GELECEKTEN BEKLEDİKLERİMİZ

Pandemi ile iyice rayından çıkan sosyal yaşamımız öyle çalkantılar yaratmasa da, sürekli ve büyük değişimler geçiriyor. Bu, bütün dünyada böyle. Ne var ki, ülkemizdeki özgün koşullar nedeni ile bu değişim süreci daha sancılı ve çalkantılı ilerliyor. Bunda iktidarın statükoyu koruma gayreti kadar, bugüne değin pekiştirdiği yapının hiçbir esnekliğinin olmayışının önemli bir payı var. Kendisine öyle bir yapı inşa etti ki, en küçük parçasının değişmesi bile yapının tamamını sarsacak sonuçlar doğurabilir durumda. Bu çerçeve içerisinde değerlendirince, Paris İklim Anlaşmasını imzalaması gibi çok önemli bir gelişme bile, iklim krizi ile mücadele eden kesimde fazla bir heyecan yaratmadı. Öte yandan, son birkaç yıldan beri izlenen ekonomik politikalar, ekonomik koşulları ne kadar kötüleştirse de, az önce değindiğimiz yapısal özelliğinden dolayı sistem alternatif ya da nispi rahatlama sağlayacak politikaların benimsenmesi yönünde bir esneme gösteremiyor. Bu yüzden, ülkenin tarımı başta olmak üzere, her sektör gün geçtikçe daha kötüye gidiyor. Yaklaşan seçimler ve kaybetme olasılığının günden güne güçlenmesi, iktidarı objektif kriterlere göre adım atmaktan gittikçe daha çok uzaklaştırıyor. Bu sayıda yer verdiğimiz iklim ve çevre gönüllüsü, biyolog ve Buğday Derneği Strateji Kurulu üyesi Güneşin Aydemir ile yaptığımız söyleşi, yaşadığımız tahribat ve kalkınmacı politikaların bizi getirdiği yeri kavramak açısından önemli bir perspektif sunuyor. Söyleşide çözüm olanakları ve bu tahribatın onarılması ile ilgili ipuçlarını bulmak mümkün. Bu bağlamda Aydemir’in ortaya getirip koyduğu sorular etrafında daha fazla konuşmamız gerekiyor:” Bu noktada bir karar verelim. Bizim amacımız ne? Dünyayı mı kurtarmaya çalışıyoruz? Kendimizi mi kurtarmaya çalışıyoruz? Hiç bir şey umurumuzda değil mi?”


Geçen sayımızdaki bir makalede de atıfta bulunulan, ortak mülkiyet sistemlerinin (müştereklerin) yönetiminin doğru şartlarda etkili biçimde işleyebileceğini savunan,  Nobel ekonomi ödüllü ilk kadın yazar Elinor Ostrom’un araştırmalarından hareketle UNESCO’nun İnsan ve Biyosfer programı çerçevesinde hazırlanan Türkiye’den bir örneği ve hükümet eli ile nasıl boşa çıkartıldığını Sema Alpan Atamer aktarıyor. Kırklareli “Yıldız Dağları Biyosfer Alan Projesi” olarak hazırlanan bu proje, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem gibi müştereklerin toplum temelli demokratik mekanizmalarla nasıl sürdürülebilir kullanılıp, korunacağını gösteren ilham verici bir örnek.


Yukarıda bir ucundan değindiğimiz koşullar için Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Fuat Keyman, 2000’ li yıllardan beri içinde bulunduğumuz dönemi; çok doğru bir şekilde, eskinin öldüğü, ama yeninin doğmadığı bir “risk dünyası” olarak niteliyor. Keyman’ın da belirttiği gibi dönemin içerdiği pek çok belirsizlik var. Ama belki de yaşananları yeninin doğuşunun sancıları diye nitelemek de mümkün. Bunu söyleyebilmek için yazarın yeni ve başka bir dünyanın mümkün olmasına olan inancından hareketle, bunun nasıl gerçekleşebileceğinin yollarını keşfedebilmemiz gerekiyor. Keyman bu konuyu Dünya’da ve Türkiye’de demokratikleşme sürecinin kısa bir değerlendirmesi çerçevesinde iklim krizi ile demokratikleşme sorununu birbirinden ayırmayan bir yaklaşımla ele alıyor. Aynı zamanda “Demokrasi-İklim-Ekonomi-Güvenlik dörtgeni üzerinde çalışarak özlediğimiz demokratik, adil ve adaletli toplum yönetimini ve Yeni Türkiye’yi kurabiliriz” derken bu yöndeki umudunu da belirtiyor.


Peki bu demokratikleşme sürecinde geleceğe dair hedefler nasıl gerçekleşecek? Bunun yolu siyasetten geçmiyor mu? Ancak, bu anlamda siyaset alanını, her toplumsal kesimin kendi amaç ve ideallerini öne çıkaran bir siyaset izleyerek doldurduğu geçmiş dönemden siyasi partilerin aralarındaki farkların giderek belirsizleştiği, tek amacın oyların %51’ini almak olduğu yeni bir döneme girdik. Bir sosyolog ve araştırmacı olan Mehmet Ali Çalışkan yazısında, “siyasetsiz siyaset” olarak nitelediği bu durumun sonuçlarını ve yeşil siyaset bağlamında yeni bir siyasetin imkanlarını değerlendiriyor. Seçmenlerin iktidardan memnuniyetsizlik ile muhalefetin bir türlü tam dolduramadığı seçeneksizlik arasında sıkıştığı günümüzdeki koşullarda, yaklaşan seçimlerde başarılı olmak için nelere dikkat edilmesi gerektiğine değinirken; çevre sorunlarının seçmenlerin dünyasında karşılık bulmaya başlamasını, yeşil siyaset için bir şans olarak ortaya koyuyor. Çalışkan, çevre sorunlarının daha çok sivil toplum alanında olması yüzünden yeşil siyasetin kendisini siyaset alanına bir karar öznesi olarak nasıl taşıyabileceği ve bunun için neler yapması gerektiği hakkında oldukça önemli bir başlık açıyor. Bunun, yani kendisini siyaset alanına bir karar öznesi olarak nasıl taşıyacağı, bugün Yeşiller tarafından cevap bekleyen en önemli soru. Bir parti olarak yeniden yola çıkmaya başlanması ise, bu anlamda cevap arayışında önemli bir adım şüphesiz.

Çevre sorunlarının bugün en önemli kaynaklarından biri haline gelen iklim krizi ile mücadele, yeşil siyasetin en önemli alanlarından biri. Öte yandan iklim krizinin demokratikleşme ile olan bağları en açık şekilde iklim inkarcılığını destekleyen yapılarda görünür oluyor. Çünkü sistemin bunu besleyen ideolojik çerçeveyi korumak için ona uygun bir yapıya sahip olması şart. Bu anlamda küresel ısınma ile mücadele, kaçınılmaz olarak bu yapıyı da çatlatmak, doğurduğu engelleri aşmak zorunda. Progressive Post’un genel yayın yönetmeni, Antropolog ve gazeteci Olaf Bruns ile The New Republic’in kadrolu yazarı Kate Aronoff’un söyleşileri bu açıdan sorunları görebilmek bağlamında ufuk açıcı. Aronoff,  “İklim krizini çözmek için 300 yıllık bir üretim ve dağıtım sistemini, zamanında söküp atamayacağız” tespitinden hareketle yeni inkarcılık konusunda uyarıyor. Son yıllarda artık inkar edilemez bir gerçek haline gelen iklim krizi karşısında fosil yakıt şirketlerinin, yeni stratejiler geliştirerek sorunu başka bir inkar boyutuna taşımalarına değiniyor. Bunu “inkarcılık öldü [tam inkarcılık], yaşasın inkarcılık” diye deşifre ederek yeni inkarcılığın, şu an ne yapılması gerektiğini inkar etmek olduğuna işaret ediyor. Gerçekten de 300 yıllık bir sistemi değiştirdiğinizde, bütün sistemi değiştirmek kaçınılmaz hale gelir. Bunu bilen fosil yakıt şirketleri ve sistemin diğer yapı taşları, bireysel sorumluluğu öne çıkarmaya çalışarak, kendi sorumluluklarını gölgelerken; asıl yapılması gerekenleri gözden kaçırmaya çalışıyorlar. Kate Aronoff, bunlara nasıl karşı konulacağı konusunda ısrarlı bir Yeşil Yeni Düzen (YDD) savunucusu. Aynı zamanda politik bir strateji diye de nitelendirdiği YYD, Aronoff için krize karşı en güçlü argüman.


İklim krizi ile mücadele bağlamında uluslar arası hukukta uzmanlaşmış bir Attac üyesi olan Amélie Canonne ve 350.org’un hareket ortaklıkları yardımcı direktörü Nicolas Haeringer yazılarında Çin’in BM Genel Kurulu’nda yaptığı, ‘yurt dışındaki tüm kömür santrali yatırımlarını durduracağı’ yönündeki sürpriz açıklamasını değerlendiriyorlar. Kömürden çıkışın küresel ısınma ile mücadelede taşıdığı önem açısından Çin’in böyle bir hamle ile, Avrupa ve ABD iklim politikalarını gölgede bırakmayı başardığını ve bunun batılı liderlerin kayıtsızlığını ve sorumsuzluğunu gözler önüne serdiğini ifade ediyorlar. Konuyu kömürden çıkış ekseninde değerlendirirken, tek seçeneğin küçük ölçekli öz-üretimi kolaylaştıran, yerel ihtiyaçlara ve kapasitelere göre paylaşılan ve yeniden bölüştürülen adem-i merkeziyetçi bir enerji sistemi inşa etmek olduğuna dikkatimizi çekiyorlar. Ama bu süreçte küresel enerji krizinden doğan öfkenin ancak bir halk hareketine kanalize edilerek iklim adaletinin sağlanabileceğinin altını da çiziyorlar.


İklim krizi ile mücadelede en duyarlı kesim olan gençler, hemen her yerde ne yazık ki idari mekanizmanın dışındalar. Yönetimde sorumlu yerlerde olanların çok küçük bir azınlığı, 30 yaş ve altındalar. Bu yüzden gençler iklim krizi ile mücadelenin yavaşlığı ve politikacıların oyalamaları karşısında Friday For Future (FFF) gibi hareketler organize ediyorlar. Ancak bu ve gençlerin önderliğindeki hareket ve politik eylemler, onların siyasetten uzaklaştığı efsanesini yıkıyor. Onların bu dinamizmi; demokratikleşme, demokraside yenileşme için çeşitli öğrenme deneyimleri ile büyük bir kaynak sunuyor. Fakat Cenevre Üniversitesi Yurttaşlık Araştırma Enstitüsünden Jasmine Lorenzini’nin makalesinde değindiği gibi, gençlerin kurumsal siyaset ile yeniden eklemleşmelerinin nasıl olacağı ise hala önemli bir problem.


İngiltere Kuzey Norfolk Yeşiller Partisi üyesi ve yazar Alicia Hull, iklim krizi ile mücadeleyi en önemli iş olarak ortaya koyuyor ve bu bağlamda neler yapılması gerektiği hakkında bir eylem planı öneriyor. Daha çok Kuzey Norfolk bağlamında ele aldığı çözümlerin ise, evrensel bir geçerliliği olduğu su götürmez. Bu anlamda ilk başlangıçta ortaya koyduğu şekliyle, hükümetlerin başarısızlığından dolayı güvenilmezliği, aynı zamanda çözümün piyasa güçleri tarafından bulunacağına olan güvensizlikle birleşir ve sonuçta çözümün bu yoldan beklenmesi halinde, uzun yıllar süreceği için iş işten geçme tehlikesi kesindir. Hull, iklim krizi ile mücadelenin bir savaş gibi ele alınıp, hızlı ve toptan bir hareketin gerektiğine işaret ediyor. Bu yüzden krizle mücadelede en önemli gücün, sivil toplum olması gerektiğine ilişkin nedenlerini ve sonuçlarını tartışıyor yazısına. Bu çerçevede alternatif bir ulusal birlik hükümeti kurmak, yurttaş meclisleri oluşturmak gibi adımlar atıldığı ve denetimin tepeden değil tabandan geliştiği bir model aktarmaya çalışıyor.

İklim krizi ile mücadelenin en önemli sorunlarından birisi, halkın ikna edilmesi ve karbon nötr hedefi doğrultusunda yapılacaklara katılımının sağlanması. Yeşiller Partisi eş sözcülerinden Koray Doğan Urbarlı yeşil siyasetin olanaklarının yerel yönetimler penceresinden bir değerlendirmesi olan yazısında, bu açıdan neler yapılabileceğini tartışıyor. Bu anlamda en önemli konu olarak gördüğü katılımı belirterek şimdiye değin yapılan hataları ve yapılması gerekenleri çeşitli açılardan somut olarak örnekliyor.

Her şeyin yerinden oynadığı ve hızla değişmekte olduğu koşullarda iklim krizi ile mücadele ederken alternatif bir yaşam tarzının, yeni koşullara uygun bir sosyal düzenin oluşması kaçınılmaz görünüyor. Eskinin her geçen gün bir yerinden çatladığı bu süreçte, yeninin nasıl inşa edileceği ise en önemli ve acil soru olarak görünüyor. Yeşil siyaset bu anlamda gelişmelerin anahtarı olmaya aday. Ama bu yolda daha alınacak çok mesafe, yapılacak çok iş olduğu da ortada. Üstelik zamanın bu kıtlığına rağmen!


Hep beraber yürümek dileğiyle esen kalın.

Berkay Erkan