Yazan: Danae Kyriakopoulou [1]

Çeviren: Ali Serdar Gültekin

Yıllarca süren gevşek para politikasının ardından merkez bankaları yön değiştiriyor. Ancak enflasyonla mücadele etmek için finansal sistemin kaldıraçlarını kullanmak, tam da en çok ihtiyaç duyduğumuz anda iklim yatırımını kesintiye uğratma riski taşıyor.

Bu makale, fiyatların neden yükseldiğine dair farklı anlayışları ve bu konuda ne yapılması gerektiğine dair yaklaşımları ele alan “Enflasyon Tartışması” konulu bir dizinin parçasıdır. Jonathan Marie, Virginie Monvoisin ve Richard Wouters da katkıda bulundu.

Birkaç yıl içinde, merkez bankaları, enflasyonun yokluğu ve muhtemelen deflasyona geçiş konusunda endişelenmekten, stagflasyonist bir sarmal olasılığıyla yüzleşmeye geçti. Mevcut enflasyonun, arz veya talep yönlü baskıları mı, yoksa her ikisini birden mi yansıttığının tartışılması, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Ekim 2022’de Washington’da düzenlenen yıllık toplantılarının merkezinde yer aldı. Şokun kaynaklarını teşhis etmek ve bunun geçici mi yoksa kalıcı mı olduğunu anlamak, merkez bankalarının müdahale işlevine rehberlik etmesi açısından kritik öneme sahip. Ekonomik büyüme ve kalkınmanın riskleri daha yüksek olamazdı: iklim krizi gerçeği ve yeşil dönüşümün yatırım fırsatları, günün mali ve parasal koşulları tarafından değil, gezegenin sınırları tarafından belirleniyor. Şimdi yatırım yapmamak, ekonomik koşulları daha da kötüleştirerek sürekli bir yetersiz yatırım, yavaş büyüme ve yüksek borç kısır döngüsü riskini yaratır.

Talep-tarafı kampındakiler, enflasyonun kaynakları konusunda, merkez bankacıların aynaya bakmalarını istiyor. Yıllar süren düşük faiz oranları ve parasal gevşeme, varlık fiyatlarını artırdı. Bu, merkez bankalarının ekonomiyi yeni parasal gevşeme ile desteklemek için normalleşmeye yönelik ilk adımlarını terk ettikleri pandemi sırasında hızlandı. Merkez bankası bilançoları 2008’den bu yana dört kattan fazla artarak 2022’de 30 trilyon ABD dolarının üzerine çıktı. Tek başına pandemiyle ilgili parasal gevşeme, mali krizi izleyen 2009-11 döneminin birkaç katıydı.

Para politikasının enflasyondaki artışa katkıda bulunup bulunmadığı, merkez bankalarının suçlanıp suçlanmayacağından biraz farklı bir sorudur. Merkez bankaları, kendi eylemlerinin itici gücü olarak hükümetin eylemsizliğine, özellikle de hükümetlerin yapısal reformları ilerletme ve çok ihtiyaç duyulan yatırımları yapmak için düşük borçlanma maliyetlerinden yararlanma konusundaki isteksizliğine işaret ediyor.

Köşeye sıkıştırılan ve fiyat istikrarı talimatları tarafından kısıtlanan merkez bankalarının, “türünün tek örneği” haline gelmekten başka çaresi yoktu ve seçilmiş politikacıların görevi olması gereken şeyi üstlendikleri için eleştirilere maruz kaldılar. Rahatsız edici bir şekilde yaptılar. Defalarca hükümetleri toparlanmayı desteklemeye çağırdılar ve para politikasının başarabileceklerinin sınırlarına dikkat çektiler. Bazıları daha da ileri giderek, bir devlet tahvili balonu yaratmanın risklerine karşı uyarıda bulundu veya enflasyon yaratma çabalarından pişman olabilecekleri konusunda uyarıda bulundu.

Pandemi sırasında hükümetlerin nihai olarak mali genişlemeye yönelmesi, enflasyondaki yükselişe daha fazla katkıda bulundu. Hayatları ve geçim kaynaklarını kurtarmaya yönelik yenilikçi destek paketleri, fazla likidite oluşturma ve genele yayılan fiyat artışlarına neden olma riskini beraberinde getirdi.

Pandemi ve buna bağlı olarak küreselleşmeden uzaklaşmanın arz-yönlü sonuçları, çeşitli şekillerde enflasyonisttir. İlk olarak, küresel tedarik zincirlerinde ve konteyner gemilerinde çip ve diğer kritik yüksek teknoloji girdilerinin ticaretindeki aksamalar da dahil olmak üzere bariz zorluklar var. Aynı zamanda, birçok insan pandemi sonrası işgücü piyasasına yeniden katılmayı reddetti ve pandemi insanların işle ilgili tercihlerini sıfırladı. Buna ek olarak, yıllarca yanlış yönlendirilen enerji politikası ve enerji arzını çeşitlendirmedeki başarısızlık, küresel ekonominin önemli kısımlarını savunmasız hale getirdi. Avrupa’nın hızlanan enflasyonu, doğal gaza olan esnek olmayan talebin bir sonucudur.

“Finansal sistem kaldıracının reel ekonomide değişimi ne kadar etkili bir şekilde yönlendirebileceği konusunda sınırlar vardır.”

Ele alınmazsa, iklim değişikliği daha fazla enflasyonist baskı yaratabilir. Bugünün “fosilleşmesi” fosil yakıt bağımlılığının eski maliyetini yansıtıyorsa, merkez bankacıları ayrıca gelecekteki “iklim enflasyonu” (iklimle ilgili aşırı olayların sıklığı, yoğunluğu ve coğrafi yayılımı, ekonomik faaliyeti ve tarımı bozduğu için) ve “yeşil enflasyon” (kritik girdilerin arzının talebi karşılayamadığı düzensiz bir geçiş senaryosunda daha yüksek risk) konularında uyarıda bulundular. FED eski başkanı Paul Volcker’ın 2013’te belirttiği gibi; “Düşük faiz oranı politikası yürütürken karşılaştığınız zorluk, onu ne zaman bitireceğinizdir. İşin kolay kısmı gevşemek, zor kısmı sıkılaşmaktır. Çok erken yükseltirseniz bir durgunluğa neden olabilirsiniz. Çok geç zam yaparsanız, enflasyonu daha da sağlamlaştırma riskini alırsınız. IMF’nin merkez bankalarına tavsiyesiyle aşırı sıkılaştırma “küresel ekonomiyi gereksiz yere sert bir durgunluğa itme riski taşıyabileceği” kabul edilmesine rağmen, hata oldu. Baş ekonomisti Pierre-Olivier Gourinchas’a göre, “merkez bankalarının zor kazanılan güvenilirliği, enflasyonun inatçı ısrarını yine yanlış değerlendirirlerse ciddi şekilde baltalanacak” çünkü bu “gelecekteki makroekonomik istikrar için çok daha zararlı olacak”.

Politika kaynaklı bir durgunluk, iklim krizini ele almak için yatırımlarda ilerleme beklentilerine önemli ölçüde zarar verir. Merkez bankalarının, mali denetçilerin ve düzenleyicilerin finansal sistemi net sıfıra uyumlu hale getirmek için alabileceği çok sayıda önlem olsa da, finansal sistem kaldıracının reel ekonomide değişimi ne kadar etkili bir şekilde yönlendirebileceği konusunda sınırlar vardır.

İhtiyaç duyulan şey, özellikle gelişmekte olan pazarlarda ve gelişmekte olan ekonomilerde, hem iklim hem de kalkınma hedeflerinde atılım yapmak için güçlü bir yatırım hamlesidir. Önümüzdeki on yıl kritik olacak ve bu hareket tarzını belirleme zamanı şimdi. Parasal ve finansal koşulların kötüleştiği bir ortamda, “aşırı sıkılaştırmanın neden olduğu gereksiz yere sert bir durgunluğun” feci sonuçları hafife alınmamalıdır. Bu sadece ekonomik bir öncelik değil, aynı zamanda bir güvenlik meselesidir. Almanya maliye bakanı Christian Lindner’in belirttiği gibi, yenilenebilir enerji kaynakları tedarik zinciri kırılganlıklarını azaltan “özgür enerji” sunuyor. Bu tür kaynakların maliyeti düşmeye devam ettikçe, böyle bir kaymanın da deflasyonist olması beklenir.

Yatırım durumu, eylemsizlik durumundan çok daha üstündür. İklimin sınırları göz önüne alındığında, yüksek kaliteli bir yatırım hamlesi, sürdürülebilir büyüme ve kalkınmaya giden en iyi, hatta tek yoldur. Böylesi yatırımlar olmadığında, merkez bankaları için seçimleri daha da zor hale getirerek daha da sınırlı bir politika alanını riske atıyoruz.

Dipnotlar:

[1] Danae Kyriakopoulou, LSE’deki Grantham İklim Değişikliği ve Çevre Araştırma Enstitüsü’nde Seçkin Politika Üyesi, Resmi Para ve Finansal Kurumlar Forumu’nda danışma konseyi üyesi ve Dünya Ekonomik Forumu’nun Genç Küresel Liderler 2022 yılı üyesidir.

[2] Bu makale, fiyatların neden yükseldiğine dair farklı anlayışları ve bu konuda ne yapılması gerektiğine dair yaklaşımları ele alan “Enflasyon Tartışması” konulu bir dizinin parçasıdır. Jonathan Marie, Virginie Monvoisin ve Richard Wouters da katkıda bulunmuştur.

Bu yazı, İngilizce olarak, 30 Kasım 2022 tarihinde, Green European Journal’da yayınlanmıştır.

https://www.greeneuropeanjournal.eu/investing-in-the-green-transition-is-the-solution/ adresinden indirilmiştir.

Görsel tasarım: Olcay Özkaplan