 tarihini taşır. O dönemde bir eylemde yeniden Yeşiller adına açılan ilk pankart ise 2000 yılında Akkuyu’da görülür. Bu nedenle ikinci kuşağı 2000’de başlatabiliriz.

Yeniden partileşme çalışmaları 2002’de başlasa da partinin kurulma kararının netleşmesi için Türkiye’nin AB müzakere sürecinin iyice ciddi bir hal aldığı 2004 yılını beklemek gerekir. Avrupa Yeşilleri ile yakın ilişkiler, Yeşiller’in bu döneminde birinci kuşağa göre çok daha belirleyicidir. 2002’den itibaren her yıl Avrupa Yeşilleri’nin katılımıyla Yeşil Diyalog toplantıları düzenlenmeye başlamıştır. Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu’nun 2004’te, Türkiye’nin AB adaylığını desteklemek için İstanbul’da yaptığı ve dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de katıldığı toplantısında henüz partileşme yolunun başlarında olan Türkiye Yeşilleri oldukça görünür olmuştur. “Türkiye Yeşilleri” henüz partileşmemiş olan bir siyasi girişim olarak Avrupa Yeşil Partisi tarafından 2005’te gözlemci üye olarak kabul edilmiştir. Aynı dönemde iklim değişikliği Türkiye için de bir mücadele alanı haline gelmiştir. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olmasının (2004) ve Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girmesinin (2005) ardından Türkiye’de iklim hareketi başlar. Bu harekete öncülük eden siyasi grupların başında o sırada henüz partileşme çalışmalarının başlarında sayılabilecek olan Türkiye Yeşilleri gelir. Yeşiller, daha ikinci parti kurulmadan önce Türkiye Kyoto’yu İmzala! kampanyasıyla medyada oldukça görünürlük kazanır, TBMM ve yerleşik partiler tarafından dikkate alınır. Bu dönemde Türkiye’de iklim politikalarının artık bir kampanya konusu olması kritiktir.

Aynı dönemde çevre hareketleri ekolojistlerin baskın olduğu 1990’ların aksine, ilk kez sorunları fark etmeye başlayan sol grupların etkisi altına girmeye başlamıştır. Gerçi sol gruplar (dönemin kimi sosyalist partileri de) nükleer karşıtı hareket içinde 90’ların ikinci yarısında etkili olmaya çalışmışlar ancak kararlı bir varlık sergileyememişlerdi. 2000’lerin başından itibaren ekonomide neoliberal küreselleşme artıp sosyal haklar ortadan kaldırılırken küresel harekette Seattle sonrası döneme girilmiş, Türkiye’de de tahkime ve DTÖ-İMF-Dünya Bankası politikalarına yönelik itirazlar yoğunlaşmıştır. Enerji ve maden sektörlerinin özel sektöre açılmasıyla bir yandan artan enerji ve maden yatırımları sonucu köyler-kasabalar-doğa alanları üzerinde, bir yandan da mega projeler nedeniyle kentler üzerinde doğa ve çevre yıkımı artar, ki AKP döneminde hızlı büyüme kaygısı bu artışın temel sorumlusudur: Karadeniz’de HES’ler, yeni termik santraller, Bergama’yı çok aşan altın madenleri, Akkuyu projesinin canlanması, İstanbul’da üçüncü köprü, yeni otoyollar, artık her koya, her kıyıya yayılan turistik tesisler vb. kolaylıkla hatırlanabilir. Yeşiller’in bu döneminde İstanbul’daki üçüncü köprüye yönelik en güçlü itirazı (2 Milyon İstanbullu kampanyası) örgütlediklerini özellikle not etmek gerekir.

Dönemin bir diğer gündemi Kürt sorununda çözüm arayışlarıdır. Sosyalist hareketlerin etkisi 2000-2001’deki açlık grevlerinin ardından büyük ölçüde gerilerken, Kürt hareketinin siyasi çözümden yana olan kanadı güçlenir. Sosyalistlerle Kürt hareketi birbirine daha da yakınlaşır, ateşkesler ve bir noktadan sonra devletin de dahil olduğu barış veya çözüm girişimleriyle uzlaşma umudu artar. Yeşillerin birinci kuşağının ilk döneminde, yani partinin aktif olduğu yıllarda, Kürt sorununun partinin gündeminde olduğundan söz edemeyiz. Öte yandan birinci Yeşiller Partisi’nin (ikinci ve son aktif) genel başkanı Bilge Contepe’nin 90’larda HADEP gibi dönemin Kürt siyasi hareketinin partilerinden birkaç kez aday olması ve 1994’te, parti kapatıldıktan hemen sonraki dönemde Yeşiller tarafından düzenlenen Barış Ağacı kampanyası (bu kampanya kapsamında Ender Özkahraman tarafından resimlenen bir Kürtçe alfabe de yayınlanmıştır) bu dönemde yeşillerin de Kürt sorununda özgürlükçü ve cesur bir tavır almaya başladığını gösterir.

İkinci kuşak için ise, dönemin atmosferinin de etkisiyle, Kürt sorunu öncelikli gündemlerden biri haline gelmiştir. Yeşiller, 2007 genel seçimlerine sembolik düzeyde iki bağımsız yeşil adayla (Bilge Contepe ve Neriman Gül Eren) katılsalar da partinin kurulmasının ardından yapılan 2011 genel seçimlerinde BDP çevresindeki Emek, Barış ve Demokrasi Bloku’nu desteklerler ve seçimin ardından Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kuruluşuna katılırlar. İkinci Yeşiller Partisi’nin en çok tartışılan raporlarından biri de 2011’de yayımlanan Kürt Sorununda Barışçı ve Şiddetsiz Çözüm başlıklı rapor olmuştur. Yeşiller, Çözüm Süreci’ni desteklemiş, Kürt sorununun tamamen silahlı mücadeleyi reddeden bir anlayışla çözülmesini savunmuştur. Ancak Kürt sorununa dair tahlilleri hiçbir zaman devletçi veya resmi söyleme yakın olmamıştır. Yeşiller Partisi’nin Eşitlik ve Demokrasi Partisi’yle (EDP) birleşmesi sürecinde ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSGP) döneminde de ikinci döneme özgü bu durum değişmez. Zaten YSGP de gerek yerel örgütlerin kurulmasına verdiği destekle, gerekse PM’ye verdiği üyelerle ve seçim çalışmalarıyla HDP’nin aktif bir bileşeni olmuştur.

…ikinci kuşak Yeşiller, büyük ölçüde Avrupacı, barışçı Kürt siyasi hareketine yakın ve çevre-ekoloji alanında daha çok küresel gündeme ve büyük şehirlere odaklanmış bir harekettir.

Türkiye’de çevre ve ekoloji hareketlerinde zaman zaman etkili olan ve özellikle yerel çevre mücadelelerinin ana tonlardan birini oluşturan milliyetçi veya ulusalcı, antiemperyalist, yer yer Kemalist söylem ve kesimlerle Yeşiller arasındaki gerilim de birinci ve ikinci dönemlerde oldukça belirleyici olmuştur. Yeşillerin kendini Avrupa yeşil siyasi hareketinin bir parçası olarak görmesi, AB’ye üyelik yanlısı olması  [6], alternatif küreselleşmeci (hatta bir ölçüde enternasyonalist) söylemi ve resmi tarihle-resmi ideolojiyle (sağ, sol ve ton ayrımı gözetmeksizin bütün milliyetçiliklerle) arasına çizdiği net sınır (özellikle ikinci dönemde) Anadolu’daki çevre ve ekoloji hareketleri arasında yaygın kabul görmemesinin nedenleri arasındadır. [7] Yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece ulusalcı değil sosyalist sol da bu dönemde çevre hareketlerinde (özellikle HES karşıtı, altın madenlerine, termik santrallere karşı mücadelelerde) oldukça etkili olmuştur. İkinci Yeşiller Partisi’nde yeşil ekonomiyi ana gündem maddelerinden biri yapan ve Ekolojik Anayasa kampanyasıyla yeni bir ekolojist dil geliştiren Yeşiller, YSGP (yani sol rengi daha baskın Yeşiller) döneminde de doğa hakları söylemini ön plana çıkarmıştır. Ancak ikinci kuşak yeşil hareketin ve Yeşiller Partisi’nin bütün etkinliğine rağmen Yeşillerin bu dönemde çoğalan, çoğulculaşan ve gerçek bir politik güç ve gündem haline gelen çevre ve ekoloji hareketlerinin (iklim hareketi hariç) baskın rengi olduğu veya hareketleri sürükleyen, yeşil siyasi düşünce çevresinde politikleştirebilen bir güç haline gelebildiği (büyük ölçüde yine kendi adına seçimlere giremediği için) söylenemez. Sonuç olarak ikinci kuşak Yeşiller, büyük ölçüde Avrupacı, barışçı Kürt siyasi hareketine yakın ve çevre-ekoloji alanında daha çok küresel gündeme ve büyük şehirlere odaklanmış bir harekettir.

Üçüncü Kuşak Yeşiller: Zor zamanlarda siyaset

Yeşiller Partisi ve EDP arasındaki birleşme sürecinde yapılan ilk ortak konferans “Adım Adım Otoriterleşme” başlığını taşıyordu. Yıl henüz 2012 idi. Konferansın doğru bir tespit üzerine kurulu olduğu, ilerleyen yıllarda görüldü. Türkiye’de rejim önce iyice otoriterleşti, ardından bir tek adam rejimine evrildi. Bugün demokrasinin temel kurum ve kurallarının, denge ve denetleme mekanizmalarının tamamen tahrip edildiği, Avrupa Birliği perspektifinin ortadan kalktığı, dış politikada AKP’nin iktidarda kalmasını sağlayacak anlık rota değişiklikleri dışında (belki biraz İslamcı hassasiyetler hariç) herhangi bir yönelimin kalmadığı, uluslararası kurumlar tarafından demokrasi dışı olarak sınıflanan bir rejimde yaşıyoruz. Bu ayrıca ülke ekonomisinin büyük bir çöküşe sürüklendiği, gelişme için başka bir alternatif tahayyül edilemediği için de doğa, çevre, iklim gibi herhangi bir hassasiyet taşımayan her türlü yıkıcı ekonomik büyüme politikasının zorunlu görüldüğü bir dönem. Kadınlara ve İslamcı zihniyetin duymaya bile tahammül edemediği cinsel yönelimlere baskının, şiddetin, görmezden gelmenin iyice yoğunlaştığı bir döneme girdik. Böyle bir dönemde normalde liberal demokratik rejimlerin alternatif özgürlükçü siyasi hareketi olan Yeşiller’in işinin özellikle zor olduğu söylenebilir.

Üçüncü kuşak yeşil hareketin başlangıcını, YSGP’nin birleşen kanatlarından biri olan Yeşiller’in büyük kısmının bu kanattan gelmeyen başka bazı üyelerle birlikte partiden koptuğu 2016 yılı başlarına tarihleyebiliriz. 2015’te iki seçim arası şiddet döneminin hemen ardından iyice yoğunlaşan baskıların ortasında, 2016’nın Nisan ayında yapılan Büyük Kongre’nin ardından partiden kopan Yeşil Siyaset Platformu çevresinde toplanan bir grup yeşil, uzun süren bir bocalama, tartışma ve kuruluş sürecinin ardından, hem de pandemi şartlarında, 21 Eylül 2020’de üçüncü kez Yeşiller Partisi’ni kurdular. Yeni partinin kurucularının, birinci kuşağa kadar giden yeşiller çizgisinden geldiği ve onu sahiplendiği söylenebilir. Ancak bu kez yeni insanların ve siyasete ilk kez bu süreçte dahil olmuş çok sayıda genç ismin oldukça belirleyici olduğu bir dönem açılmıştır. Sadece bu bile üçüncü kuşağın ismini koymayı gerekli kılmaktadır.

Bu yazı yazıldığı sırada yeni Yeşiller Partisi, üzerinden 6 ay geçtiği halde İçişleri Bakanlığı’ndan kuruluşu ve örgütlenmesi için esas olan alındı belgesini hâlâ alamamıştır. Bu tür bir engelleme Türkiye’de hiçbir dönemde görülmemiştir.

Bu dönemin öncekilerden farklı hangi siyasi dinamiklere sahip olduğunu veya olacağını, hangi farklı dil, konu ve politikaların öncelendiğini tartışmak için henüz erken olabilir. Gerçi bu kez iklim krizinin önceki dönmelerden daha belirleyici bir öneme sahip olduğu, feministlerin ve LGBTİ+ aktivistlerin de partide daha aktif ve öncü konumda oldukları söylenebilir. Ancak yeni dönemin temel mücadelesi elbette öncelikle demokrasi mücadelesi olacaktır. Zira siyaset yapmanın, muhalif olmanın tamamen yasaklanmaya başladığı çok daha sert bir döneme giriyoruz. Bunun işaretlerinden biri, bu yazı yazıldığı sırada yeni Yeşiller Partisi’nin, üzerinden 6 ay geçtiği halde İçişleri Bakanlığı’ndan kuruluşu ve örgütlenmesi için esas olan alındı belgesini hâlâ alamamış olasıdır. Bu tür bir engelleme Türkiye’de hiçbir dönemde görülmemiştir. Yeni kuşak Yeşiller önceki dönemlerde görülmemiş zorlukta bir dönemde yolunu çizmeye çalışacaktır. Ancak bu kez önceki dönemlere göre yeşil siyasete daha çok ihtiyaç olduğu ve partinin toplum tarafından daha fazla sahiplenileceği de kesin gibidir. Türkiye deneyimi, dünya yeşil siyaset tarihine böyle farklı, zorluklarla dolu, ama önemli bir çentik atabilir.

DİPNOTLAR

[1] Ümit Şahin, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve İklim Değişikliği Çalışmaları Koordinatörüdür.

[2] Ümit Şahin. Yeşil hareket 50 yaşında: Doğum günümüz kutlu olsun. Yeşil Gazete, 22 Nisan 2020.

[3] Yeşil siyaseti ilk kez Radikal Demokrat Yeşiller’in çıkarttığı Yeşil Barış gazetesini ve Necmi Zeka ve Tanıl Bora’nın yeşillerle ilgili kitaplarını (Batı Almanya’da Alternatif Hareket ve Yeşiller ve Sosyalizm) okuyarak ve ilk Yeşiller Partisi’ni ve onun kuruluşundan önceki çevre mücadelelerini basından takip ederek, 1986’dan itibaren izlemeye başladım. Yeşiller’le tanışmam ise birinci dönemin ortalarında, ilk Yeşiller Partisi kapatılmadan hemen önce, 1993’te oldu. Partinin kapatılması aşamasında, 1994’te Ankara’da yapılan, Yeşiller Partisi’nin tekrar kurulmasının tartışıldığı ilk toplantıya katılmıştım.

[4] Konuyla ilgili iki yazım için bkz. “Ümit Şahin. (2015). Intertwined and Contested. Green Politics and the Environmental Movement in Turkey. Südosteuropa: Journal of Politics and Society: 63, no. 3, pp. 440-466.” ve “Ümit Şahin. (2007). Bir Sivil Toplum Teması Olarak Çevrecilik: Ekoloji Hareketlerinin Siyaset Dışına İtilmesi. Sivil Toplum Dergisi, (5) 20, ss. 77-89.”

[5] Radikal Yeşiller’le ilgili yeni bir inceleme için bkz. Barış Gençer Baykan. (2020). Radikal Demokrat Yeşiller: 80’ler Türkiyesi’nden Alternatif Bir Koalisyon. Mülkiye Dergisi, 44(3), 487-513.

[6] 1990’larda oldukça tartışmalı olan, hatta Ağaçkakan çevresinin etkili olduğu dönemde daha çok ters yönde olan bu pozisyon 2000 yılında Gökçeada’da yapılan konuyla ilgili uzun bir toplantının ardından ağırlık kazanmış, ikinci partinin kurulmasıyla da Yeşiller’in Türkiye’nin AB’ye katılmasından yana (hatta Avrupacı) bir siyasi hareket olduğu tescillenmiştir.

[7] Bu konuda bkz. Ümit Şahin. (2010). Türkiye’de Çevre ve Ekoloji Hareketleri Üzerine Notlar: Aliağa Zaferinden Vatan Toprağı Söylemine. Birikim, sayı 255, ss. 8-14.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan