Yazan: Jakub Majmurek [1]

Çeviren: Cemre Nayir

Popülizmin zirve yaptığı yönündeki tahminlere rağmen, sağ siyasetin otoriter kanadı geçtiğimiz 12 ay boyunca hiç hız kesmedi. Aşırı sağ partiler hala seçimleri kazanıyor ve kaybettiklerinde bile siyaset ve toplum üzerinde derin bir etkiye sahip oluyorlar. Merkezdeki yerleşik nizamın bir kısmı ve ultra zenginler de bu oyuna katılıyor gibi duruyor.

Brezilya’da 2023 yılı, solcu Luiz Inácio Lula da Silva’nın üçüncü bir başkanlık dönemi için göreve gelmesiyle başladı. Ülkeyi 20 yıldan uzun bir süre yöneten askeri diktatörlüğe karşı hayranlığı, homofobisi, iklim ve COVID inkârcılığı ile tanınan aşırı sağcı selefi ve seçimlerdeki rakibi Jair Bolsonaro, Ekim 2022 sonunda halkın oyunu kaybetti.

Fakat siyasi gelişmeler her yerde bu kadar iyi sonuçlanmadı. Sağ dalga Brexit ve Trump dönemindeki kadar yüksek olmasa da, liberal demokrasinin değerlerine düşmanlığıyla aşırı sağ, yerleşik demokrasilerde bile siyasi ana akıma ve tartışmalara nüfuz etmiş durumda.

Radikal sağ, toksikliğini maskelemeyi başardı…

Avrupa Birliği’nde aşırı sağ; Fransa, İsveç ve İtalya’daki seçimlerde gözle görülür bir ilerleme kaydetti. Marine Le Pen, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Emmanuel Macron’u bir kez daha yenemese de, partisi Rassemblement National (Ulusal Seferberlik), Haziran 2022 yasama seçimlerinde parlamentonun alt kanadında 89 parlamento üyeliği kazanarak rekor kırmayı başardı. Bir önceki sefer sadece yedi üyelik kazanmıştı.

Fransa’da milletvekilleri tek üyelikli bölgelerde iki turda seçiliyor. Bu sistem, cumhuriyetçi değerlere sadık siyasi partilerden oluşan güvenlik kordonu ile yıllarca aşırı sağı etkili bir şekilde engellemeyi başardı. Le Pen’in adayları ikinci tura kalmayı başarsa bile, diğer partilerin destekçileri güçlerini birleştirerek onlara karşı oy kullandı. Ancak son seçimlerde bu baraj, sonraki seçimlere kadar onarılamayacak derecede hasar aldı.

İsveç’te Eylül 2022’de yapılan seçimlerde, kökleri neo-faşist hareketlere dayanan ve 1980’lerde kurulmuş bir parti olan Sverigedemokraterna (SD, İsveç Demokratları) rekor sayıda oy aldı. Oyların yüzde 20,5’ini alan ve 73 milletvekili çıkaran SD, İsveç parlamentosundaki en büyük ikinci siyasi güç haline geldi. SD resmi olarak Ulf Kristersson’un merkez sağ azınlık hükümetinin bir parçası olmasa bile, bu hükümetin SD desteğiyle ayakta durması, partinin politika oluşturmada ilk kez doğrudan bir etkiye sahip olduğu anlamına geliyor. SD 2010’da oyların sadece yüzde 5,7’sini kazanmıştı, yani sadece dört seçim döneminde oy oranını dörde katlamayı başardı.

İtalya’da yeni başbakan, aşırı sağcı Fratelli d’Italia (FdI, İtalya’nın Kardeşleri) partisinin lideri Giorgia Meloni oldu. FdI, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Benito Mussolini’nin müttefikleri tarafından kurulan, neo-faşist İtalyan Sosyal Hareketi’nin halefi bir başka siyasi güçten; Ulusal İttifak’tan doğmuştur. Dört yıl önce FdI oyların yalnızca yüzde 4,4’ünü alabilmişti. Eylül 2022’de yapılan seçimlerde partinin oy oranı yüzde 26’ya yükselerek, İtalyan sağının ve hükümet koalisyonunun ana gücü haline gelmesini sağladı.

Bu gibi zaferlerin arkasındaki nedenler oldukça karmaşıktır. Liderlerinin daha radikal olan tabanla bağlarını koparmadan, onları merkeze doğru yönlendirebilme becerileri olmasaydı, bu partilerin hiçbiri bu kadar rağbet görmeyi hayal bile edemezdi.  Veya belki de siyasi kimliklerinin en toksik yönlerini, daha ılımlı olan seçmenlerinden daha iyi saklamayı başardılar. Babasının aşırılıklarıyla arasına mesafe koyan ve kurduğu partinin adını değiştirecek kadar ileri giden Marine Le Pen’in benimsediği strateji tam olarak buydu. Georgia Meloni ise bu yaklaşımı başka bir seviyeye taşıdı. Daha önce ‘yerli Avrupalıların’ kasıtlı olarak göçmenlerle değiştirildiğini savunan, ırkçı “Büyük İkame” teorisine verdiği destekle tanınan Meloni, son zamanlarda kendisini sorumlu bir siyasetçi ve hem AB hem de ABD için güvenilir bir ortak olarak konumlandırmak için bir hayli çaba sarf etti. Bunlar arasında Ukrayna’nın kendisini Rus saldırganlığına karşı savunmasına yardım etmenin gerekliliğini vurgulamak ve böylece Silvio Berlusconi ya da Matteo Salvini gibi Putin’le bağlantılı sağcı siyasetçilerle arasına mesafe koymak da vardı.

… fakat otoriter dürtülerini dizginleyemiyor

Bu siyasi makyaj, İtalyan siyasetçi için kârlı oldu. Bu sayede Washington ve Brüksel için daha kabul edilebilir olmakla kalmadı, aynı zamanda başbakanlık yolu da açılmış oldu. Meloni’nin hükümeti Atlantikçi ve genel olarak Ukrayna yanlısı bir çizgi izledi ve Avrupa Birliği’ne karşı, esas olarak İtalya’nın borç yüklü ekonomisinin bağımlı olduğu AB kurtarma fonlarının istikrarlı bir şekilde akışını sağlamak için, genel olarak sorumlu bir yüz sundu.

Ancak ülke içinde, FdI liderinin hükümeti, otoriter ve gerici yönünü törpülemekte o kadar da hızlı davranmadı. İlk yasa tekliflerinden biri, kayıtsız çılgın (rave) partiler [2] düzenleyenleri hedef alan bir yasaydı. Teklifi eleştirenler, kendiliğinden gelişen her türlü protestoyu kriminalize etmek için kullanılabileceğine dikkat çekti ve sonrasında toplumsal baskı, teklifin geri çekilmesine yol açtı.

Meloni’nin zaferi siyasi arenanın dışında da bir etki yarattı. Destekçileri, başta Paolo Berizzi gibi aşırı sağa çalışan İtalyan gazeteciler olmak üzere, siyasi düşmanları olarak gördükleri kişileri tehdit etme ya da onlara şiddet uygulama konusunda cesaretlendirildi. Berizzi, aşırı sağcı aktivizmle ilgili çalışmaları nedeniyle ölüm tehditleri aldığından beri yıllardır 24 saat polis koruması altında yaşıyor. Meloni’nin seçim zaferinin ardından Berizzi şu yorumu yaptı: “Tüm aşırı sağcı dünyası kendine daha fazla güvenmeye başladı ve korunduğunu hissediyor.”

Aşırı sağın ilgi odağı haline gelen bir diğer önemli kişi de İtalya ve İsrail çifte vatandaşlığı olan Filistinli gazeteci ve aktivist Rula Jebreal’dir. Jebreal’in attığı, Meloni’nin seçim kampanyası sırasında ikame komplolarını açıkça desteklediğini hatırlatan tweet’e yanıt olarak İtalyan siyasetçi, sosyal medya üzerinden Jebreal’e saldırdı ve dava açmakla tehdit etti. En sonunda Meloni dava açmamaya karar verse de, Jebreal tehdit ve nefret söylemi yağmuruna tutuldu.

Meloni’nin otoriter iç güdülerinin en güçlü hali, göçmen politikaları üzerinden görülebilir. Başbakanlığının ilk haftalarında Meloni, Akdeniz’den kurtarılan 234 mülteciyi taşıyan Ocean Viking gemisinin herhangi bir İtalyan limanına yanaşmasına izin vermedi. Sonunda Fransa, istemeye istemeye insanlık felaketinin sona ermesi için geminin girişine izin verdi. Bu durum Paris ve Roma arasında anlaşmazlığa yol açtı ve Fransa’nın, İtalya’dan 3.500’den fazla mülteciyi kabul etme planını askıya almasıyla sonuçlandı.

2022 yılının sonunda Meloni hükümeti, Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken zor durumda kalan göçmenlere yardım eden STK’lar için hayatı daha da zorlaştıran yeni düzenlemeleri yürürlüğe koydu. Aktivistler lafı dolandırmıyor: yeni yasalar, çok daha fazla sayıda göçmenin, deniz yolculuklarında hayatta kalmaları halinde ihtiyaç duydukları yardımı alamayacakları anlamına geliyor. Bu kuralları ihlal ettikleri tespit edilen kuruluşlar, denizde mahsur kalan insanlara yardım için kullandıkları gemilere el konulması da dahil olmak üzere şiddetli cezalara maruz kalabilecekler.

“Sağ dalga Brexit ve Trump dönemindeki kadar yüksek olmasa da, liberal demokrasinin değerlerine düşmanlığıyla aşırı sağ, siyasi ana akıma ve tartışmalara nüfuz etmiştir.”

Benzer bir ulusalcı, otoriter düşünce tarzı, İsveç Demokratları tarafından Kristersson hükümetine dayatılmıştır. Koalisyon partileri ile SD arasındaki işbirliği koşullarını belirleyen Tidö anlaşması, İsveç’in BM tarafından üçüncü bir ülkeye yerleştirilmek üzere seçilen mültecilere tanıdığı yıllık yerleştirme kotasının 5000’den sadece 900’e düşürülmesini öngörüyor. Daimi oturma izinleri de kaldırılacak ve kamu makamları İsveç toplumuna entegre olamadığı düşünülen göçmenleri ülkeyi terk etmeye yönlendirecek. İsveç vatandaşlığı talep etmek için gereken kriterler daha katı hale gelecek ve aile birleşimi hakkı kısıtlanacak. Polise yasadışı göçle mücadele için ilave yetki de sağlanacak. İnsan hakları savunucuları bu durumun farklı ırktan kişilere yönelik polis tacizinin artmasına yol açabileceğinden endişe etmekte.

Trump’ın adayları kaybetti, ancak plütokratik popülizm sorunsalı devam etmekte

ABD’de 2022 yılında yapılan ara seçimler öncesinde Donald Trump, bir dahaki sefere zaferin kendisinden “çalınmasına” izin vermeyecekleri sözünü veren bir dizi radikal adayı destekledi. Neyse ki İtalya’nın Kardeşleri ve İsveç Demokratlarının başarılarını elde edemediler. En büyük yenilgiler, oy sayımı ve sonuçların açıklanması da dahil olmak üzere federal seçim idaresinden sorumlu üst düzey makamlara aday olanlar tarafından yaşandı.

Amerikan demokrasisinin hala başa çıkması gereken oldukça büyük iki sorunu var. Bunlardan ilki, şu anda dindar sağ tarafından kontrol edilen Yüce Mahkeme’dir. Mahkeme, kamuoyunun çoğunluğuyla çelişen son derece muhafazakâr bir anayasa yorumunu yürürlüğe koyma yetkisini kullanmaya kararlı olduğunu çoktan gösterdi.

Bu durum, Haziran 2022’de Yüksek Mahkeme’nin Roe vs Wade kararını bozarak kürtaj haklarının ABD Anayasası tarafından korunmasına son vermesiyle derinden hissedildi. Bu hakka erişim şu anda bir posta kodu piyangosuna dayanıyor ve kürtaj bakımı muhafazakâr eyaletlerde büyük ölçüde azaltılırken, siyaseten özgürlükçü eyaletlerde korunuyor veya genişletiliyor.

İkinci sorun Cumhuriyetçi Parti ile ilgili. Reagan döneminde başlayan ve Obama yönetimi sırasında hız kazanan bir süreçte, parti sağa doğru, açıkça otoriter ve anti-demokratik sulara sürüklenmekte. Süreç o kadar ilerlemiştir ki, Demokratların ılımlı kanadından gelen ve her zaman taraflar arasında çalışmaya istekli bir başkan olan Joe Biden bile “Make America Great Again” Cumhuriyetçilerini Amerikan demokrasisine doğrudan bir tehdit olarak tanımladı.

Günümüz Cumhuriyetçi Partisi, demokrasiyi kısıtlamak ve azınlıkçı yönetime izin veren kurumları korumak konusunda ortak çıkarları olan iki grubun fiili koalisyonu halinde. Bunlardan ilki, ABD’yi beyaz Hıristiyanların demokrasisi olarak korumaya kararlı halk ve alt-orta sınıfların beyaz, radikal sağcı kesiminden oluşuyor. Bu grup, azınlıkların veya göçmenlerin özgürlüklerini kısıtlamaya ve statükoyu korumak için otoriter güç yapılarını kabul etmeye hazır. İkincisi ise, özetle daha yüksek vergi ödemelerine yol açabilecek kapsamlı bir demokrasiden korkan Amerikan plütokrasisinden oluşuyor. Bu çıkar ve dünya görüşü birlikteliği, iki Amerikalı siyaset bilimci olan Jacob S. Hacker ve Paul Pierson tarafından “plütokratik popülizm” adıyla tanımlanan modern Cumhuriyetçi Parti ideolojisini meydana getirmekte.

Trump bu ideolojiyi tüm benliğiyle ve yaşam hikâyesinin her anında somutlaştırmıştır. Ancak bir sonraki seçimi kaybetse ya da adaylıktan çekilse bile, bu ideolojinin parti üzerindeki etkisi kolay kolay kaybolmayacaktır.

Plütokratik popülizm, 2022 yılında milyarder Elon Musk’ın Twitter’ı ele geçirmesiyle çarpıcı bir destek kazandı. Demokratlara ve Cumhuriyetçilere eşit mesafede duran ve seçimlerde her iki tarafın adaylarını destekleyen, eskiden kendini “merkezci” olarak tanımlayan Musk, Cumhuriyetçi Parti’nin popülist-otoriter kanadına bağlılığını fiilen ilan etti. Trump’ın dilini kullanmakla kalmadı; internette ifade özgürlüğü konusundaki çatışmada da onun müttefiki olarak davrandı. Twitter’da zorladığı reformlar, platformdaki radikal sağ içeriğin görünürlüğünü artırma konusundaki hevesini açıkça ortaya koyuyor.

Bir sonraki seçim döneminden önce hiçbir şey değişmezse, önemli sosyal medya platformlarından birinin, Cumhuriyetçilerin radikal kanadı tarafından üretilen, örneğin Demokratların seçim zaferlerinin yasallığına meydan okuyan komplo teorilerinin görünürlüğünü arttırarak dezenformasyonun yayılması için işleyen bir makine haline geleceği anlamı taşıyor. Bu durum, o sırada görevinden ayrılmakta olan Trump’ın kışkırttığı Trump destekçilerinin Kongre Binası’na saldırarak Biden’ın zaferinin resmi olarak onaylanmasını engellemeye çalıştıkları 6 Ocak 2021 olaylarından bile daha korkunç gelişmelere yol açabilir.

Üç ekstrem örnek

Belki ilginç şekilde, radikal sağ zaferinin en çarpıcı örneği AB’de görülebilir. Macaristan’da uzun süre başbakanlık yapan Fidesz lideri Viktor Orbán, Batı Avrupa ve ABD’deki sağcı müttefiklerinin ancak rüyalarında göreceği bir şey yaratmayı başardı: devlet kaynaklarının, partinin yüksek mevkilerdeki yandaşlarına servet sağlamak için kullanıldığı bir ‘mafya devleti’. Vatandaşları, hükümetin aşırı güç elde etmesinden korumak için tasarlanmış olan anayasal denetim ve denge mekanizmalarının çoğunu ortadan kaldırdı ve hükümeti eleştiren tüm önemli medya kanallarını baskı altına aldı. Hükümet bu değişiklikleri meşrulaştırmak için, Macaristan’ı Müslüman istilasından ya da George Soros ve “ne idüğü belli” diğer kötülerin üçkağıtlarından toplumu yalnızca kendilerinin koruyabileceğine ikna etmeye yönelik nefret kampanyaları yürütüyor.

“Aşırı sağın yükselişini kontrol altına almak için artık vatandaşını dinleyebilen ve onların iradesini politika değişikliğine dönüştürebilen demokrasilere ihtiyacımız var.”

Bunun sonucunda Macaristan, Avrupa Parlamentosu’nun geçen yıl ‘hibrit seçim otokrasisi’ olarak tanımladığı bir yapıya dönüştü. İttifak halindeki Macar muhalefetinin (başarısız) seçim mücadelesi ve AB’nin doğru yönde atılmış bir adım olan Macaristan’ın uyum fonlarının bir kısmını dondurma kararı bile uzun süren Fidesz iktidarının yol açtığı otoriter değişiklikleri tersine çevirmeye yetmedi.

Budapeşte, uzun zamandır Polonya’daki muhafazakar Birleşik Sağ ittifakı için bir gıpta kaynağıydı. İttifakın en büyük üyesi olan Jarosław Kaczyński liderliğindeki iktidardaki Hukuk ve Adalet (PiS) partisi ile Fidesz, ideolojik olarak kardeştir. Bu partiler 20 yıl önce genel olarak Avrupa merkez sağının ana akımında yer alıyordu; ancak o zamandan beri giderek daha gerici, liberalizm karşıtı ve otoriter pozisyonlara kaydılar. Daha geçen yıl PiS, Brüksel, Paris ve Berlin’i hedef alan ve Marine Le Pen’in Ulusal Seferberliği gibi açıkça Rusya yanlısı siyasi partileri de içine alan uluslararası bir aşırı sağ ittifak oluşturmaya çalıştı. Üreme ve LGBT hakları gibi konularda PiS günümüzde Avrupa aşırı sağının çoğundan daha aşırı.

Polonya’da siyaset, medya, toplum ve ekonomi alanlarındaki bağımsız aktörlerin nispeten güçlü olması sayesinde PiS, Orbán kadar ileri gidemedi. Dahası, Kaczyński’nin partisi giderek zayıflıyor ve siyasi gücünü kaybediyor. Şimdilerde bir muhalefet zaferinin, PiS’in uzun vadede siyasi olarak marjinalize olmasına mı yol açacağı; yoksa partiyi, siyasi kimliğinin Polonya liberal demokrasisi ile çelişen unsurlarını bir kenara bırakmaya mı zorlayacağı konuşuluyor.

İsrail örneği bir uyarı olmalı. Beş kez başkan seçilen Benjamin Netanyahu’nun yeniden iktidara gelmesini engellemeyi amaçlayan geniş koalisyonun ömrü 18 aydan fazla sürmedi. Şimdi bu tartışmalı siyasetçi geri döndü ve İsrail tarihindeki en radikal sağ hükümetin başına geçti. Likud liderinin iktidarı yeniden ele geçirmek ve yasalarla çatışmaktan kurtulmak için ödemek zorunda kaldığı bedel, devlet işleyişinin kilit unsurlarındaki yetkiyi aşırılık yanlılarının eline teslim etmek oldu.

Aşırılık yanlılarının başındaki isim Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’dir Araplara karşı nefret söyleminde bulunmakla suçlanan radikal bir Yahudi milliyetçisi olan Ben-Gvir’in evinin duvarında yakın zamana kadar, 1994 yılında Patrikler Mağarası’nda dua eden 29 Müslüman’ın öldürüldüğü Hebron katliamının faili Baruch Goldstein’ın bir portresi asılıydı. Şimdilerde Ben-Gvir, bakanlığın polis teşkilatı üzerindeki doğrudan kontrolünü artırmayı amaçlayan reformlara öncülük ediyor.

Koalisyon ayrıca parlamento çoğunluğunun Yüce Mahkeme tarafından verilen cezaları bozmasına olanak tanıyacak düzenlemeler getirmek istiyor. Bu durum siyasi gücün bağımsız yargının kontrolü dışında kalmasına yol açarak liberal demokrasinin temel ilkelerinden birini ihlal edecek. Tasarı bu yıl Mart ayında ilk okumadan geçti.

Bu dalga kendi kendine geçmeyecek

Brezilya ve ABD gibi yerlerden gelen iyi haberlere rağmen, 2022’deki olaylar bize otoriter, radikal sağ dalganın Batı demokrasileri için en azından bir süre daha sorun olmaya devam edeceğini gösterdi. Radikal sağa olan destek, bir zamanlar savaş sonrası siyasi düzenin temel direği olan partiler, mevcut kimlik krizlerine bir çözüm bulana ya da yeni siyasi güçler yerlerini alıncaya kadar çözülmeyecek.

Popülist dalganın gücü, sosyal tabakalaşma, alt-orta ve çalışan sınıfların hor görüldüğü algısı, iklim geçiş sürecinin maliyetlerinin eşitsiz dağılımı, göç ve göçmen uyumuna ilişkin gerilimler ve Avrupa projesinin eksiklikleri ile daha da artacak. Giorgia Meloni gibi sağ popülist politikacıların kullandığı dili prensipte reddedebiliriz; ancak Güney Avrupa ülkelerinin Akdeniz’in ötesinden gelen göç konusunda daha fazla yardım alması gerektiğini söylemeye gerek yok.

Aşırı sağ unsurların güç kazanması, onları müttefik olarak gören ya da karşı çıkacak cesareti kendilerinde bulamayan merkez siyaset kurumunun bazı kesimleri tarafından da desteklendi. Orbán’ın, AB’nin tam ortasında yarı-otoriter bir mafya devleti kurabilmesi büyük ölçüde Alman Hıristiyan Demokratların siyasi koruması sayesinde mümkün oldu. ABD’de, övgüye değer birkaç istisna dışında, sözde merkezci Cumhuriyetçiler ya partinin Trumpçı kanadı tarafından baştan çıkarıldılar ya da bu kanadın genişlemesine karşı çıkacak siyasi omurgaya sahip değillerdi.

Aşırı sağın büyümesini kontrol altına almak için, liberal düzenin temellerini sarsmaya çalışan siyasi güçlere şiddetle karşı çıkarken, vatandaşlarını dinleyebilen ve onların iradesini politika değişikliğine dönüştürebilen demokrasilere ihtiyacımız var. Ancak bunu yapan siyasi güçler ne yazık ki hala çok az.

DİPNOTLAR:

[1] Jakub Majmurek bir sinema akademisyeni, deneme yazarı ve yayıncıdır. Film eleştirmeni olarak aktif olan yazar, edebiyat ve görsel sanatlar hakkında da yazmaktadır. Krakov’daki Jagiellonian Üniversitesi Siyasi ve Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde film çalışmaları alanında yüksek lisansını tamamladıktan sonra Varşova’daki Polonya Bilimler Akademisi Felsefe ve Sosyoloji Enstitüsü Sosyal Bilimler Okulu’nda da eğitim gördü.

[2] Ç. N.: Bir rave (çılgın) parti, bir depoda, kulüpte veya başka bir halka açık veya özel mekanda, tipik olarak elektronik dans müziği çalan DJ’lerin performanslarını içeren bir dans partisidir.

[3] Bu makale ilk olarak Ocak 2023’te Krytyka Polityczna tarafından Lehçe yayınlanmıştır.

Bu yazı, İngilizce olarak, 16 Mart 2023 tarihinde Green European Journal’da yayınlanmıştır.

https://www.greeneuropeanjournal.eu/the-far-rights-firm-grip-on-the-mainstream/ adresinden indirilmiştir.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan