Yazan: Raluca Besliu [1]
Çeviren: Eren Yılmaz 

Rus birlikleri 24 Şubat’ta Ukrayna’ya girerken, üst düzey Rus ve Güney Afrikalı yetkililer Pretoria’da kokteyl saatinde bir araya geldi. Vladimir Putin Afrika kıtasındaki herkesin kalbini ve aklını kazanamamış olsa da, BM Genel Kurulu’nda 17 Afrikalının çekimser oy kullanması, Rusya’nın Soğuk Savaş döneminden bu yana Afrika ülkelerine kur yapmasının karşılığını alıyor olabileceğini gösteriyor. Ancak bu destek, Rusya’nın dış politika hedeflerine ulaşmada başarılı olup olmayacağını belirlemede belirleyici olacak mı?

Bu makale, Green European Journal’ın Rusya’nın Ukrayna’daki savaşının etkilerini inceleyen serisinin bir parçasıdır.

Yaptırımlar nedeniyle Batı finans ve ekonomi piyasalarından dışlanmaya devam eden Rusya, kayıplarını telafi etmek için diğer uluslararası aktörlere bel bağlamış durumda. Çin son birkaç yıldır kilit bir ortak oldu, ancak Rusya sadece güçlü komşusuna tabi durumda değil.

Son yıllarda Rusya, Afrika kıtasındaki ülkelerle tarihi bağlarını yeniden canlandırdı. Bu ilişkilerin çoğu ilk olarak Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği tarafından kurulmuştu. 2015 ve 2022 yılları arasında Rusya’nın Afrika ülkeleriyle ticareti iki katına çıkarak yılda yaklaşık 20 milyar dolara ulaştı.

Nüfuzun yanı sıra bu bağlar, eğitim ve silah satışları da dahil olmak üzere Rus askeri uzmanlığı ve ekipmanı için bir çıkış noktasıdır. Ekonomik bağlar aynı zamanda Rusya’nın Gine’deki alüminyum ve Zimbabve’deki lityum da dahil olmak üzere minerallere ve nadir metallere erişimini sağlıyor. Bu kaynaklar, dijital teknolojiler ve yeşil enerjiye geçiş için gerekli oldukları kanıtlandığı için yüksek talep görmektedir. Afrika ülkeleri için Rusya ile ortaklık Batılı güçlere ve Çin’e karşı bir alternatif sunuyor.

Rusya ve Afrika arasındaki tarihi bağlar

Rusya’nın Afrika ülkeleriyle ilişkisi yeni değil. Rusya’nın komünist selefi Sovyetler Birliği, dekolonizasyona olan ideolojik bağlılığının desteğiyle, bağımsızlıklarını ilan ettikten kısa bir süre sonra Afrika ülkeleriyle ortaklıklar kurdu. Bu ortaklıklar ideolojik bağlılık, pragmatik ekonomik çıkarlar ve Soğuk Savaş döneminde ittifaklar kurma ihtiyacının bir karışımından kaynaklanıyordu.

Bağımsızlığını yeni kazanan Afrika ülkelerinin, ekonomilerini inşa etmelerine ve uzun vadede ayakta kalmalarına yardımcı olmak için eski sömürgeci güçlerinden başka ekonomik ortaklar bulmaya umutsuzca ihtiyaçları vardı. Etiyopya-Somali savaşı (1977-1978) ve Angola iç savaşı (1975-2002) gibi uzun süren Soğuk Savaş’ın vekalet savaşlarına sahne oldular.

Sovyetler Birliği, Mali’deki Modibo Keita ve Gine’deki Sekou Touré de dahil olmak üzere kıtadaki birçok rejimle ilişki kurdu. Endüstriyel yardımdan askeri yardıma kadar çeşitli alanlarda destek sağladı. 

Sovyetler Birliği, Mali’nin 1960 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından bu ülkeyle çok yönlü bir ortaklık kurdu. İki ülke 1961 yılında ticari, ekonomik ve kültürel işbirliği anlaşmaları imzalayarak Mali’nin Fransa’ya olan bağımlılığını azaltmasını sağladı. Ayrıca Mali’nin endüstriyel kalkınmasına yardımcı olmak için bir çimento fabrikası ve altın madeni işletmesi gibi altyapılar inşa etti. Keita’nın Mali’deki rejimi 1968’de devrildi ve iktidar Fransa ile ilişkileri geliştiren bir hükümet tarafından ele geçirildi. Ancak Mali, Sovyetler Birliği’nden pilot eğitiminin yanı sıra topçu ve paraşüt eğitimi gibi askeri yardımlar almaya devam etti. Bu ilişki, Rusya’nın bugüne kadar Mali’deki müdahalesinin temelini oluşturmaktadır.

Sovyetler Birliği Gine ile de bir ortaklık kurdu. Gine, 1958’de Fransa’dan bağımsızlığını kazandıktan sonra Batı Afrika’da Fransız topluluğuna üye olmayı reddeden ve bunun yerine tam bağımsızlığı tercih eden ilk eski Fransız kolonisi oldu. Bu hareket Fransa’nın desteğini çekmesine yol açtı. Gine lideri Sekou Touré ABD’yi bir müttefik olarak reddetti ve onun yerine Sovyetler Birliği’ne başvurdu. Gine silah ve teçhizatın yanı sıra askeri eğitim ve ekonomik yardım aldı. Sovyetler Birliği de Gine’ye milyonlarca dolar yardımda bulunarak sanayisini destekledi, çimento ve deri fabrikaları inşa etti. Batı Afrika ülkesinin Sovyetler Birliği ile ilişkileri yıllar içinde dalgalanmalar gösterdi: Kennedy yönetimi sırasında ABD ile yakınlaşmadan Angola savaşı sırasında Sovyetlerin havaalanlarını kullanmasına izin vermeye kadar.

Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu on yıl süren bir sosyal ve ekonomik krizle karşı karşıya kaldı. Afrika’daki taahhütleri marjinal hale geldi, ancak bağların mirası devam etti.

Afrika sahnesine yeniden giriş

Rusya’nın Afrika’ya olan ilgisi 21. yüzyılın ilk on yılındaki petrol patlamasının ardından yeniden alevlendi. Yeni keşfedilen ekonomik gücün de etkisiyle Rusya, içinde önemli bir rol oynayabileceği çok kutuplu bir dünya kurmayı hedefledi. O zamandan bu yana Rusya kıtadaki ortaklıklarını genişletti. Başkan Vladimir Putin 2008 yılında, daha önce Sovyetler Birliği ile yakın bağları olan Libya’yı ziyaret etti. Putin, enerji ve silah satışlarını görüşmek ve Libya’nın Sovyet döneminden kalan milyarlarca dolarlık borcunu silmek üzere bu ülkeye gitti. Ardından 2009 yılında yeni seçilen Devlet Başkanı Dmitry Medvedev, aralarında Gazprom gibi önemli Rus şirketlerinin yöneticilerinin de bulunduğu 400 kişilik bir iş heyeti eşliğinde Mısır, Nijerya, Namibya ve Angola gibi ülkeleri ziyaret ettiği dört günlük bir Afrika gezisine çıktı. Gezi, enerji ve maden keşiflerinin yanı sıra Rus teknolojisinin satışına odaklandı. 

ABD-Rusya ilişkilerini sıfırlamayı ve Afrika’daki etkisini arttırmayı uman Medvedev’in Rusya’sı 2011 yılında BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada çekimser kalarak Libya’ya ABD öncülüğünde bir NATO müdahalesine olanak sağladı. Rusya Devlet Başkanı bu kararı, güvenlik yetkililerinin kendisini ABD hegemonyasını genişletme potansiyeli konusunda uyarmasına ve dönemin Başbakanı Putin’in NATO müdahalesi durumunda aşırılık yanlısı hareketlerin artabileceğini söylemesine rağmen aldı.

NATO’nun müdahalesine izin vermek Rusya için felaket oldu. Müdahale sadece rejim değişikliğine ve Libya’nın istikrarsızlaşmasına katkıda bulunmakla kalmadı, aynı zamanda Rus enerji şirketleri için imzalanmış veya sözlü olarak söz verilmiş 6,5 milyar dolar değerindeki sözleşmeleri de tehlikeye attı. Müdahale, ABD-Rusya ilişkilerini sıfırlamak yerine, kısa süre sonra başkanlığı yeniden kazanacak olan Putin’i Batı’ya karşı daha güvensiz hale getirdi. Kaddafi’nin öldürülmesinin ardından Putin, o dönemde bir ABD-Rusya ittifakı olduğunu kesin bir dille reddederek şunları söyledi: “Bazen Amerika’nın müttefiklere ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Vasallara ihtiyacı var.”

NATO’nun müdahalesi Putin’in kırılganlık hissini arttırdı. Kaddafi gibi Batı’nın şartlarını kabul eden bir lider buna rağmen acımasızca iktidardan uzaklaştırılırsa, bunun Rusya dahil başka yerlerde de yaşanmayacağını kim garanti edebilirdi?

Rusya’nın Kırım’ı işgali ve 2014’ten bu yana Ukrayna’ya daha geniş çaplı müdahalesinin ardından yürürlüğe giren Batı yaptırımları, Rusya’nın Afrika’daki çabalarını iki katına çıkarmasına yol açtı. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov son birkaç yıldır kıtaya çok sayıda ziyaret gerçekleştirdi. Rusya, Gine ve Mali gibi eski müttefikleriyle ilişkilerini yeniden canlandırdı ve Orta Afrika Cumhuriyeti (OAC) ile yeni bir ortaklığa girdi.

Rusya, hoşnutsuzluğun arttığı bir dönemde yeniden sahneye çıktı. Özellikle Fransa, şartlı destek ve karlı iş anlaşmaları yoluyla Batı Afrika’da emperyalizm politikasını sürdürüyor olarak görülüyor. Çin’in Afrikalı ortaklarını kredilerle borçlandırırken projelerini Çinli işçiler ve uzmanlarla yürütmesi nedeniyle sunduğu alternatiften hayal kırıklığına uğrayanların sayısı da giderek artıyor. Bu hayal kırıklığı Gana gibi ülkelerin Çin öncülüğündeki girişimleri iptal etmesine yol açtı. Rusya’nın yeniden devreye girmesi, öncelikleri İran, Çin ve Amerikan izolasyonizmi olan Donald Trump yönetimindeki ABD’nin bölgeden çekilmesiyle de aynı zamana denk geldi. 

Afrika ülkelerinin Rusya ile yakınlaşmasına Sovyetler Birliği’nin müdahalesinin mirası da yardımcı olmuş olabilir. Zor bir zamanda verilen destek, halefine karşı kalıcı bir iyi niyet rezervi yaratmıştır. Uluslararası pazardan dışlanmanın ve Batı’nın uyguladığı yaptırımların acısını çeken bazı Afrika ülkeleri Rusya’nın mevcut durumuna daha sempatik yaklaşabilir. Rusya, hem Batılı meslektaşlarının hem de selefi Sovyetler Birliği’nin aksine ahlaki bir duruş sergilemekten kaçınıyor. Mali, Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DRC) ve OAC gibi Batılı güçler tarafından sorgulanan rejimlerle ilişki kurmak için ideolojiyi çıkarlarıyla takas etti.

Askeri işbirliği: Mali’nin karmaşık durumu

Rusya yeniden bağlantı kurmasının bazı meyvelerini şimdiden toplamaya başladı. Rusya 2015’ten bu yana 20’den fazla Afrika ülkesiyle terörle mücadele ve barışı korumadan silah satışına kadar uzanan askeri anlaşmalar imzaladı.

Rusya şu anda Afrika’nın ana silah tedarikçisi konumunda ve 2009-2018 yılları arasında kıtanın savunma ithalatının yaklaşık yüzde 39’unu gerçekleştirdi. Cezayir ve Mısır iki ana müşterisi. Bu bağlar Soğuk Savaş dönemine kadar uzanıyor, ancak Rus silahları sofistike, güvenilir ve genellikle Batılı ülkeler tarafından tedarik edilenlerden daha ucuz olduğu için askeri ilişkiler cazip olmaya devam ediyor.

Mali ve Moritanya gibi bazı ülkeler, İslam Devleti (IŞİD), Ansaroul Islam ve Boko Haram gibi terörist gruplarla mücadelede Rusya’dan destek istemiştir. Rusya, Mali’de güvenlik güçlerinin operasyonel kapasitesini arttırmak için sahaya Rus eğitmenler konuşlandırdı. Ayrıca 2021 yılında Mali’ye dört helikopter, silah ve mühimmat sağladı.

AB ve ABD, demokratik yollarla seçilmiş başkan İbrahim Boubacar Keita’yı görevden alan 2020 darbesinin ardından Mali’deki askeri eğitimlerine son verdi. 2021 yılında Mali, Fransız sempatizanı olduğu iddia edilen geçici cumhurbaşkanını deviren ikinci bir darbe yaşadı. Bunun üzerine Fransa 2400 askerini Şubat 2022’de geri çekeceğini açıkladı. Birkaç yüz Avrupalı asker de önümüzdeki dört ila altı ay içinde Mali’den çekilecek. Sonuç olarak Rusya’nın yeri muhtemelen daha da önemli hale gelecektir. Mart 2022’de Mali ordusuyla birlikte savaşan Rus paralı askerlerin zulüm yaptığına dair haberler ortaya çıktı. Mali hükümeti paralı askerlerin varlığını reddetti ve sadece resmi Rus eğitmenleri getirdiklerini belirtti. Benzer şekilde Kremlin de paralı askerlerle herhangi bir bağlantısı olduğunu reddetmiş ve özel askeri girişimlerin Rusya’nın resmi işlerini ilgilendirmediğini vurgulamıştır.

Batı Afrika’da şiddet yanlısı aşırılıkçı hareketlerin yükselişiyle birlikte Avrupa’nın desteğini zamansız bir şekilde çekmesi bölgenin tamamen istikrarsızlaşmasına yol açabilir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da vurguladığı gibi, “El Kaide ve İslam Devleti örgütü Batı Afrika’nın Sahel bölgesini ve Gine Körfezini yayılma stratejilerinin önceliği haline getirmiştir.”

Sınırların geçirgen, devletlerin zayıf ve kaynakların sınırlı olduğu dünyanın yarı çölleşmiş bir bölgesinde iklim değişikliği çatışma dinamiklerini daha da güçlendirmektedir. Aşırılık yanlısı gruplarda yaşanacak bir yükselişin dizginlenmesi son derece zor olacaktır ve bunun sonuçları felaket ve küresel olacaktır: aşırılık yanlısı gruplar sadece dünya çapında saldırılar düzenleyebilecekleri yeni bir coğrafi üsse sahip olmakla kalmayacak, aynı zamanda insanların kitlesel olarak yerlerinden edilmesine de yol açabilecektir.

Rusya’nın Mali’ye müdahalesi bölgede istikrarın korunmasına yardımcı olabilir ancak bu kendi şartlarına bağlı olacaktır. Fransa ve ABD gibi Batılı güçler, Kremlin ile yakın bağları olan Wagner Grubu gibi paralı Rus örgütlerinin katılımından özellikle endişe duyuyor. Bazı analistler Wagner Grubu’nun “açık pazarda hizmet satan özel bir şirketten ziyade Rus devletinin bir vekil örgütü” olduğuna ve “daha ucuz, daha az hesap verebilir ve genellikle düzenli ordulardan daha yetenekli” bir güç sağladığına inanıyor.

Wagner Grubu’nun ilk kez 2014 yılında Ukrayna’da yaşanan çatışmalar sırasında paralı askerlerinin Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlısı ayrılıkçı güçlere destek vermesiyle tanındı. Wagner Grubu’nun Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sırasında da aktif olduğu bildiriliyor. Kendi saflarına asker toplamaya çalıştıkları için sayılarının artması muhtemeldir. Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerden gelen birlikler Ukrayna’da savaşmak istediklerini ifade ettiler.

Wagner Grubu gibi örgütler devlet nüfuzunun araçlarıdır. Makul inkâr edilebilirlik örtüsü altında konuşlandırılan bu örgütler silah kaçakçılığı ağlarını mümkün kılmakta ve Rus tarafının kayıplarını gizlemektedir. Rusya’nın varlığının bu yönü, dünyanın diğer bölgelerindeki müdahaleler için tehlikeli bir emsal teşkil etmektedir.

Yeşil dönüşüm için kaynak mücadelesi

Askeri işbirliğinin yanı sıra Rusya, Afrika ülkeleriyle kilit önemdeki doğal kaynakların çıkarılması konusunda da çalışmaya başladı. Yeşil dönüşüm için gerekli olan metaller ve nadir topraklar için yarış hızlandıkça, kıtadaki Batılı ve Çinli çıkarlarla rekabet ediyorlar.

Rus alüminyum şirketi Rusal, Gine’de Rusal’ın boksit üretiminin üçte birini gerçekleştiren Kindia Boksit Şirketi’nin yanı sıra boksit madenciliği yapan ve bunu alüminyuma dönüştüren iki şirkete daha sahiptir. Alüminyum, uçak ve uzay aracı bileşenlerinin yanı sıra elektrik hatları ve diğer birçok uygulama için gereklidir.

Gine’de maden şirketlerinin vergi ödemesini ve madenlerinin çevresindeki çevreyi ve toplulukları korumasını gerektiren bir madencilik kanunu olmasına rağmen, bu kurallar kayırılan ortaklar söz konusu olduğunda gevşetilmektedir. Birçok Rus şirketi arazi vergisi ve maaş ödemekten muaf tutulmakta ve hatta uzun vadeli sözleşmelerin yenilenmesinden yararlanmaktadır.

Rusya ayrıca Afrika’daki lityum yatırımlarını da genişletiyor. Lityum, e-mobiliteye geçiş için çok önemlidir: 2030 yılına kadar yaklaşık 18 kat, 2050 yılına kadar ise 60 kat daha fazla lityuma ihtiyaç duyulacaktır. Elektrikli araçlar ve enerji depolama çözümleri 2050 yılına kadar talebi neredeyse yüzde 500 oranında artırabilir. Zimbabve ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi Afrika ülkeleri en büyük lityum rezervlerine sahip ülkeler arasında yer alıyor. Rus devlet nükleer enerji şirketi Rosatom, kısmen bu Afrika kaynaklarından yararlanarak 2025 yılına kadar dünya lityum pazarının yüzde 3’ünü, 2050 yılına kadar ise yüzde 10’unu kontrol etmeyi hedefliyor.

Avrupa’nın “eşitler ortaklığı”

Avrupa uzun bir süre Afrika’yı “arka bahçesi” olarak görmüştür ki bu da Rusya’nın Ukrayna ve diğer eski Sovyet devletlerine bakışına benzemektedir. 1957’de Roma Antlaşması ile Afrika kolonilerine ortaklık statüsü verilmiş ve böylece AB’nin kıtaya yapısal müdahalesi için zemin hazırlanmıştır. Bugün, Çin ve Rusya’nın Afrika’daki genişleyen ayak izi, özellikle AB kendisini küresel bir aktör olarak kabul ettirmeye çalışırken, Avrupa ülkelerinde “derin bir tedirginlik” yaratıyor.

Sonuç olarak Afrika, Ursula von der Leyen’in Avrupa Komisyonu’nun temel taşlarından biri haline geldi. Göreve geldikten bir hafta sonra 2019’da von der Leyen, AB’nin “eşitler ortaklığı” kurma kararlılığını vurguladı. Bu durum, AB-Afrika ilişkilerine büyük ölçüde AB göç krizi merceğinden bakan Juncker Komisyonu ile tezat oluşturuyor. Komisyonun umudu mali destek, iş olanakları ve ekonomik büyümenin Afrika’dan Avrupa’ya göç oranını yavaşlatmasıydı.

Bu stratejik değişim en son Şubat 2022 Brüksel zirvesinde AB ve Afrikalı liderler arasında 2030 yılına kadar yenilenmiş bir ortaklık için geliştirilen ortak vizyonda yansıtılmıştır. Zirvenin Ortak Deklarasyonunun merkezinde ekonomik kalkınma yer almıştır. En az 150 milyar avroluk bir Afrika-Avrupa Yatırım Paketi yatırım, sağlık ve eğitim konularına odaklanacaktır.

Yatırım için belirlenen öncelikli alanlardan bazıları yeşil dönüşüm ve dijital dönüşümün yanı sıra insana yakışır iş yaratılması ve ulaşımın kolaylaştırılmasıdır. Deklarasyonda ayrıca diğer hususların yanı sıra istikrarsızlık, şiddet içeren aşırıcılık ve terörizmle mücadeleye odaklanan “barış ve güvenlik için yenilenmiş ve geliştirilmiş bir işbirliği” ilan edildi. Ancak bildirgede; Etiyopya’daki iç savaşa uzun vadeli bir çözüm bulunması, Mali, Burkina Faso ve Gine gibi ülkelerdeki askeri darbeler ya da Fransa ile Mali arasındaki diplomatik gerilim gibi tartışmalı bazı siyasi meselelerin ele alınmasında güvenlik işbirliğine atıfta bulunulmadı.

Bazı Afrikalı liderler AB-Afrika ilişkilerinin sıfırlanmasını kuşkuyla karşıladı. AB işleri uzmanı Shada Islam, AB-Afrika ilişkisinin tarihsel olarak “dengesiz bir donör/alıcı ilişkisine sahip olduğunu, Afrikalı hükümetlerin AB ticaret ve yardım tercihlerine erişim ararken, Avrupalı liderlerin Afrikalı elitlerle ayrıcalıklı bağlar geliştirdiğini ve kıtanın genç neslinin ihtiyaçlarını görmezden geldiğini” savunuyor.

Afrika ülkeleri de AB’nin Afrika politikalarının dayattığı koşulluluklardan şikâyetçi. Avrupa Parlamentosu 2020’de kalkınma yardımlarını, ilan edilen eşitler ortaklığından çok, göç yönetimi konusunda AB ile işbirliği yapma koşuluna bağlamak için oylama yaptı.

İki kıtanın ilişkileri, ortak sömürgeci geçmişleri nedeniyle karmaşık bir hal almıştır. Fransa ve Almanya gibi sömürgecilikten sorumlu birçok Avrupa ülkesi, eylemlerinin neden olduğu yıkımla henüz hesaplaşmadı. Özellikle Fransa hala eski sömürgelerinin siyaset ve ekonomilerine aşırı müdahil olmakla suçlanıyor.

Bu yeni ortaklıkta başarılı olmak için AB’nin kendisini üye devletlerden ayrı bir aktör olarak tanımlaması ve temelde kendi paternalizmini [ataerkil egemenlik anlayışını] geride bırakması gerekmektedir. Bunu yapmanın bir yolu, sömürgeciliğin verdiği ağır zararı kabul etmek ve üye devletleri bu miraslarıyla yeterince mücadele etmeye teşvik etmek olacaktır. AB’nin bu zararı kabul edebileceği bir diğer somut seçenek de sömürgeciliğin kalıcı bir parçası olan Afrika’nın borçlarının silinmesi çağrılarına öncülük etmek olacaktır.

Borcun iptali gerçek anlamda eşit bir ortaklığın temelini oluşturacaktır. Afrika ülkelerinin iklim değişikliğine karşı orantısız bir şekilde savunmasız olduğu göz önünde bulundurulduğunda, borç iptali, yeşil dönüşümü ve iklim adaptasyonlarını desteklemek için kredi yerine hibe şeklinde yeşil kalkınma yardımı ile birleştirilebilir.

Bu meyanda birçok Afrika ülkesi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini kınayan Birleşmiş Milletler oylamasında çekimser kalarak bağlılık ve bağımlılığın bir karışımına işaret etti. Bu ülkeler arasında Mali, Namibya ve OAC de vardı. Bu ülkelerin oyları, kendilerine Batı ve Çin etkilerine karşı bir alternatif sunan Rusya ile ortaklıklarını sürdürme ve potansiyel olarak genişletme istekliliğine işaret ediyor.

Batı yaptırımlarının uzun vadedeki sonuçları henüz ortaya çıkmadı. Bu yaptırımlar, dünya düzeninin yeniden ayarlanmasını daha da ileri götürebilirler. AB Afrika’daki ortaklıklarını sıfırlamaya çalışırken, Rusya da muhtemelen etkisini genişletmeye devam edecektir.

 [1] Raluca Beslu aslen Romanyalıdır, ancak şu anda Belçika’da yaşamaktadır. Romanya ve Doğu Avrupa meseleleri, insan hakları meseleleri ve küresel yönetişim ile ilgileniyor.

Bu yazının aslı, İngilizce olarak Green European Journal’da yayımlanmıştır. 
BU YAZI, AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN YEŞİL AVRUPA VAKFI’NA SAĞLADIĞI FİNANSAL DESTEK İLE ÇEVRİLMİŞTİR. AVRUPA PARLAMENTOSU, YAYININ İÇERİĞİNDEN SORUMLU DEĞİLDİR.