21 Eylül 2020’de yasaların gereklerine uygun biçimde İçişleri Bakanlığı’na başvurusunu yapan Yeşiller Partisi, İçişleri Bakanlığı tarafından prosedür gereği verilmesi gereken alındı belgesi herhangi bir gerekçe gösterilmeden kendisine verilmediği için resmen kurulamadı. Ancak, her şeye rağmen, yerelde, ulusal ve küresel düzeyde siyasetin çıkmazları ile iklim krizi, ekolojik sorunlar, otoriterleşme, kutuplaşma ve ekonomik krize karşı çözüm üreterek siyaset yapmaya çalışıyor.
Biz de Yeşil Siyaset Dergisi olarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ortam ve dünya konjonktürü çerçevesinde yeşillerin siyaset sahnesindeki yerine dair değerlendirmelerini almak için, farklı çevrelerden, değişik meslek ve birikimlere sahip, bir grup yazar, akademisyen ve gazeteciye aşağıdaki sorularımızı yönelttik:
1. Bugün Türkiye’de siyasetin oldukça zorlaştığı ve siyaset yapma olanaklarının daraldığı koşullarda Yeşiller Partisi kuruldu. Aslında belli başlı tüm siyasi partilerin programlarında, çevre, ekoloji, doğa koruma vb. konular çokça yer alıyor. Ancak güçlü, güncel siyasete etki edebilen bir Yeşiller Partisi henüz yok. Türkiye siyasetini yakından izleyen bir kişi olarak, Yeşiller Partisi’nin ülkemizin siyaset sahnesinde ne kadar yer bulabileceğini düşünürsünüz? Yeşil bir partinin siyasi yelpazede kendine kalıcı yer açabilmesi için koşullar uygun mu? Güçlü bir yeşil partinin oluşması için gereken potansiyeli harekete geçirmek üzere neler yapılmalı?
2- Avrupa’da yaşanan “yeşil dalga”, 2019’da Avrupa’da AP seçimleriyle başlayan ve yeşil partilerin birkaç önemli ülkede koalisyonlara katılmasıyla yükselişini sürdüren bir süreci tanımlıyor. Gelecek Eylül ayında Almanya’da yapılacak federal seçimlerde Yeşiller Partisi büyük olasılıkla koalisyon ortağı olacak. Hatta Yeşiller’in birinci parti olduğu kamuoyu araştırmaları var. Bu durumda ilk kez yeşil bir başbakanla tanışmamız da olası. Bunun da sadece Avrupa’da değil bütün dünyada çok önemli siyasi etkileri olması beklenebilir. Sizce, genel olarak Avrupa’daki yeşil dalganın ve Almanya’da Yeşiller’in büyük ortağı olduğu olası bir koalisyonun hem yeni kurulan Yeşiller Partisi hem de Türkiye’nin tıkanmış görünen uluslararası ilişkileri düşünüldüğünde, Türkiye siyaseti üzerindeki etkileri nasıl olur?
3- Biliyorsunuz Yeşiller Partisi’nin kurulması, 8 aydır İçişleri Bakanlığı tarafından hiçbir sebep gösterilmeden, yasalara aykırı ve antidemokratik bir şekilde engelleniyor. Türkiye’nin mevcut siyasi koşullarının ve Avrupa’daki gelişmelerin ışığında bu sıradışı durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Tanıl Bora
Siyaset bilimci, yazar, yayıncı
Büyük, iddialı yorumlar yapmaktan kaçınırım, anlayabildiğim kadarıyla birkaç şey söylemeye çalışayım. Önce, “mekanik” ve sevimsiz bir şey söyleyeyim. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen “bul % 51’i” düzeneği içerisinde, her bir partinin, her siyasi teşebbüsün bir küçük pazarlık payı olabiliyor. Öyle bir “fırsat”, olabilir elbette. Ama sahici ve muhtevalı bir siyasî etkiden söz edebiliyorsak, tabii başka şeyler konuşmalıyız. Bana yeşil bir siyasetin güçlenmesi bakımından, yeşil düşünce ile, ekolojik sistem eleştirisi ile yerel halk direnişleri arasında bağ kurmakta daha fazla mesafe almak gerek, gibi geliyor. Böyle bir bağ elbette hiç yok değil, en azından alttan alta var, bazı durumlarda kişisel veya ilişkisel bağlar da var. Öncelikle HDP bünyesi ve mücavir alanında, var. Bu bağın sıkılaşmasından, daha alışverişli, daha etkileşimsel hale gelmesinden söz ediyorum. Yanı sıra, üzerinde konuştuğumuz güçlenme için bir başka icabın, şehirlerde bir ekolojik hareketin, mücadelenin, faaliyetin gelişmesi gerekli sanırım. Kanal İstanbul kampanyası, önemli mesela. Ama kastettiğim, Kanal İstanbul’un da olduğu gibi “doğa” ile ilgili seferberlikten öte, kentsel çevreyle ilgili, tüketimle ilgili, diyelim otomobilleşmeye karşı yayalaşmayla ilgili bir hareketin oluşması. Kuşkusuz, daha zor işler. Ama yeşil siyasetin güçlenmesi için, yerel-kırsal gündeme ve “doğa” kategorisine sıkışmaktan çıkmanın elzem olduğunu sanıyorum.
Başta Almanya, sonra Fransa olmak üzere, Avrupa’nın yeşil partilerinin kuvvetli yanı da zayıf yanı da, işte bu: yerleşik kurumsal partiler coğrafyasının bir parçası haline gelmiş olmaları. Bu onlara bir görünürlük, meşruiyet, kabul edilebilirlik sağlıyor, kuvvetli yan bu. Zayıflatan yan ise, statükonun bir parçasına dönüşmeleri, devrimci, değişimci, silkeleyici etkilerinin azalması; hatta yok olması. Almanya’yı daha yakından biliyorum; 1998-2005 arasında Yeşil Parti’yle Sosyal Demokratların iktidar ortaklığı, bu bakımda bariz bir dönüm noktası oldu. Biliyorsunuz, Yeşillerin simge şahsiyetlerinden, barış hareketinin de bağrında yer almış Joschka Fischer’in Dışişleri Bakanı olarak Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ilk sınır ötesi askerî harekâtını haklılaştırması ve uygulaması, mesela, çok tartışma yarattı. Yeşiller Partisi’nin, salt muhalefet ve karşı çıkma pozisyonundan yönetime katılma, bizzat yönetme pozisyonuna geçerken, kaçınılmaz olarak, pragmatizmi, oportünizme doğru büktüğüne dair eleştiriler, çok dillendirildi. Boş bir eleştiri değildir. Pragmatizm kötü bir şey değildir, yapabilirliğe odaklanan iradeciliğiyle aksine çok iyidir, Yeşiller’in bu yönde kat ettiği tecrübe de çok değerli, fakat işte eleştirel, alternatif program, ufuk, niyet yittiği zaman, işin rengi değişiyor. Almanya’da –genel olarak Avrupa’da- Yeşiller’in şehirli tahsilli orta sınıfa hitap eden bir zümre partisi haline geldiği, hatta eskiden Liberaller’in tuttuğu yeri aldığı, ülkemizde hakaret olarak kullanılan siyasî tasnifin objektif karşılığıyla sol-liberal bir çizgiye oturduğu çok söyleniyor; esas itibarıyla yanlış da değil. Bu, Yeşiller’in “kötü” olduğu anlamına gelmiyor tabii! Hiç yoksa, insan hakları ve demokrasi meselelerinde, eskiden (80’ler öncesinde) sosyal demokratların oynadığı rolü oynuyorlar. Yeşil bakış açısının, bir tuhaflık ve marjinallik olarak görülmekten çıkmasını sağlıyorlar. Ancak işte, bu “kurumlaşmış” vaziyet, onları biraz daha idare-i maslahatçı hale getirdi. Toplumsal hareket damarları epeyce kurudu, oradan gelen radikalizm ve canlılık pek kalmadı. O bakımdan, bir “dalga”dan söz edilebileceğini düşünmüyorum. Yeşiller, Avrupa’da yerleşik siyasette sosyal demokratların ve –kısmen- liberallerin tükenen reformist enerjisini ikame ediyorlar, bence. (Söylemeye gerek yok, burada “reformist”i eski Marksist-Leninist dildeki gibi mutlak fenalık anlamında kullanmıyorum.) Almanya’da bir dahaki seçimde Yeşiller’in koalisyonun büyük ortağı olma ihtimali var; ama başaramayabilirler de; yeni liderleri biraz hayal kırıklığı yarattı; bir tıkanma hali var. Ama hâlâ birinci parti çıkabilirler; dilerim de çıkarlar. İktidardaki Yeşiller’in Türkiye siyasetine bakışına karşı halihazır iktidar reaksiyon gösterecektir tahmin ediyorum, oklarını çıkaracaktır. Yine tahminle söylüyorum, Yeşiller de sözlerini geçirebilmek, etkide bulunmak için kendilerini ılımlandırmaya çalışacaklardır. Bir gölge boksu olur gibi geliyor, yani! Tabii şunu da unutmamalı, “devlet politikası” diye bir şey oluyor, sadece dışişleri ve güvenlik bürokrasisinin değil, büyük sermayenin “tercihlerinin” de belirlediği; Yeşiller o çerçeveyi zorlayabilirler ama kırıp parçalayacak halleri yok, onu da unutmamak lazım.
[Yeşiller Partisi’nin resmen kuruluşunun engellenmesi] yasadışıdan ve antidemokratik’ten daha kötüsü: Kurumlaşan keyfîlik rejiminin açık bir tezahürü. Skandal niteliğinde bir tezahürü.
Görsel tasarım: Olcay Özkaplan