Yazan: Adam Ostolski [1]

Çeviren: E.Yılmaz

Yeşil düşünce için ilham kaynağı isimlerden biri olan siyaset bilimci ve ekonomist Elinor Ostrom, çalışmalarını kaynaklar ve kurumların demokratik bir şekilde nasıl yönetilebileceğini kavramaya adamıştı. Devlet kontrolü ve piyasa yoluyla örgütlenme adına gerçek hayatta var olan alternatifleri incelerken, bizi demokrasinin ne anlama geldiği fikrini yeniden gözden geçirmeye davet ediyor.

İklim değişikliğiyle gelen felaketleri önlemek istiyorsak, ilk önce kim harekete geçmeli: hükümetler mi, şirketler mi, yoksa bireyler mi? Başkaları adım atmak için acele etmiyorsa, emisyonları azaltmak için çaba göstermek mantıklı mı? “Yalan haberler”, profesyonel gazeteciliğin çürümesi, devlet ve şirket sansürüne ve gözetim kapitalizminin özel hayat için oluşturduğu tehlikelere kadar birçok tehdit mevcutken sağlıklı bilgi akışını en iyi nasıl teşvik etmeli? Avrupa’yı en iyi nasıl birleştirmeli? Federal düzeyde daha fazla yetkiler mi verilmeli, yoksa – bu olumsuz ama kaçınılmaz bir durum ya da istenmeyen bir ayrıcalık anlamına gelse de – daha esnek bir yaklaşım benimseyip topluluktan çekilmelere göz mü yumulmalı? Günümüz dünyasında siyasi çatışmaların merkezinde bu tür sorularla yüzleşirken, Elinor Ostrom’dan (1933-2012) öğrenecek çok şey var.

Amerikalı bilim insanı Ostrom, 2009’da “özellikle toplumsal malların (müştereklerin) iktisadi yönetişiminin analizi” ile ekonomi alanında Nobel Ödülü’ne layık görülen ilk kadın olmasıyla ünlüdür. Elinor, yeni kurumsalcılığın önde gelen isimlerinden biri olan eşi Vincent Ostrom ile birlikte kendisini “politik iktisatçı” olarak tanımlardı. Ostrom’un yeşil düşünceyi benimsemesinde katkıları olan yazar Derek Wall’un Radikaller için Elinor Ostrom’un Kuralları kitabında belirttiği gibi, politik iktisadın Ostrom tarafından kullanılma biçimi bu terimin genel tanımından farklıdır. Ekonomik büyümeyi, para politikasını veya devlet bütçelerini incelemek yerine Ostrom, bir İsviçre köyündeki çobanların otlak alanlarını nasıl koruduğu veya Türkiye’nın kıyı şehirlerinde köylülerin balıkçılık faaliyetlerinde çatışmaları nasıl çözdüğüyle ilgilendi. (Burada odak noktası ölçek değildi – Ostrom aynı zamanda iklim ya da internet gibi küresel müştereklerle de ilgileniyordu.)

Ostrom’un bilgeliğinin ayırt edici bir özelliği, deneyimcilikten taviz vermemesiydi. Pratikte doğru olanın, teori tarafından imkânsız görülmemesi gerektiğini savunurdu. Müşterekler üzerine araştırma yapmaya başladığında, bu konuda kabul gören teori müştereklerin başarısızlığa mahkûm olduğuydu. İnsanlar doğası gereği egoisttir, bu yüzden başkaları zarar görecek olsa bile kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederler. İhanetin cezasız kalacağını biliyorlarsa, ihanet etmeleri kesindir.

Bireyin itaat etmesi için, (devlet kontrolünde) cezalandırılma korkusu ya da (piyasa teşvikleriyle) maddi çıkar vaadi gerekir. Yine de, Ostrom’un bahsettiği gibi, ortak malların gerçekten faydalı olduğu ve bu faydanın uzun yıllar sürdürüldüğü birçok örnek mevcut. Peki bu nasıl mümkün oldu?

Ostrom, farklı türde ortak mallardan yararlanan onlarca toplumu inceleyerek başarılı olmuş müştereklerin çoğunda uygulanırken, başarısız örneklerde mevcut olmayan 8 (şarta bağlı olmayan) kural tespit etti. İnsanların egoist olduğu aşikâr, fakat aynı zamanda iletişim kurabilir, müzakere edebilir ve karşılıklı güven inşa edebilirler – ve en önemlisi, hatalarından ders alabilirler. Ortak mallar ‘toplumsal ikilemlere’ maruz kalabilir, fakat bu el konuldukları anlamına gelmez. Bir politika ya da kurum planlanırken bedavacılık riskini görmezden gelmek dar görüşlülük olsa da, işbirliğinin sağladığı potansiyeli ihmal etmek uzun vadede daha feci olabilir. Basite indirgenmiş varsayımlara dayanarak yıllardır insanları sadece kendilerini düşünen ‘rasyonel aktörler’ olarak gören reformlar, bizi rasyonel olmak dışında her şeyi yapan kurumlara muhatap bıraktı.

İklim, Avrupa’nın geleceği ve dijital dünya bugün yeşil siyasetin ana konularından bazıları. Bu başlıklar hem sonuçları hem de dinamikleri bakımından demokrasi konusunda ikilemler içeriyor. Ostrom’un yaklaşımı en çok bu ikilemleri ortaklaşa çözmeye yardımcı olabilecek düşünme yolları sunmakta faydalı olabilir.İklim politikası alanında, Ostrom çok merkezli (polisentrik) bir yaklaşım sundu. Polisentrizm, tutarlılığı için güç birliğine bağımlı olmayan bir toplum biçimidir. Bu oluşumda işbirliği, rekabet, çatışma ve çatışmaların çözümü gibi başlıkların dâhil edildiği, özerk olmakla birlikte diğer konuları da dikkate alan birçok ‘birim’ vardır. Karşıtı olan monosentrik hiyerarşiyle kıyaslandığında polisentrizm biraz ‘dağınık’ görülebilir. Ancak Ostrom’a göre kamu hizmetleri, demokratik hukuk düzenleri ve bilimsel bilgi üretimi için bu tür dağınık yapılar daha uygundur.

Tüm bunlar iklim politikası geliştirme için ne anlama geliyor? İklim kriziyle başa çıkmak iki seçenekten birini tercih etmeyi gerektiren bir durum değildir: hükümetler ya da bireyler, şirketler ya da tüketiciler, küresel boyutta bir anlaşma ya da kentsel düzeyde mantar gibi çoğalan deneyler arasında seçim yapmamız söz konusu değil. Herhangi bir küresel çözümün yerel politikalar ve bireysel davranışlarda değişime gidilerek desteklenmesi gerekir; aynı şekilde herhangi bir yerel veya ulusal değişikliğin olası bir ‘sızıntıyı’ önlemek adına küresel boyuttaki işbirliklerine içkinleştirilmesi şarttır.

Müştereklerin başarılı bir şekilde yönetildiği örnekler üzerine yaptığı araştırma, Ostrom’un önemli bir noktaya dikkat çekmesini sağladı: [üretilecek politikalarda] odak noktası, [yerel ya da küresel] herhangi bir düzeyde uygulanacak geçişin maliyetleri değil, ortak faydaları olmalı. Bir hane için çevreci tercihler yapmak, ısınma için daha düşük faturaların gelmesi anlamına gelebilir; bir şehir için, daha temiz bir hava ve daha sağlıklı insanlar; bir ulus devlet için, enerji ithalatına bağımlılığın azalması ve inovasyon için bir dürtü; Avrupa Birliği için ise, bölgesel uyum politikasını yeniden tasarlama fırsatı ve üyeler arasında daha fazla entegrasyon. Konuyu dağıtacak başlıklardan uzaklaşırsak, bu tür beraberinde getirdiği kazançlar, iklim politikalarını hem uygulanabilir hem de daha demokratik hale getirme çabalarının merkezinde yer alıyor. Aksi takdirde, iklim geçişi sadece maliyetler açısından yorumlanır ve ‘bedavacıların’ besbelli elini taşın altına koymaması, değişime yönelik herhangi bir teşviki köstekleyebilirdi.

Polisentrik düzenlerin bir başka özelliği de daha esnek olmaları ve bu nedenle değişen koşullara daha iyi uyum sağlayabilmeleridir. Amerikan federalizmin merkezinde de bu tür düzenler vardır. Ostrom’un defalarca uyardığı gibi, sürdürülebilir kurumlar tasarlamak, başka yerlerde işe yaramış olanı taklit etmekten daha çok, mevcut bağlama uyum sağlamakla ilgili olsa da, çok merkezlilik fikri Avrupa’nın entegrasyon deneyimine ışık tutmamıza ve bu girişimleri daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Bir zamanlar ağ tabanlı bir dünyada demokrasinin temel taşı olarak görülen internet, bugün daha çok demokratik süreci tehlikeye sokan bir araç olarak görülüyor.

Ostrom’un yaklaşımı, günümüz demokrasileri için en zorlu imtihanlar olan bilgi ve enformasyona uygulanabilir. Elde edilen sonuçlar iklim politikasında olduğu kadar net değil, ancak doğal müşterekler ve polisentrik sistemleri anlamlandırmak için oluşturulan analitik çerçeveler, yeni bir bakış açısı sağlıyor. Charlotte Hess ile birlikte kaleme aldığı bir metinde Ostrom, bir ortak mal (müşterek) olarak bilgiyi doğal müştereklerle aynı tehditlere eğilimli görüyor: metalaştırma ve çevreleme, kirlilik ve  bozulma ve de sürdürülemezlik.

Dahası, aşırı boyutlardaki fikri mülkiyet haklarının boyunduruğunda bulunan ‘ortak olmayan malların trajedisi’ (Tragedy of the anti-commons) denilen duruma karşı da bir savunmasızlık söz konusu. 1990’lardan bu yana, internet üzerine söylemler önemli ölçüde değişmiş durumda. Bir zamanlar ağ tabanlı bir dünyada demokrasinin temel taşı olarak görülen internet, bugün daha çok demokratik süreci tehlikeye sokan bir araç olarak görülüyor. Fakat Ostrom’a göre dijital müşterekler, monosentrik hiyerarşilere (bir başka deyişle şu an gözetim kapitalizmi dediğimiz olguya) demokratik bir alternatif olabilir. Dijital ortak malların, ayrıntılara özen gösterilerek iyi tasarlanması ve uygun biçimde korunması gerekir. Bunlar için hazırda bir çözüm yok. Yine de başlangıç için bir ipucu bariz olarak görülüyor: tüm anlaşmazlıkları tek bir kurallar dizisiyle çözmeye çalışmaktansa, uygulanabilir bir çatışma çözümü sistemi oluşturmak daha iyi olabilir.

Ostrom’a göre müşterekler sihirli değnek değil. Duruma göre devlet ya da piyasa daha uygun bir çözüm olabilir. Ayrıca müştereklerin uygulanması iyi ya da kötü sonuçlanabilir, sürdürebilir olup olmadıkları ancak sürecin sonunda anlaşılabilir. Oysa ki demokrasinin yenilenmesinin emek ve ekonomik faaliyetleri organize etme yöntemleriyle başlayacağına inananlar olarak hepimiz, Ostrom’un araştırmasında moral verici hikâyelerden daha fazlasını bulabiliriz. Ayrıca müştereklerin nasıl işe yarayabildiğini ve bazen neden başarısız olduklarını anlamak için bir dizi araç edineceğiz.

DİPNOTLAR:

[1] Adam Ostolski bir sosyolog, köşe yazarı ve aktivisttir. Varşova Üniversitesi’nde çalışmaktadır ve Krytyka Polityczna üyesidir. 2009’dan 2013’e kadar Zielone Wiadomości’nin baş editörlüğünü ve 2013’ten 2016’ya kadar Polonya Yeşiller Partisi’nin eş başkanlığını yapmıştır.

Bu yazının aslı, İngilizce olarak 26 Mayıs 2021’de Green European Journal’da yayımlanmıştır.

https://www.greeneuropeanjournal.eu/elinor-ostrom-the-case-for-a-messy-federalism/ adresinden indirilmiştir.

BU YAZI, AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN YEŞİL AVRUPA VAKFI’NA SAĞLADIĞI FİNANSAL DESTEK İLE ÇEVRİLMİŞTİR. AVRUPA PARLAMENTOSU, YAYININ İÇERİĞİNDEN SORUMLU DEĞİLDİR.

GÖRSEL TASARIM: Olcay Özkaplan