Yazan: Jamie Kendrick [1]

Çeviren: Sema Alpan Atamer

Şokların şiddetli hücumuyla harabeye dönen Avrupa çapında, yaşam standartları baskı altında. Yaşam maliyeti krizi, kısa vadeli türbülanstan da fazlasına, Avrupa’nın sosyal, jeopolitik ve ekolojik güvenliğinin, başarısız bir sosyo-ekonomik modelin yeniden dengelenmesine bağlı olduğuna işaret ediyor.

Dünya hala pandeminin sersemletici etkisindeyken, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgali, yeni bir acı ve korku saldı. İlk kurbanları Ukrayna halkı olan savaş, insani maliyetinin hesaplanamaz olmasının yanı sıra; her nekadar her ikisi de işgalden önce başlamış olsa da, küresel enerji ve gıda krizlerini derinleştirdi. Felaketler gelmeye devam ediyor ve hava bile yeni, tehditkar bir rol üstleniyor. Avrupa’da ve dünyanın pek çok bölgesinde yaşanan kuraklık ve seller, değişen iklimin tehlikelerini hatırlatıyor. Mali spekülasyona aşırı büyük bir rol veren bir ekonomik sistemle birleşince, bu olayların çarpışması, Avrupa’da ve dünyada yaşam maliyetlerinin artmasına neden oldu. Etkilerin kümülatif olduğu kanıtlandı ve ekonomileri, resesyona dönüşme riski taşıyan genel enflasyona sürükledi.

30 yıllık eğilimlerden ayrılma, enflasyonun Avrupa ekonomilerine geri dönmesi, birçok insanı yoksulluğa sürükledi ve orta sınıfın çoğu için hanehalkı bütçeleri üzerinde baskı oluşturdu. Özellikle enerji ve dolayısıyla ulaşım fiyatları tarafından yönlendirilen, artan yaşam maliyetinin dağılımsal etkileri, son yıllarda Sarı Yelekliler hareketi tarafından en görünür şekilde ifade edilen çatışmaları yeniden alevlendiriyor. Avrupa’nın enerji geçişinin bedelini en yoksullar mı ödeyecek? Son yıllarda büyük şehirlerde yükselen kiralar ve birçok insanın, özellikle de gençlerin pandemi boyunca yaşadığı zorluklarla birlikte hayatın giderek daha güvensiz hale geldiği düşünüldüğünde, bu stresler daha da yoğun hale geldi.

Fiyat artışları, basit bir parasal olay olmanın ötesinde, insanların geleceğe bakışına sinen bir belirsizliğe katkıda bulunur. Sri Lanka, kömür madenindeki kanaryaydı. Temmuz ayında, bütçelerini aşan yakıt fiyatları yüzünden isyana sürüklenen protestocular, başkanlık sarayını bastı. Yüzü maskeli bir protestocunun bir somun ekmeği sallayarak ve bir hükümet binasının dışında yakılan alevlerin önünde durduğu bir fotoğraf, ruh halini özetledi. Avrupa ülkeleri, toplumlarının çoğunu bu şokların tüm boyutlarından -dünyanın geri kalanı pahasına- koruyacak kadar zengin olabilir; ancak bu destekle bile birçok insan temel ihtiyaçlarını karşılayamaz. Bu bağlamda, bir yoksullaşma duygusu, politik bakımdan toksik olabilir. Eylül 2022’de, bu yaygın memnuniyetsizlikten yararlanan aşırı sağ partiler, geçilmesi güç sınırlar, enerji güvenliği ve sıkı bir idare sergileme vaatleriyle İtalya ve İsveç seçimlerinin başlıca kazananları oldular.

Ekonomik durumun açıklanması, siyasi çıkarlarla birlikte gelir. Enflasyona odaklanmak, sizi merkez bankalarının hâlihazırda gitmekte olduğu yola götürür: faiz oranlarını yükseltmek ve böylece çoğunluğun satın alma gücü için bazılarının işini riske atmak. Öte yandan, “yaşam maliyeti” üzerine kurulu bir çerçeve, enflasyonu siyasallaştırır ve artan fiyatların gıda, barınma, ulaşım ve enerji gibi temel ihtiyaçlara erişimi nasıl baltaladığına işaret eder. Bununla birlikte, yaşam maliyetinden bahsetmek, yine de bu temel haklara erişimin, hane halkları için bir bütçe dengeleme meselesi olması gerektiğini ima eder.

İnsanlar böyle zamanlarda kime sığınır? Klasik muhafazakar cevap, ekonomik durum düzelene kadar kemerlerimizi sıkmaktır. Oysa geleneksel Sol için, düşen yaşam standartlarıyla mücadele, basit bir ücret paketleri ve yeniden dağıtım meselesidir. Aşırı uçlarda, kendilerini dinleyecek herkese kolay yanıtlar sunmak üzere aşırı sağcı ve popülist güçler her zaman mevcuttur (Ukrayna’ya yardım etmek çok pahalı; suçu göçmenlere atın).

Yeşil siyaset her zaman – kelimenin tam anlamıyla – radikal olmayı ve sorunları kökünden çözmeyi amaçlamıştır. Bu yaz, Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron krizlerimizin birleşmesini, yaklaşmakta olan kıtlığın işaretleri olarak görerek “bolluğun sonu”nu ilan etti. Bazı ekolojistler için analizi doğruydu. Gerçekten de mevcut ekonomik çalkantı, kaynak kısıtları, öngörülemeyen iklim koşulları ve kesintiye uğrayan küresel akışlar dikkate alınmadan açıklanamaz. Kısaca gezegen sınırları. Ancak teşhisin sunamadığı şey, her zaman yeşil siyasetin kalbinde yer alan özgürleştirici vizyondur. Yeşiller için sosyal adalet ve ekolojik sürdürülebilirliğin sağlanması, refaha yönelik yeni yaklaşımların tanımlanmasına bağlıdır.

“Yeşil Yeni Mutabakat’ın özlenen sosyal özü her zamankinden daha acil.”

Yaşam maliyeti krizinin ortasında, Yeşiller bir kemer sıkma ve zor günler mesajı getirmemeli, ihtiyaçlarımızı farklı şekilde karşılama olasılığını öne sürmenin yanı sıra sosyal korumayı ve gelir dağılımının iyileştirilmesini savunmalı. Kamu hizmetleri için, birçok ülkede büyük indirim uygulanan tren ücretlerini düşünün. Haneler ve işletmeler için, insanların en çok ihtiyaç duyduğu anda enerjiyi yenilemek ve tasarruf etmek için sağlanan sübvansiyonlar. Topluluklar düzeyinde, adem-i merkeziyetçi ve demokratik yollarla ucuz elektrik sağlayan yenilenebilir enerji kooperatifleri. Yeşiller, üzerinde hiçbir kontrolleri olmayan savunmasız sistemlere bağlı olarak güvencesiz bir şekilde çalışan bireylerden, dayanıklılık ve bolluğa dayalı paylaşımlı kurumlar oluşturarak, haklarını geri almalarını ve yaşam standartlarını korumalarını sağlayabilir.

Tarih boyunca, sosyal haklar genellikle savaş zamanlarında genişletilmiştir. Avrupa’nın Ukrayna ile sıkı dayanışması, şimdi kıtanın fosil yakıtlardan kurtulma çabalarını yönlendiriyor. Bu dönüşüm, Avrupa toplumlarının kendi içinde ve aralarında derin bir dayanışma olmaksızın başarılı olamaz. Geçici bir rahatlamadan daha fazlasına, yeni bir yöne ihtiyaçları var. 2008’den sonra, Yeşil Yeni Mutabakat çağrısı hemen kabul edilmedi. Ancak, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki yeşil geçişi şekillendirmeye devam eden yatırım odaklı bir yaklaşıma ilham vermeye devam etti. Yeşil Yeni Mutabakat’ın özlenen sosyal özü her zamankinden daha acil. Bu noktanın görülmesini sağlamak konusunda Yeşiller, bu liderlik rolünü bir kez daha üstlenebilir. Kamu yararına yatırım ve yeşil geçiş el ele gider. Avrupa’nın geleceği, belirsiz zamanlara yönelik radikal çözümlere bağlı.

Sosyal sorunun alevlenmesiyle, Avrupa’daki partiler vatandaşların acil ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyor. Görev, Yeşil partiler için derhel hem zorlukları hem de fırsatları beraberinde getiriyor. İktidarda veya muhalefette ve farklı hükümet düzeylerinde olsun, ilki, değişimi hız ve aciliyetle zorlamak için elverişli zaman olmasıdır. Aynı mantık, kırmızı çizgilerden taviz verilmesini gerektirebilir; bazı ülkelerde nükleer santrallerin [çalıştırılmasının] uzatılmasından söz edilmesi gibi. Ancak içinde bulunduğumuz an, yeşil geçişte kamu yatırımlarını hızlandırırken, yeni dayanışma mekanizmaları ve sosyal haklar oluşturmaya yönelik atılımlar yapmak için bir şans. Bu, açıklıkları bulma ve anı yakalama meselesidir. Diğer güçler ve müttefiklerle ilişkiler ise, ikinci bir zorluktur. Sendikalar ve iklim aktivistleri yeni militanlık biçimlerine yöneldiler. Yeşil partiler, kendi hedeflerine ulaşmak için bu seçmenlerin taleplerini yönlendirmek ve kanalize etmek zorunda kalacaklar; böylece daha çatışmalı bir alana girecekler. Üçüncü zorluk, Avrupa siyasetinin kademelerini birbirine bağlayan ve toplumlar arasında gerçek bir Avrupa dayanışması duygusu oluşturan siyasi güç olmaktır. Avrupa düzeyinde sosyal gündem yeni bir ivme kazandı, ancak başarısı ulusal desteğe dayanıyor. Yerel, ulusal ve Avrupa makamlarının sosyal zorluklara yanıt verme kapasitesi de sınırların ötesinde etkin işbirliğine bağlı. Avrupa üye devletleri arasındaki gerilimleri ve dengesizlikleri yönetmenin tek yolu koordinasyondur. Yeşiller yapmazsa kim yapacak?

Dipnotlar:

[1] Jamie Kendrick, Green European Journal’da baş editor olarak görev yapmaktadır.

Bu yazı, İngilizce olarak, 30 Kasım 2022 tarihinde, Green European Journal’da yayınlanmıştır.

https://www.greeneuropeanjournal.eu/solidarity-in-an-age-of-shocks/adresinden indirilmiştir.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan