Yazan: Ahmet Atıl Aşıcı [1]

Giriş

Türkiye Covid-19 pandemisine halihazırda bir ekonomik kriz yaşıyorken yakalandı. Merkez Bankası rezervleri, Hazine kaynakları çoktan tükendiğinden hükümetin krize karşı alabildiği tedbirler oldukça sınırlı kalıyor. İşten çıkarma yasaklanmasına rağmen işsizlik rekor düzeylerde seyrediyor. İşsizlik sigortası ya da kısa çalışma ödeneği gibi kanallardan yapılan destekler ise çok yetersiz. Yoksullukla beraber artan şiddet, intihar vakaları toplumsal dokunun giderek parçalandığını gösteriyor. 

İflas etmiş ekonomiden hükümetin izlediği sürdürülemez büyüme politikaları sorumludur. Kişi başına 25 bin dolar gibi 2012 yılında açıklanan Vizyon 2023 hedeflerine yakınlaşmak bir yana, 2021 Türkiye’si birçok göstergede 2012’nin dahi bir hayli gerisine düşmüştür. 

Ekonominin rekabet gücünü katma değeri yüksek ürünler üzerinden değil de, zaten yetersiz olan emek ve çevre standartlarını gevşeterek artırmaya çalışan, ahbap çavuş ilişkileri içinde kamu kaynaklarının paylaşımı üzerinden kurgulanan mevcut ekonomik sistem ilk olarak 2018 yazında büyük bir yara aldı. Türk lirası çok kısa bir zaman içinde rekor düzeyde değer kaybetmiş, bu süreçte kuru dengelemek için Merkez Bankası’nın rezervleri hoyrat biçimde harcanmıştır. Gerek ekonomik kriz, gerekse de hız kesmeyen ihtiyaç dışı altyapı yatırımları, işe yaramayan teşvik programları üzerinden Hazine’nin kasası boşalmış, tam da Covid-19 sonrası desteğe ihtiyaç duyan toplumsal kesimler ortada kalmıştır. Covid-19 öncesinde kriz şartlarını yaratan mevcut ekonomi politikalarıdır. Onlar değişmeden krizin geçmesini beklemek mümkün değil. Siyasi iradenin bir makas değişikliğine gidip doğayla ve iklimle uyumlu bir dönüşüm programı hazırlaması gerekiyor. Bunu ekolojik kaygılarla değil, hem ekonomik hem toplumsal hedeflere ulaşmanın en gerçekçi yolu olduğu için başarmalı. 

Bu yazıda küresel düzlemde iklim krizi ve yerel düzlemde Covid-19 kaynaklı ekonomik krize karşı alınabilecek önlemlerden bahsetmeye çalışacağım. Bunun için öncelikle iki krizin ortak kökenlerinin doğru teşhis edilmesi gerekiyor. Sonrasında Covid-19 ve benzeri olası pandemilere karşı daha dayanıklı bir sistemin nasıl kurulabileceğine dair fikirlerimi AB’nin 2019 Aralık ayında açıkladığı Avrupa Yeşil Düzeni gibi iyi bir referans üzerinden, paylaşmak istiyorum.

Covid-19 ve İklim Krizi’nin Ortak Kökenleri

2020 yılının en ilginç fotoğraflarından biri Çin’in pandemi-öncesi ve sonrası uzaydan çekilmiş fotoğraflarıydı. Çin ekonomisi kapanınca enerji talebi ve buna bağlı olarak kömür kullanımı düşmüş, hava da birdenbire temizlenmişti. Uzun yıllardır ilk kez küresel emisyonlar 2020 yılında geriledi. Ekonomik işleyişle emisyonlar arasındaki bağı net bir şekilde ortaya koymasından öte bunda sevinilecek bir yan yok. Milyonlarca kişinin yoksulluğa itildiği bu sürecin sürdürülebilir olmadığı açık. Nitekim ekonomiler yavaş yavaş açılırken emisyonlar da artmaya başladı. İklim krizini çözebilmek için yoksulluğu artırmadan ekonomileri küçültmek ya da üretim sürecini kaynak ve kirlilikten ayrıştırmak gerekiyor. 

İnsanlık bugün bu iki krizden muzdaripse bunun sebebi doğayla kurduğumuz ilişkinin biçimi. Bilimsel çalışmalar bu tür virüslerin yaban hayat içinde hep olageldiğini ortaya koyuyor. Bir zamanlar yaban hayat içinde izole kalan virüsler o alanın daralmasıyla insanlığı tehdit etmeye başladı. İşte bu noktada iklim krizi ile ortak köken karşımıza çıkıyor. İnsanlık olarak böyle üretmesek, böyle tüketmesek, kısaca bu şekilde yaşamıyor olsak ne iklim ne de Covid-19 krizine maruz kalırdık. Eğer bu dünyada varlığımızı sürdürmeye devam etmek istiyorsak, içinde yaşadığımız medeniyetin temel ilkelerine doğanın da hakları olduğu gerçeğini eklememiz ve sistemleri buna göre revize etmemiz gerekiyor. İnsanlığın dünya üzerindeki ayak izini küçültmekten başka çaremiz yok. 

Küresel İklim Rejimi’nin Doğuşu

Küresel boyutlarda afetlerle başlayıp pandemi ile biten 2020 yılında gerçekleşen nadir olumlu şeylerden biri Avrupa Birliği Komisyonu’nun Aralık 2019’da duyurduğu Avrupa Yeşil Düzeni’nin (AYD) ete kemiğe bürünmesi idi. Temel hedefi AB’yi 2050 itibariyle iklim-nötr bir bölge haline getirmek olsa da, bütün ekonomik ve toplumsal sistemi doğayla uyumlu hale getirmeye çalışan uzun vadeli bir dönüşüm programından bahsediyoruz. İkinci olumlu haber ise, ABD’nin Biden’ın iktidara gelmesiyle iklim müzakerelerine geri döneceği ve AB’dekine benzer radikal adımlar atabileceği beklentisinin yükselmesi oldu. Daha ilginç bir haberse Eylül 2020’de Çin’den geldi. Başkan Xi Jinping Çin’in 2060 yılında karbon-nötr bir ekonomi olacağını duyurdu. Bu bağlamda gözden kaçan bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. O da, bu dönüşümün sadece bu 3 ülke değil, ticari ve finansal ilişkilerinin genişliği dolayısıyla tüm dünya ülkeleri için de bağlayıcı olacağı gerçeğidir. Bir diğer ifadeyle, ülkelerin iklim konusundaki tutumları 2020 itibarıyla kendi içişleri olmaktan çıkmıştır. Aşağıda daha detaylı anlatılacağı üzere AYD’nin içerdiği kimi mekanizmalar ve düzenlemeler (Sınırda Karbon Uyarlama Mekanizması ve Döngüsel Ekonomi Düzenlemeleri) AB ile ticaret yapan Türkiye gibi birçok ekonominin iklimle ve doğayla uyumlu dönüşümünü zorunlu kılıyor. Bir diğer açıdan, Çin 2060’a giden süreçte üretimini ve ihracatını karbondan arındırırken Türkiye’nin mevcut sanayi yapısıyla devam etmesi mümkün değil. İçinin nasıl doldurulacağı, ne ciddiyetle uygulanacağı soruları bir yana, küresel üretimin dörtte üçünü yapan AB, ABD ve Çin’in ekonomik yapılarını karbondan arındırmaya karar vermiş olmaları dünyamız ve geleceğimiz için, yine de, iyi bir haber. 

Hükümetler nezdindeki yön değişikliğinin bir benzeri büyük sermaye kesiminde de görülüyor. Vatandaşların ve hissedarların artan çevre hassasiyetine cevaben halkla ilişkiler kaygısı baskın olsa da, reel sektör şirketleri ve bankalar de geleceğin yeşil dönüşümde olduğunu görmeye başladılar. Bugün bir termik santral için alışılageldik kanallardan uluslararası finansmana ulaşmak ya imkânsız ya da oldukça maliyetli. İsmi Avrupa İklim Bankası olarak değiştirilmesi önerilen Avrupa Yatırım Bankası bundan böyle fosil enerji temelli projeleri finanse etmeyeceğini duyurdu. [2]

AYD’yi, iklim krizinin tetiklediği ekolojik hassasiyetler baskısıyla ilan edilmiş bir program olarak görmek yanlış olur. Bir sonraki bölümde AYD’nin kapsadığı politika alanlarına baktığımızda ekolojik hedeflerin çok ötesine geçen bir program olduğunu göreceğiz. Ekonomilerin iklimle uyumlu dönüşümü Covid-19 türü krizlere karşı da direnci artırabilecektir. 

AB AYD Eylem Planı 

Aralık 2019 tarihinde AB Komisyonu başkanı Ursula von der Leyen tarafından duyurulan Avrupa Yeşil Düzeni sanayiden tarıma, ulaştırmadan inşaata hayatın her alanını toplumsal adaleti gözeterek dönüştürmeye aday bir program olarak görülebilir. [3]

Politika alanları ve önerilen düzenlemeler kısaca şöyle sıralanabilir:

  • İklim: 
    • İklim Yasası [4] (2030’a kadar %55 azaltım, 2050’de iklim-nötr ekonomi)
    • Enerji Vergilendirme Direktifi
    • Sınırda Karbon Düzenlemesi
  • Sürdürülebilir Sanayi
    • Avrupa Sanayi Stratejisi [5] (yeşil ve dijital ikili dönüşüm hedefi)
    • Döngüsel Ekonomi Eylem Planı [6]
  • Sıfır Kirlilik
    • Sürdürülebilir Kimyasal Stratejisi [7] (zararlı kimyasalların yerine güvenli alternatifler için inovasyon teşviği)
    • Su-Toprak-Hava Sıfır Kirlilik Eylem Planı [8]
  • Biyoçeşitlilik
    • 2030 Biyoçeşitlilik Stratejisi [9] (korunan bölge ve organik tarımın artırılması; 2030’a kadar 3 milyar ağaç dikimi)
    • AB Orman Stratejisi 2020
  • Tarım
    • Tarladan Çatala Tarım Stratejisi [10] (kimyasal tarım ilaçları, gübre ve antibiyotik kullanımını azaltma; sağlıklı ürüne erişimin kolaylaştırılması)
    • Ortak Tarım Politikası Revizyonu
  • Sürdürülebilir Taşıma
    • Sürdürülebilir ve Akıllı Hareketlilik Stratejisi [11] (farklı taşıma alternatiflerinin yaygınlaştırılması; otonom mobilite; fosil yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması; Emisyon Ticaret Sistemi (ETS)’nin deniz ve havayollarına genişletilmesi)
    • Kombine Taşımacılık Direktifinin Revizyonu
    • Alternatif Yakıtlar Altyapı Direktifi [12] ve TEN-T (Trans-Avrupa Ulaşım Ağı) Yönetmeliği revizyonu (2025’e kadar 1 milyon şarj istasyonu; sıfır ve düşük emisyonlu kara ve deniz taşıtlarının yaygınlaştırılması)
  • İnşaat ve Renovasyon
    • Renovasyon Dalgası [13] (renovasyon ile enerji maliyeti ve enerji yoksulluğunun düşürülmesi; binaların ETS’ye dahil edilmesi; sosyal konutlara öncelik)
    • Yapı Ürünleri Yönetmeliği’nin Revizyonu [14] (inşaat malzemelerinde geri dönüşüm oranının artırılması)
  • Temiz Enerji
    • Trans-Avrupa Enerji Ağları (TEN-E) Yönetmeliği’nin Revizyonu
    • AB Enerji Sistemi Entegrasyon Stratejisi (atık enerjinin değerlendirilmesi; karbondan arındırılması zor sektörler için hidrojen ve düşük karbonlu yakıtların geliştirilmesi)
    • Metan Stratejisi
    • Açık Deniz Rüzgâr Enerjisi Stratejisi (açık deniz rüzgâr enerjisi kapasitesinin 2050’ye kadar 25 kat artırılması)
  • Adil Geçiş Mekanizması [15]
    • Adil Geçiş Fonu (dönüşümün toplumsal kayıplarını asgari düzeyde tutmak için bölge ve sektörlere harcanacak 40 milyar avro ve onun özel sektörde tetikleyeceği 100 milyar avroluk kaynak)
    • InvestEU (dönüşümden olumsuz etkilenecek bölgelere yatırımın teşviği)
    • Kamu Sektörü Kredi Kolaylığı (AB bütçesinden 1,5 milyar avroya kadar hibe; Avrupa Yatırım Bankası’ndan 10 milyar avroya kadar kredi desteği)

Yukarıdaki listeden de görüleceği gibi Avrupa Yeşil Düzeni sadece iklim hassasiyetini yansıtan bir programdan çok daha kapsamlı bir vizyona sahip. Bu fikriyatın gelişiminde tarihten alınan derslerin de büyük payı var. İlk büyük ders 1930’larda uygulamaya konulan Yeni Düzen programıdır. 1929 Büyük Buhranı ekonomik ve finansal sistemi yıkarken ABD’de iktidara gelen Roosevelt krizin salt ekonomik tedbirlerle atlatılamayacağının farkına varmıştı. Daha doğrusu, gelir dağılımı ve emek haklarına hitap etmeyen bir programın başarısı şansı yoktu. Adı üzerinde Yeni Düzen ancak gelir dağılımına ilişkin radikal reformları içeren bir program olarak halkın teveccühünü kazanabildi. 2. Büyük Buhran olarak adlandırılan 2008 Küresel Ekonomik Krizi sonrası da benzer bir aydınlanma yaşandı denebilir. O yıllarda Yeşil Yeni Düzen kavramını halk arasında ilk yaygınlaştıran Avrupa Yeşil hareketinin yürüttüğü kampanyalar oldu. 2010’larda küçük bir grubun gündeminde olan kavram 2020 itibarıyla ana akım siyaseti zorlayarak merkeze taşındı ve resmiyet kazandı. Tarihten alınan ikinci ders de, 2008 Krizi’ne karşı uygulanan teşvik programlarının niteliği ve sonuçlarına ilişkindir. Türkiye harıl harıl termik santral inşa etmeye, o santrallerde yakmak için kömür üretimini artırmaya devam ederken, o dönemde birtakım ülkeler ekonomiyi toparlamak üzere tasarladıkları teşvik programlarını fosil enerjiden çıkış için bir fırsata dönüştürdüler. 2010-2020 yılları arasında AB ve Türkiye ekonomilerinde yaşananlar bu seçimin ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor. Türkiye, içine sokulduğu enerji-karbon-kaynak yoğun büyüme patikasında önce Soma-Ermenek facialarını yaşadı, 2010’lu yılların sonuna büyük oranda iflas etmiş bir inşaat ve enerji sektörü ile gelebildi. AB, ABD ve Çin gibi ülkelerde ise karbonsuz ekonominin altyapısı oluşturuldu, ve temiz teknolojilerin gelişme hızı inanılmaz arttı. 2010’larda temiz teknolojilerin teşvik edilmesi sayesinde bugün güneş enerjisi ve elektrikli otomobiller oldukça yaygınlaşmış durumda. Sıfır karbonlu çelik, hidrojen yakıtı gibi inovasyonlar da benzer bir süreci yaşayacaklar. Dünyamızın bu ve benzeri temiz teknolojileri acilen geliştirmesi gerekiyor. Bu süreç hükümetlerin tasarladıkları politikalara ve ayırdıkları kaynağa bağlı olarak uzayabilir de kısalabilir de. 

2008 Küresel Krizi sonrası açıklanan paketler ‘yeterince’ yeşil dönüşüm odaklı olsaydı, 10 yıl sonra yaşanan COVID-19 krizinin ekonomik ve toplumsal maliyeti bu denli yüksek olur muydu?” sorusu düşünülmeye değer. İçinden geçtiğimiz sürecin yıkıcılığı, talebi ve istihdamı canlandırırken, aynı zamanda sürdürülebilir ve krizlere dayanıklı ekonomik yapıların inşasının ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Krizle karşı karşıya kalan her ülkenin kısa vadede ekonomiyi hareketlendirme ve kurtarma planlarında seçeceği iki yol bulunmaktadır: İlki güçlü ve dayanıklı enerji sistemlerine geçişi destekleyecek teşviklerin uygulamaya konması; diğeri ise, orta vadede atıl kalma riski taşıyan yatırımların desteklenmesidir. 

AYD kapsamında AB içinde 2030’a kadar harcanacak 1 trilyon avroluk kaynak ve onun tetikleyeceği özel yatırımlar gelecek için umut verici. Diğer ülkelerin de benzer bir dönüşüme, ister istemez, başlamaları şaşırtıcı olmayacaktır. Nitekim, ABD, Çin, Güney Kore gibi küresel üretim merkezlerinde bu dönüşümün ilk nüveleri görülmeye başlandı bile. 

Türkiye İçin Riskler ve Fırsatlar

Dünya yeni bir yol ayrımında büyük oranda iklimle ve doğayla uyumlu dönüşümü seçmişken Türkiye’nin de tarafını doğru seçip acilen yola koyulması gerekiyor. Eski dünyadan kalma alışkanlıkla çevresel hedefleri zengin ülkelerin sahip olabileceği bir lüks olarak görme yanlışından dönülmesi gerekiyor. Yeşil Yeni Düzen çevresel olduğu kadar ekonomik ve toplumsal hedefleri de aynı potada buluşturabilen en gerçekçi programdır. Diğer ülkeler kadar Türkiye’nin de mevcut ekonomik ve toplumsal krizine tek çare Yeşil Yeni Düzen politikalarıdır.

Bu gidişatın dışında kalmanın ya da ters istikamette ilerlemek konusunda ısrar etmenin kısa, orta ve uzun vadede büyük ekonomik ve siyasi maliyetleri olacaktır. 

Ekonomik olarak kısa vadede ortaya çıkan en büyük risk kaynağı AYD’nin Türkiye ihracatına yapacağı olumsuz etkidir. İhracatının %50’sini alan taraf olarak AB Türkiye için vazgeçilemeyecek bir pazardır. Ancak 2020’de AYD ile bu pazara ulaşmanın maliyetleri artmış durumda. Bu maliyet artışının ilki Sınırda Karbon Uyarlaması Mekanizması kanalıyla gerçekleşecektir. 

Sınırda Karbon Uyarlaması Mekanizması

2022’de devreye girmesi beklenen düzenleme ile AB sınırdan geçen ürünleri içerdikleri karbon-yoğunluğuna göre vergilendirmeye başlayacaktır. AB, 2005 yılından beri üye ülkelerde demir-çelik, enerji santrali, çimento, kimyasallar gibi enerji ve karbon-yoğun sektörleri ETS adını verdiği bir sistemle vergilendirmektedir. Buna göre belli bir büyüklüğün üzerindeki tesisler (2018 itibariyle 11 bini aşkın tesis) üretim sürecinde bacalarından çıkan sera gazlarının her 1 tonu için 30 Avro civarında sisteme para ödemek zorundadır. AYD ile ETS’nin hem sektörel hem de coğrafi kapsamı genişleyecek hem de ton başına ödenecek ücret iklim hedefleriyle uyumlu biçimde artacak. Kuşkusuz AB bunu, birliğe dahil olmayan ülkeleri cezalandırmak için yapmıyor. AB içi üretim maliyetlerini artıran ETS, literatürde karbon kaçağı olarak adlandırılan, birtakım sektörlerin birlik dışına kaçması sorununa yol açmakta. Bunun AB açısından iki sakıncası var, ilki (AB içinden Türkiye’ye taşınan çimento fabrikası nedeniyle) AB içinde üretim ve istihdam kaybı), ikincisi de, AB sera gazları düşerken (Türkiye’de sera gazları düzenlenmediği için) küresel emisyonların aynı oranda, hatta daha da yükselmesi). Sınırda Karbon Uyarlaması (SKU) bu sorunlara cevaben hazırlanmış bir düzenlemedir. Bunun anlamı AB içindeki ve dışındaki üreticilerin karbon maliyetlerinin eşitlenmesidir. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, Türkiye’nin 90 milyar avro düzeyindeki AB ihracatı için sınırda ödeyeceği miktar, karbon fiyatına (ton başına 30 ve 50 avro) bağlı olarak 1,1-1,8 milyar avro gibi oldukça önemli bir tutardır [16]. Bu maliyet sektörler arasında eşit dağılmıyor. Örneğin SKU’dan en olumsuz etkilenecek sektörün, kazancının nereyse %13 ila 18’ini AB’ye geri ödemek zorunda kalacak olan çimento sektörü olduğu görülüyor. Bu çok yüksek bir oran ve pratik olarak AB’ye çimento ihracatının bitmesi anlamına gelmektedir. Etkiler tabii ki çimento sektörüyle sınırlı kalmayacak, Türkiye’nin milli gelirine ve istihdamına olumsuz dolaylı ve dolaysız etkileri olacaktır. Bu, az ya da çok diğer ihracatçı sektörler için de geçerlidir. Peki Türkiye bu riski nasıl bertaraf edebilir? Tabii ki dönüşerek, ancak bu dönüşümün 2022’ye yetişmesi mümkün değil. Daha da ötesi ülke çapında tutarlı bir iklim ve dönüşüm programı olmadan orta vadede de başarılması mümkün değil. Dönüşüm maliyetli ve zaman alıcı bir süreçtir. Türkiye ne yazık ki Kyoto İklim Müzakerelerin’den bugüne kendini hapsettiği konumundan dolayı treni kaçırmak üzere, hatta kaçırdı denebilir. Dünya Bankası ortaklığında 2014 yılında başlayan karbon fiyatlama sistemi kurmaya ilişkin araştırma ve geliştirme programı (PMR-Türkiye) 2021’de sonlanmış, birçok mevzuat hazırlanmış ve pilot uygulamalar yapıldığı halde sistem hayata geçirilememiştir [17]. Bu bağlamda kısa vadede atılacak en acil adım ETS ile uyumlu bir Türkiye Sera Gazı Emisyon Ticaret Sistemi’nin kurulmasıdır. Bu sistemle AB’ye her yıl sınırda ödenecek 1,1-1,8 milyar avroluk kaynak Türkiye’de kalabilir ve sektörlerin dönüşümü için harcanabilir.

Döngüsel Ekonomi Düzenlemeleri

Üret-tüket-at şeklinde lineer olarak organize olmuş bir ekonomik sistemin dünyanın kısıtlı kaynaklarıyla uyumlu olmadığı kolayca görülebilir. Evlerimiz, ne yapacağımızı bilemediğimiz elektronik çöplerle dolu. İşin bir de sağlık ve kirlilik yönetimi tarafı var. Mikroplastik kirliliği had safhaya ulaşmış durumda. Döngüsel ekonomi, üret-tüket-tekrar-kullan-üret şeklinde farklı bir ekonomik işleyişi öngörüyor. Geri dönüşümün yaygınlaştırılması ön planda olsa da döngüsel ekonomi bununla sınırlı değil. Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu düzenlemeleri ile şirketlerin sorumluluğu tüketim aşaması ve sonrası döneme genişletilecek. Ürün tasarımları uzun ömür, kolay tamir edilebilirlik, farklı amaçlarla kullanılabilme gibi farklı ölçütler üzerinden revize edilmek durumunda kalacak. Ürünlerde belli oranda geri dönüşümlü malzeme kullanmak, tüketim sonrası bu ürünlerin şirketler tarafından toplanması şartı, bu ürünleri üreten şirketleri yine benzeri bir dönüşüme zorluyor. Ürünleri bu kriterleri sağlamayan üreticiler (döngüsel ekonomi etiketi alamamış) AB pazarından men edilecek. SKU gibi bu düzenlemenin de Tekstil, Beyaz-Eşya, Makine, Otomotiv, Elektronik sektörleri için ciddi maliyetleri olacaktır. Söz konusu sektörlerin AB’nin Eko-Tasarım gibi eski tarihli düzenlemeleri ile zaten belli bir aşamaya gelmiş olmaları iyi haber olsa da, enerji etkinliğinin ötesinde katedilmesi gereken ciddi bir yol vardır.

Siyasi ve Finansal Riskler

Tüm bu dönüşümler ciddi miktarda bir mali kaynak gerektiriyor. Sırf enerji sektörünün karbondan arındırılması için gereken kaynak yıllık 13,5 milyar dolar düzeyinde seyrediyor [18]. Türkiye’nin kendi kaynaklarıyla bu dönüşümü finanse edebilmesi kısa ve orta vadede mümkün değil. Siyasi ve ekonomik belirsizlikler sebebiyle dış yatırım çekme konusunda sıkıntılar halen devam ediyor. Ne var ki, dünyada bu dönüşümü mümkün kılabilecek, “küresel iklim fonu” denilen havuz giderek derinleşmekte. Bu kaynağa erişmenin en önemli şartı aktif bir iklim politikası uygulamak ve dönüşüme istekli olmak. Günümüz Türkiye’sinin eksiği budur. Türkiye 2015’te taraf olduğu Paris İklim Anlaşması’nı parlamentosunda onaylamamış birkaç ülkeden biridir. Oysa Paris’te BM’ye taahhüt edilen 2030’da %21 azaltımla hedeflenen 960 Mt CO2e düzeyine iklim alanında hiçbir düzenleme yapmadan (yani mevcut yapı korunarak) dahi ulaşmak mümkündür. Ülkelerin gönüllü bildirimleri temelinde oluşturulan bu hedefler ile küresel iklim değişikliğinin kontrol edilemeyeceği gerçeği ortada olsa da, Türkiye’nin bu hedefi bile ciddiye almamasının birtakım siyasi sonuçları olacaktır. Avrupa Yeşil Düzeni AB’nin temel referansı haline geldikçe AB-Türkiye ilişkilerinde iklim politikası uyumsuzluğundan kaynaklanan sorunlar her geçen gün artabilir. Halihazırda AB ile yürütülmekte olup da çıkmaza giren Gümrük Birliği Modernizasyonu müzakereleri buna en güzel örnektir [19].

Sonuç Yerine

Doğayla uyumsuz ekonomik sistemin ortaya çıkardığı Covid-19 ve iklim krizlerinden çıkışın yolu bu sistemi dönüştürmekten geçiyor. Bu bir seçim ya da lüks/ihtiyaç ikiliğinde tartışılabilecek bir mevzu olmaktan çıktı ve zorunluluk halini aldı. Dönüşmemenin maliyeti giderek artacak. Önce dönüşenler kârlı çıkacak.

Dönüşüm için ciddi miktarda mali kaynak gerekiyorsa da, esas darboğaz siyasi irade eksikliğidir. AB ülkeleri 2008 Küresel Krizi ile uyanıp ekonomiyi kurtarmak için seferber ettikleri kaynakları fosil enerjiden çıkış için bir fırsat olarak kullandılar ve 10 yıl içerisinde önemli bir yol katettiler. Avrupa Yeşil Düzeni 2019’da açıklanabildiyse bu 10 yıllık hazırlığın sonucudur. Covid-19 pandemisi de AB’yi yolundan döndürememiş, sektörlere desteği doğaya sıfır etki şartına bağlamıştır. AB’nin ardından ABD ve Çin gibi ekonomik güçlerin de benzer yola girmesi yeşil dönüşümün salt ekolojik değil, krizin ekonomik ve toplumsal boyutlarını da gözeten bir yaklaşıma sahip olduğunu gösteriyor.

Türkiye vakit kaybetmeden ekonomik ve toplumsal tüm bileşenleri bir araya getirerek Türkiye Yeşil Düzeni programını oluşturmak için harekete geçmelidir. SKU ve Döngüsel Ekonomi düzenlemeleri ister istemez tüm sektörleri dönüşüme zorlayacaktır. Bu tek tek sektörlerin altından kalkabileceği bir yük değildir, ve ancak Türkiye çapında bir organizasyonla başarılabilir. İklimle uyumlu, toplumsal adaleti gözeten bir yeşil dönüşüm Covid-19 ve benzeri pandemilere karşı da daha dirençli olmayı sağlayacaktır.

DİPNOTLAR

1] Doç. Dr. İTÜ; 2020-2021 IPM-Mercator İklim Değişikliği Araştırmacısı
[2] https://www.eib.org/en/press/all/2019-313-eu-bank-launches-ambitious-new-climate-strategy-and-energy-lending-policy
[3]  http://yesildusunce.org/dl/uploads/yesilavrupamutabakati.pdf 
[4] https://ec.europa.eu/clima/policies/eu-climate-action/law_en
[5] https://ec.europa.eu/info/strategy/priorities-2019-2024/europe-fit-digital-age/european-industrial-strategy_en
[6] https://ec.europa.eu/environment/circular-economy/pdf/new_circular_economy_action_plan.pdf
[7] https://ec.europa.eu/environment/pdf/chemicals/2020/10/Strategy.pdf
[8] https://ec.europa.eu/environment/strategy/zero-pollution-action-plan_en
[9] https://ec.europa.eu/environment/strategy/biodiversity-strategy-2030_en#:~:text=The%20EU’s%20biodiversity%20strategy%20for,contains%20specific%20actions%20and%20commitments
[10] https://ec.europa.eu/food/sites/food/files/safety/docs/f2f_action-plan_2020_strategy-info_en.pdf
[11] https://ec.europa.eu/transport/themes/mobilitystrategy_en
[12] https://www.europarl.europa.eu/legislative-train/theme-a-european-green-deal/file-revision-of-the-directive-on-deployment-of-alternative-fuels-infrastructure
[13] https://ec.europa.eu/energy/sites/ener/files/eu_renovation_wave_strategy.pdf
[14] https://www.europarl.europa.eu/legislative-train/theme-a-european-green-deal/file-revision-of-the-construction-products-regulation
[15] https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/qanda_20_931
[16] https://www.researchgate.net/publication/344350271_Ekonomik_Gostergeler_Merceginden_Yeni_Iklim_Rejimi
[17] https://www.researchgate.net/publication/348306641_AVRUPA_BIRLIGI’NIN_SINIRDA_KARBON_UYARLAMASI_MEKANIZMASI_VE_TURKIYE_EKONOMISI
[18] https://www.shura.org.tr/wp-content/uploads/2020/12/Salgin-_sonrasinda_enerji_donusumu.pdf
[19] https://www.researchgate.net/publication/344350271_Ekonomik_Gostergeler_Merceginden_Yeni_Iklim_Rejimi

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan

BU YAZI, YEŞİL DÜŞÜNCE DERNEĞİ İLE YEŞİL SİYASET DERGİSİ’NİN ORTAK YAYINIDIR.