Yazar: Hélène Landemore [1]
Çeviren: Ali Serdar Gültekin
Müzakereci demokrasinin savunucuları için, bugünün temsili rejimleri yanılsamadan başka bir şey sunmuyor. Gerçek demokrasi, halkın gücü anlamına gelir ve bunu başarmak, alışılmışın dışında düşünmeyi gerektirir. Siyaset teorisyeni Hélène Landemore ile önerdiği açık demokrasi alternatifi ve bunun yerel, Avrupa ve küresel düzeylerde nasıl görüneceği hakkında konuştuk. Fransa ve İrlanda’daki yurttaş meclisleri değerli dersler sunarken ve Brexit’ten pandemiye kadar olan olaylar mümkün olanın ufkunu genişletirken, ütopik düşünce için şimdikinden daha iyi bir zaman yoktur.
Green European Journal: Oylama, seçimler ve parlamentolar evrensel olarak demokrasinin sembolleri olarak kabul edilir. Ancak demokrasinin krizi üzerine daha geniş bir tartışmanın ortasında, sorunun temsili demokrasi sisteminin kendisi olduğunu savunuyorsunuz. Açıklayabilir misin?
Hélène Landemore: Avrupa’daki temsili rejimlerin tarihine geri dönmeye yardımcı oluyor. Tarihçilerin “temsili hükümet” dediği şeyden çıkmışlardır: yasaların seçilmiş yasa koyucular tarafından yapıldığı hükümetler. Bu yönetim biçimleri, ancak 1830 dolaylarında ABD ve Fransa’da ve 1870’te Büyük Britanya’da demokrasi olarak adlandırılmaya başlandı. Ancak gerçek şu ki, monarşiye olduğu kadar demokrasiye de bir alternatif olarak tasarlandılar. Kurucuları için demokrasi, ayak takımının hakimiyeti demekti. Kaotik ve aşırı doğrudandı. Halktan korkma, temsili demokrasileri en başından beri karakterize eder. Evet, halk egemenliği ve rıza ilkeleri üzerine inşa edildiler – ancak bu onların demokrasi olarak nitelendirilmeleri için yeterli değil. Gündelik yasa yapma süreci, başta bulunan seçilmiş en iyi ve en erdemli aristokrasiler ile zaman zaman uzaktan başını sallayan sessiz bir egemen olarak halk tarafından gerçekleştirildi.
19. ve 20. yüzyıllar boyunca, oy verme hakkı, aşamalı olarak mülk sahibi olmayan erkekleri, siyah insanları ve kadınları içerecek şekilde genişletildi. Bir kişi, bir oy ilkesi, demokrasilerde yaşadığımıza kendimizi ikna etmemize yardımcı oldu, ancak bu hala sadece yöneticilerimizi seçme hakkının demokratikleşmesidir. Halk asla yönetimi bilfiil ele geçiremez. Demokrasi, halkın iktidarı, sadece ona rıza göstermekle değil, iktidarı kullanmakla ilgilidir. Müzakere etmek, gündemi şekillendirmek ve sonuçlara kendimiz karar vermekle ilgilidir.
Öyleyse temsili demokrasinin sorunu sıradan insanları iktidardan dışlaması mı?
Model temelden kusurludur. Yanlışlıkla veya kazayla değil, tasarım gereği, çok az kişiye çok fazla güç verir. Siyasette para sorunu çözülse bile, sistem, temsilcileri yeterince demokratik olmayan bir şekilde seçecek ve daha geniş halkın çeşitliliği ve bilgeliğinden faydalanamayacaktı. Bu sistem, çoğu insanın uygun şekilde bilgi alma ve eğitimli yollarla oy kullanma hevesini kırıyor; sonunda, tüm işi yapanlar başkaları olacak.
Çözüm, seçim kurumlarının merkezden uzaklaştırılmasıdır. İdeal koşullar altında -tamamen eşitlikçi bir toplumda- bile seçimler, doğası gereği belirli özelliklere karşı ön yargılı olan insan seçimine dayanır: karizma, sosyal konum, boy vb. Seçimler, sıradan veya başkalarının önünde ayağa kalkamayacak kadar utangaç insanların iktidara erişimini sistematik olarak kesiyor. Seçilmiş temsilcilerin periyodik olarak yenilenmesi, bu temel gerçeği hiçbir şekilde değiştiremez.
21. yüzyıl için, kapalı sistem olarak tanımladığınız şeyden bir paradigma değişikliği çağrısı yapıyorsunuz: açık demokrasi. Açık demokrasi nedir?
Açık demokrasi, gücün eşit olarak dağıtıldığı veya en azından sıradan vatandaşlara eşit biçimde açık olduğu bir sistemdir. Herkes doğrudan yasama yetkisini kullanma, -kendimizi ve başkalarını yöneten yasaları belirleme- şansına sahiptir. Hepsi tek seferde değil, sırasıyla temsil ederek ve temsil edilerek. Açık bir demokraside kilit organ, açık mini-kamu olacaktır: gündem belirleme ve yasa yapma için bir araya gelen geniş bir yurttaşlar topluluğu. Rastgele seçim, katılma şansını eşit olarak dağıtacak ve daha büyük grubun çeşitliliğini yeniden üretecektir. Mini-kamu, daha geniş halkla bağlantılı olmalı, onların girdilerine açık olmalı ve müzakereye dayalı karşılıklı alıp vermekle uğraşma becerisine sahip olmalıdır. Gizli ve kapalıysa, eski sistemin sorunlarını yeniden üretir.
Açık bir demokrasi fikrine beş kurumsal ilke rehberlik eder. İlk olarak, katılım hakları: gücü vatandaşların eline vermek. Oy kullanma hakkı, ama aynı zamanda (yeterli imza ile) açık bir mini-halkın gündemine maddeler koyma (vatandaş girişimi) veya toplum tarafından beğenilmeyen bir kanunu geri çekme (sevk hakkı) ehliyeti.
“Demokrasi, güce sadece rıza göstermekle değil; gücü kullanmakla ilgilidir.“
İkincisi, müzakere. “Müzakereci demokrasi” teorisine göre, yasalar ancak, özgür ve eşit vatandaşlar arasında müzakereci bir argüman alışverişinden geçtikleri ölçüde meşrudur. Müzakere, insanlara bir söz hakkı tanır ve bir yasaya katılma veya katılmama konusunda bir şans verir, ortak akıldan yararlanarak daha iyi kararlar almaya katkıda bulunur.
Üçüncüsü, çoğunluk kuralı. Konsensus sağlanamadığında, bir karara varmanın tek demokratik yolu, daha geniş bir kitleye gitmektir. Dördüncüsü, demokratik temsil. Temsili yapılar gereklidir, çünkü milyonlarca insanla nasıl tartışacağımızı bilmiyoruz ve her zaman hep birlikte kararlar alamayız. Açık demokrasi, rastgele seçim veya kendi kendine seçilen temsil yoluyla -ki her ikisi de eşit katılım fırsatına izin verir- demokratik temsil etrafında yapılandırılmıştır. Son olarak, şeffaflık. Herhangi bir siyasi sistem kapanmaya ve klikleşmelere yönelebilir. Temel bir hesap verebilirlik mekanizması olarak şeffaflık, insanların, temsilcilerinin onlar adına neler yaptığını görmelerine izin vererek bunu engeller.Açık demokrasi pratikte neye benzer? Bu, seçilmiş kurumların tümünün ortadan kaldırılması durumu değildir, ama bazıları, mesela senato gibi üst meclislerin yerini, eninde sonunda rastgele seçilmiş meclisler alabilir. Diğer reformlar, sistemlerimizi daha katılımcı, müzakereci, çoğunlukçu ve şeffaf hale getirmeyi amaçlamalıdır. Açık demokrasi bir anayasal reform gündemidir.
Yani bu, biz açıklığa doğru ilerlerken, temsili ve açık demokrasinin bir arada var olduğu kademeli bir paradigma kayması mı olacak?
Herhangi bir biçimde bir devrim hayal etmiyorum. Devrimler genel olarak kötüdür; risklidirler. İlerlemenin en olası yolu, seçime dayalı demokrasi ile açık demokrasinin, ikincisi giderek daha merkezi hale gelinceye kadar geçici bir süre birlikte yaşamasıdır. Bir süreliğine hibrit bir sistem olacaktır, bu da istikrarsız veya başarısız olabilir,. Ama aynı zamanda, sıradan vatandaşların çıkarları için daha avantajlı, yeni, öngörülemeyen kurumsal dengelere de yol açabilir. Bazı ülkelerde, güç kayması zaten yaşanıyor. Fransa’daki Yurttaşların İklim Kongresini ele alalım. Başlangıçta, sosyal adalet ruhuyla sera gazı emisyonlarını azaltmak için önerilerde bulunmakla görevli, rastgele seçilmiş 150 vatandaştan oluşan tamamiyle bilinmeyen bir gruptu. Yavaş yavaş, dahil olanlar, yerel toplantılar düzenleyerek güçlendi ve haber yayılmaya başladı. Fransız cumhurbaşkanı, Kongreye kapıyı açık tuttu ve sona doğru bakanlar ve parlamenterler Kongrenin önerileriyle resmen ilgileniyorlardı. Bir yıl içinde Kongre, Fransız sisteminde yeni bir siyasi aktör haline geldi.
Kongre, Fransa’nın diğer siyasi kurumlarıyla nasıl bir ilişki içinde?
Denge hala kırılgan. Başlangıçta, Kongre’nin meşruiyeti, tek başına olmasa da esas olarak “prensin iradesinden” [2], yani Başkan Macron’dan geldi. Kasım 2018’deki Sarı Yelekliler protestolarının ardından, 2019 yılında Fransa genelinde bir “Büyük Ulusal Tartışma” düzenlendi. Bu tartışma sırasında, rastgele seçilmiş 18 bölgesel meclisten 12’si, iklim ve çevre konularında yeni bir demokratik yönetişim biçimine ihtiyaç olduğu fikrinde birleşti.
Başkan Macron, Kongre’nin tavsiyelerinin “filtresiz” şekilde doğrudan mevzuata, bir parlamento tartışmasına veya bir referanduma geçirileceğine söz verdi. Fransa’nın hiper-başkanlık rejiminde zaten kenara itilmiş olan Parlamento, yasama yetkisinin daha da baltalandığını hissetti ve Kongre’nin meşruiyetini sorguladı. Hatta bazı parlamenterler bunu “antidemokratik” olarak nitelendirdi. Bu da, şu soruyu gündeme getirdi: iklim konularında yasa yapma hakkı kimde? Seçilmiş meclisin meşruiyeti, kimsenin seçmediği 150 kişilik bu grubun kırılgan meşruiyetiyle çatıştı. Kongrenin, rastgele seçilmişler tarafından teşkil edildiğinden,, daha demokratik olarak temsil ettiğini iddia edebileceğini savunurum. Ayrıca, cumhurbaşkanı tarafından yetkilendirildiği için, prosedürel meşruiyet iddiasında da bulunabilir. Ancak, meşruiyetin seçimlerle ilişkilendirildiği bir sistemde, Kongre’nin önerileri muhtemelen ancak Fransız vatandaşları tarafından bir referandumda onaylanırsa tam meşruiyet kazanabilirdi. Ve yine de olabilir; -önerilen bir anayasa değişikliği durumunda örneğin. Ancak daha da iyisi, rastgele seçime başvurmanın kurumsallaşmasının tartışıldığı ve referanduma sunulduğu bir anayasal an olacaktır.
Birçokları için Kongre bir hayal kırıklığıydı, çünkü 2040 yılına kadar binaların zorunlu olarak derinlemesine yenilenmesi gibi bazı teklifler dikkate alınmadı. İnsanlara “ne yapılması gerektiğine siz karar verin” deyip, cevabın beğenmediğiniz kısımlarını görmezden gelmek riskli değil mi?
Fransız örneği, açık bir demokrasinin neye benzeyeceğinin yakın tarihli ve umut verici bir örneğidir; ancak ideali bu değildir. Eski sistem, her şeyi tamamen aynı tutmak için, uygulamada elbette demokratik yenilikleri benimsemeye çalışacaktır. [İtalyan yazar] Lampedusa’nın ünlü dizesini hatırlatıyor: “Her şeyin değişmesi gerekiyor ki her şey aynı kalabilsin.”
“İrlandalı politikacılar, Fransız Parlamentosu’nun bazı üyelerinin İklim Kongresi’ne yaptıkları gibi bu meclisi tehdit olarak görmek yerine, bunu bir fırsat olarak gördüler.”
Katılımcı deneyleri, mevcut karar alma gücü yapısına dokunmadan, sistemi meşrulaştırmak için kullanmak, iktidar konumunda olanlar için caziptir. Bu, iktidarın bir kriz döneminde, halkı dinliyormuş gibi görünerek meşruiyetini yeniden kazanmaya çalıştığı bir ‘katılım-badanası’ biçimidir. Bu çok tehlikeli bir hareket; çünkü demokratik katılıma eşlik eden zımni veya bazen açık etki vaadinin yerine getirilmemesi çok uzun zaman süremez. Hüsrana uğramış insanları, aşırı sağın kollarına atma riski vardır. Çok iyi tasarlanmamış, Hükümet tarafından minimal düzeyde algılanan bir uygulama olsa da, Büyük Ulusal Tartışma, sarı yelekliler protestolarından sonra bir anlık sosyal barışı getirdi ve Macron’un popülaritesini geçici olarak artırdı. İnsanlar katılımcı deneylere bir şans vermeye isteklidir, ancak onları tekrar tekrar hayal kırıklığına uğratamazsınız.
Bazı yerlerde doğru anlaşıldı mı?
İrlanda, önce pilot bir yurttaşlar meclisi ve ardından hibrit bir format deneyerek aşamalı olarak daha fazla katılıma doğru ilerledi. 2012 yılında, evlilik eşitliği konusunda, 66 seçilmiş yurttaş ve 33 politikacı ile bir başkandan oluşan, bir meclis vardı. Birkaç ay boyunca politikacılar ve sıradan yurtaşlar birlikte çalıştı. Politikacıları süreçle uzlaştırdıktan ve 2015’te evlilik eşitliği yasalaştıktan sonra, kürtajın suç olmaktan çıkarılması konusunda başka bir yurttaşlar meclisi düzenlemeye karar verdiler. Bunda rastgele 99 yurttaş seçildi. İrlandalı parlamenterler ve politikacılar, Fransız Parlamentosu’nun bazı üyelerinin İklim Kongresi’ne yaptıkları gibi bu meclisi tehdit olarak görmek yerine, bunu bir fırsat olarak gördüler. Sonunda, kürtajı suç olmaktan çıkaran referandum, 2018’de yüzde 66,4 kabul oyuyla geçti.
Müzakereci demokrasi genellikle, kurumların sıralamasını değiştirmeye odaklandığı için eleştiriliyor. Demokrasinin özü toplumda bulunmaz mı? Yani prosedürlerde ve oylama sistemlerinde değil; sendikalarda, basında, toplumsal hareketlerde, siyasi partilerde.
Sivil toplumu oluşturan dernekler esastır. Onlar demokrasinin ‘yazılım’larıdır. Ama benim için siyasi iktidarı yapılandıran kurumlardan oluşan demokrasinin ‘donanımı’, teşvikleri şekillendirdiği için hayati önem taşıyor. Açık demokrasi, bir kez uygulandığında, bu zengin grup ve toplumsal hareket ekolojisine ev sahipliği yapabilecek yapılar oluşturan bir dizi kurumsal ilkeye dairdir. Demokrasilerimiz, öylesine açık ve geçirgen olacak şekilde yapılandırılmalı ki, toplumsal hareketler içeri akabilsin, alanı işgal edebilsin ve kendilerini ifade edebilsin.
‘Black Lives Matter’ gibi hareketler, temsili olmayan seçim politikalarına rağmen, gündemi kesinlikle şekillendirmeyi başardı; ancak işleri bu şekilde yapmanın maliyetine bakın. Benzer şekilde, hükümetin dinlemesi için protestolarda kaç sarı yeleklinin ağır şekilde yaralanması gerekiyordu? Bir şeyleri parçalayarak demokrasiyi kırıp açan toplumsal hareketlerimiz olmasındansa, demokrasiyi en baştan açmalı ve insanları içeri davet etmeliyiz. Engelleyici bir tasarımdır: Bir kale inşa ederseniz, insanlar duvarlara tırmanmalı ve pencereleri kırarak içeri girmeli ve bir etkide bulunmak için çaba göstermelidirler ve bununla birlikte toplumun kıyısında kötü şeyler de olacaktır. İnsanların söylediklerinin dinleneceğini, saygı duyulacaklarını ve ciddiye alınacaklarını bildikleri samimi bir alan oluşturursanız, bu tamamen farklı bir hikayedir.
“Demokrasilerimiz, öylesine açık ve geçirgen olacak şekilde yapılandırılmalı ki, toplumsal hareketler içeri akabilsin, alanı işgal edebilsin ve kendilerini ifade edebilsin.“
Sendikacılıkla paralellik var. Fransız sendikacıların sokaklarda ayaklandığını görmek alışılmadık bir şey değil, ancak bu eğilim Almanya’da yok, çünkü yapısal olarak onların bir söz hakları var.
Açık demokrasinin sadece hükümete değil, aynı zamanda firmaların yönetimine de uygulanması gerektiğine inanıyorum. Patronlar ve işçiler arasında, deyim yerindeyse dışarıdan savaşan sendikalarla bir çatışma yaşamak yerine, işçilere yapısal olarak güç veren Alman modeline daha yakın bir şeye sahip olmak daha iyidir. İşleri ve stratejik kararları sadece bir defalık yollarla veya belirli bir konjonktürde baskı uygulamak için yeterli güce sahip oldukları için değil, aynı zamanda yönetim kurulundaki temsilcilerle birlikte masada resmi, kalıcı bir sandalyeleri olduğu için etkileyebilirler.
İklime geri dönersek, ekolojik krizin ölçeği, demokratik bir toplumun bu mücadeleyi gerçekten üstlenmesi için bu tür bir açık süreci gerektiriyor mu?
İklimin şu anda nasıl çok önemli bir konu teşkil ettiğinin, ölçeğinin çok büyük olmasıyla ilgili olduğundan emin değilim. Fransız İklim Kongresini ilk duyduğumda gerçekten şüpheciydim. Tuhaf bir konu seçimi gibi görünüyordu – iklim değişikliği son derece teknik, bilimsel ve küresel bir meseledir ve Fransa düzeyinden ziyade kesinlikle emisyonların yüzde 1’inden sorumlu olan Çin, ABD, Hindistan ve Brezilya gibi büyük kirleticiler arasında uluslararası zirveler yapılmasını gerektirir.
Fakat hayır, iklim sorunları yerel olarak sosyal adaletle derinden bağlantılı ve insanların bunlarla her düzeyde mücadele edebilmesi gerçekten önemli. İklim Kongresi’nin tartışmalarının çoğu iklim değişikliğinin ötesine geçti: biyoçeşitlilik kaybı, ekilebilir arazilerin yok olması ve ormanların ve kırsal alanların durumu hakkında konuştular. Esasen, çevresel adalet. Konuşma, küresel iklim değişikliği kavramından, soluduğunuz hava, içtiğiniz su ve doğaya erişim açısından bunun kişisel olarak ne anlama geldiğine taşındı. İklim, yurttaşların ihtiyaçlarına çok temelden hitap ediyor. Aynı şey, diğer konular için de yapılabilir. Göç, pek çok ülkede tabu bir konudur; ancak zamanla ve mini-kamularda müzakere yoluyla, tartışma muhtemelen şimdikinden çok daha pratik, nüanslı ve ortak akla dayalı çözümler haline gelecektir.
Dünya genelinde küreselleşme, ulusal hükümetlerin gücünü azalttı. AB’nin mantığının bir kısmı, bu gücü geri almaktır. Açık demokrasi, ulusal olanın ötesinde katkıda bulunabilir mi?
Kesinlikle. Geçenlerde, Avrupa Birliği’nin kalıcı bir kurumu olarak bir Halk Meclisi oluşturulması fikriyle eğlenerek bir makale yazdım. Avrupa’nın her yerinden rastgele seçilmiş 499 vatandaştan oluşan bir grup hayal ediyorum. Atina’da bir pansiyon işleterek geçimini zar zor sağlayan Yunan bir kadın olan Angeliki, aniden kendisini önümüzdeki üç yılı Brüksel’de geçirmeye davet eden bir mektup alır. Heyecanlıdır, çünkü tüm Avrupa Birliği’nin geleceğini kıtanın her yerinden insanlarla birlikte şekillendirmek, bağlantılar kurmak, yeni beceriler geliştirmek ve yeni bir şeyler keşfetmek için bir şans demektir.
Avrupa Birliği, daha demokratik olabilmek için daha fazla katılım hakkı getirmesi gerektiğini kabul etmelidir. Çünkü şu andaki haliyle AB kurumlarının gündemine bir şeyler getirmeye çalışana iyi şanslar! Elbette yurttaş girişimleri var; ama birçok teknik kısıtlaması var ve çok sayıda imza gerektiriyor.
AB’nin de daha fazla müzakereye ihtiyacı var – gerçek ve görünür müzakere. Bu muhtemelen Avrupa Parlamentosu’na çok daha fazla yetki vermek anlamına geliyor; ancak aynı zamanda, yeni müzakere alanları için kaynak tahsis etmek anlamına da geliyor.
Ayrıca, AB’nin çoğunlukçu karar almaya ihtiyacı var. Oybirliği gereklilikleri nedeniyle çok sık felç olur. Eğer bir Avrupa halkıysak, anlaşmazlıkları çözmek için bir noktada çoğunluğa uymak zorundayız. Son olarak, AB’nin daha fazla şeffaflığa ihtiyacı var. Avrupa kurumları bürokratik, opak ve anlaşılmazdır. Benim için Brexit oyu, Avrupa Birliği’nin demokratik olmayan doğasının açık bir şekilde kınanmasıydı. Doğru hareket olduğundan emin değilim, ama teşhisin doğru olduğunu düşünüyorum.
Açık demokrasi küresel düzeyde nasıl işleyebilir?
İklim değişikliği veya küresel ekonomik adalet gibi konuları müzakere etmek için toplanmış, dünyanın her yerinden seçilmiş 1000 yurttaştan oluşan rastgele bir grup hayal edin. Mümkün mü? Kültürel yanlış anlamalar olmayacak mı? Zorluklar, bizi denemekten caydırmalı mı? Sanmıyorum – yapılabileceklerin yüzeyini daha yeni kazımaya başlıyoruz. STK’lar ve akademisyenler şu anda Glasgow’daki COP26 iklim konferansının yan etkinliklerinde gerçekleşecek ilk Küresel İklim Meclisini topluyorlar. Bu zaten oluyor.
Birkaç yıl önce Open Democracy başlıklı kitabımı yazmaya başladığımda, bazı meslektaşlarım onu son derece radikal, ütopik, felsefi ve gerçeklerden kopuk olarak gördüler. Ama üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra, gerçeklik arkadan yetişiyor. Mali kriz, Donald Trump’ın seçilmesi, Brexit ve şimdi pandemi, statükoyu patlattı ve kavramsal olarak hayal edilebilecek olanın alanını genişletti. Kalıpların dışındaki çok az düşünce ile bir dar görüşlülük çağında yaşıyorduk. Seçilmiş temsilcilerle kapitalist sosyal demokrasi ve koşulsuz, sorgulanamaz bir kısıt olarak küreselleşme vardı. Ama şimdi, mali kısıtlar, denk bütçeler, devlet müdahalesinin en aza indirilmesi – bunların hepsi pencereden uçup gitti. Bu noktada bir şey yapabilirsek, neden bu açık bir demokrasi olmasın?
DİPNOTLAR:
[1] Hélène Landemore, demokratik teori, Aydınlanma düşünürleri, politik epistemoloji, anayasal teori ve sosyal bilimler felsefesi ile ilgilenen bir siyaset teorisyenidir. Son kitabı Open Democracy: Reinventing Popular Rule for the 21st Century (Princeton University Press, 2020).
[2] Ç. N.: Yazar, Machiavelli’nin “Prens” adlı kitabına gönderme yapıyor.
26 Mayıs 2021’de Green European Journal’da yayımlanmıştır.
https://www.greeneuropeanjournal.eu/no-time-for-castles-from-closed-to-open-democracy/ adresinden indirilmiştir.
GÖRSEL TASARIM: Olcay Özkaplan