Yazan: Raisa Galea [1]
Çeviren: E. Yılmaz
Bu makale, Avrupa’nın dört bir yanından sekiz analistin kıtada referandumların iyi veya kötü amaçlarla nasıl kullanıldığını ve kamuoyu tartışmalarını nasıl şekillendirdiğini incelediği bir serinin parçası. Bu seri, Avrupa’da referandumların rolünü araştırıyor: ilerici ya da gerici olsunlar, değişimi nasıl yönlendirdiklerini ve işleyen demokrasiler için çok önemli olan ortak anlayışları nasıl besleyip büyüttüklerini görmek mümkün.
2003 yılından bu yana Malta’da üç referandum düzenlendi. Mart 2003’te vatandaşlar AB üyeliğini, Mayıs 2011’de boşanmayı ve Nisan 2015’te de bahar dönemi avcılığını oyladılar. Her üç referandum da ulusal onur, kimlik ve egemenlik gibi ortak temaları paylaştı. Ulusal egemenlik, kolonyalizm sonrası devlette özel bir öneme sahip.
Her bir durumda destekleyenler ve karşı çıkanlar arasında oldukça az bir fark olması, iki siyasi grubun hakim olduğu Malta’nın sosyo-politik yapısını yansıtıyordu. Sömürge döneminde ortaya çıkan iki partili siyasi iklim bugün de devam ediyor. İki büyük güç – İşçi Partisi (PL) ve Milliyetçi Parti (PN) – kamusal hayata hakim. Her iki oluşum da ekonomik liberalizmi benimsiyor; ancak PN, özellikle Katolik Kilisesi ile olan bağları nedeniyle üreme hakları konusunda daha muhafazakâr bir duruş sergilemeye devam ediyor. Her iki taraf da sosyal sınıfları ayrıştıran kayırmacı ağları sürdürüyor: patronaj, sadakat karşılığında istikrarlı bir gelir kaynağı sunuyor. Bu nedenle seçmenler, genellikle tek başına mevcut meseleye ilişkin oy vermek yerine partilerinin konuyla ilgili duruşuna uyum sağlıyorlar.
“Sömürge döneminde ortaya çıkan iki partili siyasi iklim bugün de devam ediyor.”
Malta’nın AB’ye üyelik referandumu, 2003 yılında katılım için oy veren dokuz ülkede hem en yüksek sandığa gitme oranını (neredeyse yüzde 91) ve hem de katılım için en düşük desteği (yüzde 54 lehte) gördü. Hem ‘evet’ hem de ‘hayır’ kampanyaları ulusal çıkarları vurguladı. Yönetimdeki PN, üyeliğin turizmi canlandıracağını ve Malta’nın altyapısının AB fonlarından fayda sağlayacağını savundu. İşçi muhalefeti ise, Malta’nın bağımsızlığını ve tarafsızlığını baltalayacağını öne sürerek üyeliğe karşı uyarılarda bulundu.
2011 yılında Malta, dünya çapında boşanmaya izin vermeyen sadece üç ülkeden biriydi. Boşanmanın yasallaştırılması teklifi PN’nin seçim beyannamesinde yer almadığından, bu girişim bizzat milletvekillerinden geldi. Her partiden birer parlamenter, üyelerin ortak bir özel kanun önerisini sundu ve münferit bir kararla referanduma izin verildi. Ayrılan ya da en az dört yıldır ayrı yaşayan evli çiftlerin boşanıp boşanmayabileceği sorusuna seçmenlerin yüzde 53,2’si ‘evet’ oyu kullandı.
Boşanma karşıtı kampanya PN tarafından desteklendi ve zamanın Başbakanı Lawrence Gonzi tasarıya karşı oy kullandı. Kristu iva, Divorzju le (Mesih’e Evet, Boşanmaya Hayır) kampanyası – Kilise tarafından yoğun bir şekilde teşvik edilerek – “İsa’nın açık öğretileri” ile çatışan bir yasayı destekleyen bir kişinin “gerçek bir Katolik olamayacağını” iddia etti. Referandumdan çıkan sonuç, Kilise’nin toplumsal yaşam üzerindeki etkisinin zayıfladığını doğruladı. Ulusal kimlik daha laik bir hal alıyordu.
Bahar döneminde üveyik ve bıldırcın avına ilişkin 2015 referandumu, Yeşiller Partisi, Alternattiva Demokratika ve çeşitli çevre STK’ları tarafından başlatıldı. 45.000 kişi tarafından imzalanan bir dilekçe, av yasağı çağrısında bulundu. Önceki referandumlarda, değişimi destekleyenler “evet” oyu için kampanya yürütürken, 2015 referandum sorusunun formülasyonu, bu kez değişim isteyenlerin bir “hayır” kampanyasına öncülük etmelerini gerektiriyordu.
“Referandumlar, genel hatlarıyla ‘Avrupa merkezli’ ve ‘otantik’ olarak tanımlanabilecek iki kamp arasında devam eden tartışma için dönüm noktalarıydı.”
Av tartışması, koruma amacını da aşarak “bir ‘ulusun’ hangi değerlere sahip olarak görülmek istediğini seçtiği duygu yüklü bir an” haline geldi. Av karşıtı lobi, Malta’nın AB’ye entegrasyonu yolunda bu tür antikalıkları ortadan kaldırma iradesini kanıtlamaya çalışırken, lehte oy veren binlerce kişi için, eğlence amaçlı bahar dönemi avcılığına izin veren tek AB ülkesi olmak, ulusal bir gurur meselesiydi.
Referandumlar, genel hatlarıyla ‘Avrupa merkezli’ ve ‘otantik’ olarak tanımlanabilecek iki kamp arasında devam eden tartışma için dönüm noktalarıydı. Kentli orta sınıf ve sivil toplum grupları tarafından temsil edilen ilk grup, Malta mevzuatını Avrupa’nın geri kalan liberal demokrasileriyle uyumlu hale getirmek için kampanya yürütüyor. Yönetimdeki PL tarafından teşvik edilen ikinci grup ise, Malta zaten ‘Avrupa’nın en iyisi’ olduğu için daha fazla entegrasyonun gereksiz olduğunu savunarak otantik bir ulusal kimlikle gurur duyuyor.
Av referandumunun da kanıtladığı gibi, ulusal gelenekleri sözümona dış baskılardan korumaya yönelik çağrılar, kitlesel destek sağlayabilir. İktidardakiler için, yabancı müdahale üzerine komplo teorileri işe yarar. Gazeteci ve aktivist Daphne Caruana Galizia’nın öldürülmesi ve yolsuzluk skandallarıyla ilgili olarak hükümetin uluslararası soruşturma altında olduğu bir zamanda vatansever söylemler, seçmenlerin desteğini kaybetmemek için etkili bir araçtır.
DİPNOTLAR:
[1] Raisa Galea, Malta Üniversitesi’nde araştırmacı, çevrimiçi Isles of the Left Dergisinin editörü ve çevre sorunları, kimlik ve tekno-politika üzerine çalışan serbest yazardır. Makaleleri Jacobin, Political Critique ve Malta Today’de yer almıştır.
BU YAZI, AVRUPA PARLAMENTOSU’NUN YEŞİL AVRUPA VAKFI’NA SAĞLADIĞI FİNANSAL DESTEK İLE ÇEVRİLMİŞTİR. AVRUPA PARLAMENTOSU, YAYININ İÇERİĞİNDEN SORUMLU DEĞİLDİR.
Bu yazının aslı, İngilizce olarak 26 Mayıs 2021’de Green European Journal’da yayımlanmıştır.
https://www.greeneuropeanjournal.eu/malta-referendums-under-a-postcolonial-shadow/ adresinden indirilmiştir.
Görsel için kaynak: https://www.thestar.com/news/world/2011/05/29/malta_votes_yes_to_divorce_in_referendum.html