Türkiye tarihindeki en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Şubat ayında meydana gelen büyük deprem boyutlarında bir benzeri yaşanmadı belki. Gerek insani ve gerekse maddi açıdan yaşanan kayıplar çok büyük ve toplumu derinden yaraladı. Öte yandan bu yıkımın aynı zamanda ülke tarihindeki en kritik seçimlerden birinin yapılacağı zamana denk gelmesi koşulları daha da zorlaştırdı. Ancak bu durum bir yandan problemleri büyütürken diğer yandan da belki ülkenin nefes almasını sağlayacak bir toplumsal bilincin güçlenmesine de etkili oldu. Yeşiller açısından ise işler daha da ilginçleşiyor. Nerede ise 3 yıldan beri kurulması engellenen Yeşiller Partisi inadına varlığını sürdürürken şimdi de seçimlerde Türkiye İşçi Partisi ile bir işbirliği kurarak listelerinden millet vekili adayları çıkardı. Türkiye’de Yeşiller’in tarihi açısından hayli önemli olan bu gelişmelerin nerelere uzanacağını şimdiden kestirmek zor ancak Yeşiller’in siyasi tarihi açısından yeni ve önemli bir kavşağın alınmakta olduğu çok rahat söylenebilir. Yeşiller Partisi eş sözcülerinden Koray Doğan Urbarlı “Yeşiller’in Seçimi” yazısında gelişmeleri bu çerçevede değerlendiriyor. Yaşanan deprem üzerine Hakan Ozan Erzincanlı gelecek açısından farklı bakış açılarını da içeren yazısında deprem sorununa şiddet, doğa ve insanın var oluşu çerçevesinde geniş bir perspektiften yaklaşıyor.

Yakın zamanda İran’lı bir kadın olan Mahsa Ameni’nin katledilmesi üzerine meydana gelen büyük
protesto hareketleri giderek genişledi. Önemli toplumsal ve siyasi etkileri olan bu protestolar üzerine
5 kadın aktivist; Anna Shcherbakova, Noura Ghazi, Nuray Simsek, Pierre Ramond, Tatsiana Khomich
ile yapılan ve Green Europian Journal’de yayınlanan röportaj gelişmelere sadece insan hakları
açısından değil aynı zamanda feminist hareket içindeki yeri açısından da bir bakış sunuyor.
Bilindiği gibi son yılların en önemli siyasi gelişmelerinden birisi dünyada ve özellikle Avrupa’da
Yeşiller’in yükselişi oldu. Yeşiller’in sistemle çatışan radikal bir hareket olarak çıkışından sonra bu gün
pek çok yerde yönetimde yer alma pozisyonuna gelerek ilk baştaki konumlarından çok farklı bir
aşamaya ulaştılar. Bu durum önümüzdeki dönemde siyasette de etkileri ile önemli gelişmelerinden
biri olacak. Ama Yeşiller açısından ise bir yandan ilke ve ideallerini korurken diğer yandan ekonomik
ve toplumsal sorunları nasıl çözebilecekleri önemli ve yeni bir sorun olarak önlerine gelmiş oldu.
Gelecek açısından savunulan toplumsal ve siyasal değişimi sağlayacak temel olarak bir “iktidar”
sorununu gündeme taşıyan bu sürecin nasıl evrileceği yeni ve çok yönlü tartışmalar ile birlikte
ilerlemekte. Daha önce yerel yönetimlerde deneyim kazanılan bu sorunun nasıl aşılacağı merak edilen
bir gelişme halen. Bu konuda örneklerden birisi de İskoç Yeşiller Partisi İskoç Ulusal Partisi (SNP) ile
ortak bir hükümet programı konusunda anlaşma yapması oldu. Böylece yönetimde sorumluluk
üstlenen İskoç Yeşiller Partisi eş lideri Patrick Harvie ile bu deneyimleri hakkındaki röportaj bu
çerçevede yaşanan pratik sorunlar ve çözümleri hakkında ilginç ve öğretici bilgiler içeriyor.
İklim krizi içinde bulunduğumuz bu koşullarda hala en büyük varoluşsal tehdit olmaya devam ediyor.
İnsanlık altıncı yok oluşun eşiğinde ve bu konuda çözüm olanakları giderek daha azalıyor. Şimdiye
kadar bu tehdide karşı yapılanlar; çevre ve ekoloji mücadeleleri yeterince etkili olmadı. Ama özellikle
biyoçeşitliliğin korunmasının bu anlamda taşıdığı önem de bu süreçte öğrenildi. Sosyal ve çevre
konularında uzmanlaşmış bir Çek gazeteci olan Martin Vraba “Altıncı Kitlesel Yok Oluşun Eşiğinde:
Bunu Nasıl Önleyebiliriz?” başlıklı yazısında gezegenin yarısını vahşi dünyaya ve diğer yarısını da
yazarlarının “Yarım Dünya Sosyalizmi” olarak isimlendirdikleri bir sosyalizm merceğinden Yeşil
Sosyalizme bırakma görüşünü savunuyor. Küresel iklim krizi ve yok oluş tehdidi karşısında her

çözümün bir değeri varken hegemonya mücadeleleri, yaşanan küresel çatışmalar ise bunu daha da
zorlaştırıyor. Ukrayna işgali ile başlayan savaş bu anlamda çok olumsuz etkileri yüzünden dünyayı
çözümden uzaklaştırmaya başladı. Bu savaşın hangi çıkarlara hizmet ettiğini görmek aynı zamanda
küresel tehdide karşı mücadelenin bir parçası haline geldi. “Ukrayna’da Savaş; Küresel Egemenlik
Mücadelesinin Sıcak Sahnesi ve Yeşil Bakış” yazısı bu bağlamda Yeşiller’in nerede durduklarını ya da
durmaları gerektiğinin tartışılmasına bir kapı aralıyor.
Öte yandan Avrupa halen peş peşe yaşanan şokların etkisinde. Iklim krizi koşullarında pandemi,
Ukrayna’nın işgali gibi ani başlayan olaylar mali spekülasyonlara geniş olanaklar açan ekonomik
sistem içerisinde Avrupa ve Dünyada yaşam maliyetlerinin artmasına ve ekonomik sorunların
derinleşmesine neden oldu.Küresel enerji ve gıda krizi genişlemeye başladı.Bu koşullarda sosyal
adaletin ve ekolojik sürdürülebilirliğin başarılması yeşil siyasetin başarması gereken önemli bri
problem. Jamie Kendrick ”Şoklar Çağında Dayanışma” başlıklı yazısında Yeşil siyaset ve Yeşil yeni
Mutabakat çerçevesinde bunu tartışıyor. Yine bu çerçevede Danae Kyriakopoulou ”Yeşil Dönüşüme
Yatırım Günümüz Ekonomik Krizine Çözümdür” başlıklı yazısında buna dönük bir açılım getiriyor.
Yazısında ”İhtiyaç duyulan özellikle gelişmekte olan pazarlarda ve gelişmekte olan ekonomilerde, hem
iklim hem de kalkınma hedeflerinde atılım yapmak için güçlü bir yatırım hamlesidir” tesbiti ekseninde
finansal kaldıraç olarak Merkez bankalarının mevcut system içerisindeki rolünü değerlendiriyor.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılışının üç yılı geride kaldı. Şüphesiz son dönemdeki olaylarda
bunun izlerini görmek mümkün. Sayfalarımızda bu durumu değerlendiren Anna Bird ve Carla
Denyer’in green World’de yayınlanan röportajlarına yer vererek dikkat çekmeye çalıştık.
Değişimin bu kadar hız kazandığı ve derinleştiği koşullarda insanlığın kendi geleceği ile birlikte
dünyadaki tüm yaşamı da tehdit eden var oluşsal sorunların tek sorumlusu olmasına rağmen yine de
çözüm umudunun hala kaynağı olması ise oldukça hüzün verici bir ironi. Bu durum insanlığın bunu
görmezden gelenler ile çözüm peşinde olanlar ekseninde bir bölünmenin oturduğu siyasal ve
ekonomik bir ayrışmaya evrilme potansiyeli taşısa da her şey bu değişim dalgalarının çözüm
olanaklarını güçlendirme yönünde ilerlemesine bağlı gibi görünüyor.

Berkay Erkan